21. yüzyılın “en bölücü, düşmanvari, olumsuz, dehşet uyandırıcı” olarak tanımlanan 23 Haziran 2016 tarihinda yapılan Brexit referandumu sürecinde ve sonrasında, İngiliz ulusal medyası, sağlıklı bir tartışma ve kamuya bilgilenme olanağı sunan bir kamusal alan yaratmak yerine, göç karşıtı, milliyetçi ve oldukça partizan bir gündem yaratarak, iktidar politikasına katkı sundu.
Irkçı nefret suçundaki artışın arkasındaki kilit sorunlardan biri, Brexit kampanyası, öbürü de terörist saldırılar. Nazi söylemini savunan kısır propaganda kampanyaları ile birlikte, sağcı basının tamamen sorumsuz dili Fransa ve Almanya’nın aksine çoğulcu bir toplum modeli örneği olan İngiltere’de bile son üç yılda nefret suçlarındaki yüzde 57 artışın önemli nedenlerinden biri olarak gösteriliyor.
Bu suçların yüzde 87’sinin de ırkçı nefret saikli olduğunu unutmamak lazım. “AB’de kalalım” kampanyasını yürüten İşçi Partisi milletvekili Jo Cox’u seçim bölgesi olan Birstall kasabasında öldüren zanlı, göçmenlere ve mültecilere karşı söylemleri ve eylemleriyle bilinen ve İngiltere'nin AB'den ayrılması için kampanya yürüten aşırı sağcı grubun adı “Önce Britanya” diye haykırması bu nefret suçuna çarpıcı bir örnek. Zira bilindiği üzere nefret suçlarının diğer adı mesaj suçları, zanlı göçmen ve mültecilere mesajını çok açık ve tehditkar bir biçimde vermiş oluyor.
Medyada göçmenler, günah keçisi olarak ilan edildi. Haberlerde ve köşe yazılarında, göçmenler, İngiltere'nin ekonomik, sosyal ve politik sorunlarının sorumlusu olarak gösterildiler; örneğin göçmenler, doğum hizmetlerinden fazlası ile yararlanmak, konut krizi yaratmak, İngilizlerin iş imkanlarını ellerinden almak, maddi yardımlardan faydalanmak, maaşları düşürmek, Britanya'nın güvenliğini zayıflatmak ve ülke genelindeki suçu arttırmak ile eleştiriliyorlar.
Irkçı, yabancı düşmanı ve göçmen karşıtı söylem Birleşmiş Milletler Irk Ayrımcılığının Önlenmesi Komitesi (UN Committee on the Elimination of Racial Discrimination) tarafından kınanırken, ECRI [Irkçılığa ve Hoşgörüsüzlüğe Karşı Avrupa Komisyonu] Başkanı “ırkçı şiddetin” yükselişe geçişinin, bir rastlantı olmadığını zira geleneksel, sosyal medya ve hatta politikacılar arasında hoşgörüsüzlük ve nefret söyleminin endişe verici örneklerine tanıklık edildiğini açıklamıştı.
Göçmenler sıklıkla suçla ilişkilendiriliyordu. Örneğin; Daily Express, 'İngiltere'nin bazı bölgelerindeki tüm tecavüz ve cinayet şüphelilerinin yarısının yabancı olduğunu' iddia etti. Ön sayfa manşetlerine; Daily Mail, 'sınır dışı edemediğimiz AB katilleri ve tecavüzcüleri', Daily Telegraph da 'İngiltere'de yaşayan ücretsiz Avrupalı suçlular' gibi ifadeleri taşıdılar.
Göçmenlerin suça yatkınlıkları ve göçün yol açtığı zararlar haberlerde sıklıkla kullanıldı. Örneğin, Daily Express'ten Leo McKinstry haberinde, bir Arnavut suçlu göçmen olan Saloman Barci’ye, İngiliz vatandaşlarından daha fazla para ve destek vermekle hükümetin İngilizlerin haklarını ihmal ettiğini yazdı. Göçmenlere genellikle doğal afetler veya felaketler bağlamında; bataklık, fırtına, istila, akın, kuşatma, terör, kriz, kaos vs. gibi kelimelerle atıfta bulunuldu.
Suriyelilere odaklanan “ayrılma” kampanyacıları, aynı zamanda daha fazla “Müslüman"ın ülkeye geleceğini ve bunun da daha fazla İngiliz kadının tecavüze uğramasına ve Türkiye’nin 2020’de AB’ye girmesine neden olacağını öne sürüyorlardı.
Kalıp Yargılar
Lippman’ın “kafamızdaki resimler”, Allport’un ise belli bir kategoriyle eşleştirilen abartılmış inançlar olarak tanımladığı kalıp yargılar, değişime karşı dirençli ve özeleştirisi yapılmamış genellemeler bütünü.
