Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanı Osman Baydemir paylaşmıştı bir grup sivil toplum örgütü temsilcisi ve basın mensuplarıyla sohbetinde. Antalya'da geniş katılımlı bir belediyeler toplantısındadır belediye başkanı.
Oturduğu masaya Trabzon'un belde belediye başkanlarından biri gelir ve Osman Baydemir'e hitaben der ki; "Başkan, sizden bir itfaiye aracı istiyorum. İtfaiye aracımız yok. Ve yangınlara müdahale etmede gerçekten çok zorluk çekiyoruz."
Üstelik itfaiye aracını isteyen belediye başkanının politik olarak Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanı ile bir yakınlığı da yoktur. Medyadan ve dobra tavırlarından dolayı yakınlık duymuştur Baydemir'e.
İtfaiye aracı potansiyel suçlu, plakası 21
Buraya kadarı gayet normal, asıl mesele bundan sonrası.
Bölgede onca araç ve sarf malzemesi talebi olan ve en az Trabzon'dan talepte bulunan belde belediyesi kadar bir dolu araç-gerece gereksinimi olan belediyeler olduğu halde bu kararı Osman Baydemir alır ve aracı da ilgili belediyenin şoförü Trabzon'dan gelip teslim alır ve götürür.
Olmadık işler yaşanır. Yolda epeyce arama-tarama ve kimlik kontrolüne tabi tutulur, araç da şoförü de! İlçeye geç saatte varan ve sabahı evinde edip sonra belediyeye gitmek amacıyla evinin önüne park ettiği araç da evi de sabaha karşı aramaya tabi tutulur şoförün.
Bir önyargı vardır her şeyden evvel. Hani bilim adamı demiş ya, "Bir önyargıyı ortadan kaldırmak atomu parçalamaktan daha güç" diye. Aynen öyle! İtfaiye aracı potansiyel suçludur, 21 plakalıdır ve Diyarbakır'ın mührünü taşımaktadır.
Yürekli bir talep, kararlı bir katkı...
Sonrası mı, mutluluktur. Beldede onlarca yangına müdahale edilmiştir. Yurttaş nezdinde bir şehre ve kimliğe dair önyargılar bir cesur tavırla kırılmıştır. Tabii ki bu cesur tavrın iki farklı alandan iki aktörü vardır. Biri Karadeniz coğrafyasından yürekli bir Laz talepkârlığıdır. Diğeriyse Kürt cephesinden kararlı bir katkıdır. İki tavır bir potada buluşunca iyi bir örneğe vesile olmuştur.
Düşünüyorum ki; bu ülkede büyük ve üst perdeden yürütülen siyasetler birçok sorunu çözmede sanki yetersiz kalıyor. Elbette siyaset kendi kulvarında sorunları çözmek için olanca gayretini göstermeli.
Küçük müdahaleler hayatı kolaylaştırmalı
Bir yandan da günlük hayatın telaşesi içinde insani manada küçük müdahaleler hayatı kolaylaştırmalı, önyargıları kırmalı tavrında ısrar etmek acaba çok şey istemek gibi mi algılanmalı.
Seksen küsur senelik cumhuriyet reel politiği ne acıdır ki, büyük acılara, rahatsızlıklara, kırılmalara sebep oldu. Etrafındaki ülkelerle barışık olmayan bir reel rejim gerçekliğimiz. Bırakın komşu ülkeleri, "Milli Misak" diye telaffuz ettiği "sınırlar" içindeki farklı etnisiteler ve topluluklarla da "barışık" olmayan bir sistem.
Ne barışıklığı adeta savaş yürüten ve neredeyse bir asır boyunca ülkenin onca senesini sıkıyönetimler, olağanüstü haller, tek parti diktatörlükleriyle geçiren bir resmi ideoloji. Vatandaş, yurttaş diye ifade ettiği "insanlarına" potansiyel suçlu gözüyle bakan bir sistem...
Dar gelen kıyafetin dikişleri çatı çatır atıyor
Öyle bir resmi ideoloji ki sanırsın mübarek tornadan çıkmış kalıp misali "herkesi" bir edecek. İşte dar gelen kıyafetin dikiş ve teyel yerlerinden çatır çatır attığı bir dönemsel varoluşu yaşıyoruz.
Bu sebepten en az Anayasa, yasalar filan gibi değişiklik niyetlerindeki sivil demokratik inisiyatifleri, eylemlilikleri, çabaları önemsediğimden daha çok; hayatın tutunduğu, yüzleştiği, hesaplaştığı gündelik yaşamalardaki küçük ayrıntıları, çözüme katkıları daha çok önemsemek gerektiği ruh halindeyim.
Mesela bir kamu görevlisinin devletin resmiyetine, üniform tavrına rağmen çok kültürlü, çok kimlikli bir eda ile sesini de yükselterek "devlete rağmen" sivil yüreklilik göstermesini önemsiyorum.
Mesela devlet ricalinin açılırken seçkinlere yönelik davetkârlığına; "Bir taraftan açılım diyorsunuz, peki tutuklanan belediye başkanları da neyin nesi!" deme cesaretini açık açık gösteren şahsiyetleri önemsemek gerektiğini düşünüyorum.
Anadilde eğitime devletin hala tavizi yok
Mesela devlet hâla anadilde eğitim, meselesi konusunda kafasını kumdan çıkarmamakta ısrar eder tarzından taviz vermezken, on-oniki yaşlarındaki bir Kürt kız çocuğunun yaşıtlarına dil eğitimi vermekteki çabasına selam yollamak gerektiğini düşünüyorum.
Mesela onca taş atmalara, onca milliyetçi hezeyanlara rağmen ülkenin en batısı İzmir'de Türk aydınlarından bir cesur grubun göğüslerini gererek "Madem kardeş halk diyoruz. O halde kardeşin dilini öğrenmek gerek" tavırlarına geç de kalsalar içten bir "rojbaş" demek istiyorum.
Velhasılı kelam, örnekleri ve hayata sempatik gülücükler kondurmayı çoğaltmak bütün olumsuzluklara rağmen mümkün.
Ya da ülkedeki süregiden onca felakete ve yangına rağmen evet bir araç, bir tavır, bir yürekli selam; içimizdeki yangını da söndürmeye ilk kıvılcım olabilir, oluyor da diyebilmek için ettim bunca kelamı... (ŞD/EÖ)
Fotoğraf: gunebakis.com.tr