"bu, babası taşlar ardında bırakılan bir kız çocuğunun seslenişidir. o, yasını bütün yaşlarına bölüştürürken, herkes kendince üzüntüler bekledi ondan. gözündeki yaş hep orada dursun istedi bazıları... babasını kendisinin anlatması gerekirken hep başkalarından dinleyen, özlerken neyi özlediğini tam kestiremeyen, bazen kime ağladığını bile bilmeyen bir kız çocuğunun gözyaşları... o ise gözyaşını gülüşüyle sakladı, gülüşüyle büyüttü, unutmaya da çalıştı bazen. sevdiklerinin gözündeki yaşı, eli yüreğinde izlemeye alışmıştı küçüklüğünden. babasının gidişinden kalan kederi, onlar üzülmesin diye bastırdı küçük kız. gözündeki yaşı sevdiklerininkilerle birleştirip, hep birlikte daha büyük yaşlar altında kalmasınlar diye sakladı...
bu, ilk zamanlarda en büyük acının kendi acısı olduğunu sanan bir kız çocuğunun sonraki utanmasıdır. küçük kız için en tanıdık duygulardan birisi acıydı. önce “kendi acılarından büyük acı olamaz” diye düşündü... zaten behçet aysan’ın acısını, uğur mumcu’nun acısını, zeki tekiner’in, metin altıok’un, metin göktepe’nin ve daha nicelerinin acılarını kendinden biliyordu... sonra ali ismail korkmaz’ı gördü, ethem sarısülük’ü, berkin elvan’ı gördü. 10 ekim’i yaşadı... acıların biricikliğine inandı. acıların yarıştırılamayacağına. ve acı çekenlerin en iyi birbirini anlayıp, en güzel onların birbirini iyileştirebileceğine...
bu, hiç kin tutmayan, kan peşine düşmeyen bir küçük kızın direnme ve dayanma biçimidir. ona suçların kişisel değil sisteme dair olduğu anlatıldı. odtü’den serdar (değirmencioğlu) hocası ona bir araştırmasında “hiç babanı öldürenlerin şu anda ne yaptığını araştırdın mı?” dediğinde irkildi. evet, bunu hiç merak etmemişti küçük kız. önce kendisini
eksik hissetti. sonra babasının geride onca insana bıraktığı sevgisiyle bütünlendi. vazgeçti öldürümün peşine düşmekten. babasını sevgilerde yaşatmayı seçti!
babası hem hep vardı, her yerdeydi. hem bir sürü sevgi vardı onu sarıp sarmalamış.
bu, babasıyla yalnızca iki buçuk yıl yaşamış bir kız çocuğunun acısıdır ama sevgisidir de... “acaba son nefes alışlarında babam çok mu acı çekti” diye sordu kendine küçük kız. “ama amcam onun yanındaydı” diye düşünüp rahatladı biraz. “oradan amcam bir kere daha baba olarak çıktı. hem bazen babalar amca, amcalar baba oluyor” deyip barışta’yla konuşmasını anımsadı, babasının özlemini barışta’nın özlemine katarak... “bugünün acısını nasıl alabilirim” dedi durdu. tam 39 yıl düşündü... bugünün acısını nasıl alabilirim... “ancak onun anısıyla” diye yineledi içinden... sevginin önemli bir parçasının da onun yasını tutabilmek olduğundan emin...
bu, annelerin, babaların da yüzüğünü taktığını sanan bir küçük kızın yasıdır. annesine öykünüp üç öpücük kondurdu babasının hafif sola yatık bırakıldığı sininin taşına. sonradan öğrendi üç öpücüğün anlamını... aklında babasının sininin taşını yıkarken mermerin üzerinde kalan suları toprağa doğru atan bir el... annesinin eli... sol elinin yüzük parmağında iki yüzük üst üste... sıkıca tuttu o eli küçük kız, diğer eli de kendisinden büyük mü küçük mü olduğunu zaman zaman sorguladığı ama yaşça küçük kardeşi... karşısında hep sevdikleri... bir yüz, yanında diğeri... hangisine geçse küçük kızın üzerinde hepsinin gözleri... güç aldı küçük kız, ellerden ve gözlerden...
bugün 7 kasım diye içi sıkıldı küçük kızın. bir gün nasıl olur da faşizmin bütün acılarını kendine sığdırır? ve nasıl kıyar insan olan, diğer insan olana... babasını sığdıramadığı gibi o küçücük taşa, bu düşünceleri de sığdıramadı aklına... o hep babasının küçük kızı kaldı, uyandırmaya kıyamadığı... asla geçmişte değil ama bugündeki anılarda..."
türküler erdost
yedi kasım ikibin ondokuz (TE/DB)
TÜRKÜLER ERDOST'TAN
Bu, Babası Taşlar Ardında Bırakılan Bir Kız Çocuğunun Seslenişidir
Yayıncı İlhan Erdost'un Mamak Askeri Cezaevi'nde dövülerek öldürülüşünün 39. yıldönümünde kızı Türküler Erdost'un babasının mezarı başında okuduğu metni paylaşıyoruz.
ilgili haberler
Hak odaklı, çok sesli, bağımsız gazeteciliği güçlendirmek için bianet desteğinizi bekliyor.