Daily Mail, Sun ve Daily Express çoğu zaman haberlerinde kalıp yargılara başvurdular -Polonyalıları tesisatçı veya inşaatçı olarak, Bulgarları düşük vasıflı, Arnavutları, Türkleri, diğer Doğu Avrupa vatandaşlarını da dolandırıcı, suçlu, gangster, katil, uyuşturucu satıcısı, tecavüzcü veya terörist olarak nitelendirdiler.
Diğer önemli bir husus da İngiliz ulusal medyasının, IŞİD’in gerçekleştirdiği terörist saldırıları 9/11’in ertesinde ortaya çıkan “İslam eşittir terörizm" denklemini güçlendirerek, İslamofobiyi beslemesi ve Müslümanlara karşı olan önyargıları pekiştirmesidir. Avrupa’da olduğu gibi İngiltere’de de IŞİD saldırıları aşırı sağı ve göçmen karşıtlığını besleyen ana damar. Ne yazık ki medya da bu terörist saldırılar üzerinden göçmenleri vurmayı fırsat bildi.
Halbuki medya kalıp yargıların üreticisi ve dağıtıcısı olmaktan vazgeçip çeşitliliğe odaklanmalı, haberin içeriğini belli bir bağlama yerleştirmeli; yalnız olaylar ve sonuçlar üzerine değil, aynı zamanda nedenleri üzerine de odaklanmalı.
Popülizm ve medya
Dünya gittikçe kutuplaşan bir siyasete sürüklenirken, popüler siyasi liderlerin marjinal gruplara uyguladıkları ayrımcılık sonucunda sosyal medyada ırkçılığın, kadın ve yabancı düşmanlığının yükselişe geçmesi kaçınılmaz oluyor.
Popülist söylem, kendini yeniden üretebilmek için her zaman bir düşmana gereksinim duyar. Hemen hemen tüm sağ kanat popülist grupların devreye soktuğu komplo kuramları yaratma stratejisi çerçevesinde, seçkin grupların bir komplo çerçevesinde ortak hareket ettikleri savunulur.
Popülist siyasal söylem -yapısı gereği- çoklu sözel stratejileri kullanan özgün bir retoriğe sahiptir. İçeridekilere karşı dışarıdakiler, iyilere karşı kötüler gibi ikili karşıtlıklar üzerine kurulan retorik, karmaşık konulara basit ve küstah sloganlar ile çapraşık benzetmeler yoluyla desteklenir.
Popülizm-medya ikilisi simbiotik bir ilişki içerisindedir.Popülist temalara, liderlere, popülist aktörlerin medyatik performanslarına, skandallara, ve sıra dışı haberlere sıklıkla izleyici çekmek için yer verilir.
Siyasetçilerin Açıklamaları
Üzerinde göçmenlerin olduğu “AB hepimizi yüzüstü bıraktı” yazılı bir posteri dağıtan AB karşıtı UKIP partisinin [Birleşik Krallık Bağımsızlık Partisi] eski Başkanı Nigel Farage üzerine çok tepki çekti.
Ağustos 2018'de Boris Johnson’un, burka takan kadınları, 'banka soyguncuları' ve 'posta kutuları'na benzetmesi haberini The Telegraph yayımladığında tepkiler gelince gazete, İşçi Partisi’nin, Boris Johnson’un açıklamasını yine kavrayamadığını, bunun ırkçılıkla alakası olmadığını aksine Johnson’un liberalizm savunusu yaptığına dair tweet attı.
Bu ırkçı ve aşağılayıcı görüşler, nefret suçunu yüksek otoriteye sahip bir kişinin açıklamaları olarak meşrulaştırmakta, medya da bu açıklamaları vermekle veya savunmakla kamuoyunda bu zihniyeti onayladığı algısını yaratmakta.
İngiltere’de siyasî liderlerin göçmen/mülteci karşıtı açıklamaları üzerinden haber yapılıyor, asıl haberin baş öznesi olması gereken göçmenlere söz verilmiyor. İnsanlar niye göç ediyor, arkasında yatan sorunlar savaş, eşitsizlik, afet, sürgünlük, işsizlik, sağlık ve eğitim koşullarındaki yetersizlik vs. gibi birçok neden vardır. Medyanın görevi bunları doğru şekilde aktarmaktır.
Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi, devletlere, nefret söyleminin sahibi ile bunu yayımlayan medyayı birbirinden net olarak ayırt etmesini tavsiye etmektedir. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin (AİHM) siyasetçilerin kullandığı nefret içerikli ifadelere yönelik şu yaklaşımı çok önemlidir:
"Toplumun gözü önünde olan kişilerin nefret söyleminin üretilmesinde özellikle payı olabilmektedir. Siyasetçiler, sözlerinin ve eylemlerinin kitleleri etkilediğini ve bunların önemli ve tehlikeli sonuçları olabileceğini bilmeliler. Bu nedenle de başta siyasetçiler olmak üzere, kamuoyunda tanınmış, bilinen kişilerin bu içerikteki ifadeleri kullanmaması gerekmektedir."
Twitter kamu mağduriyetinin yaşandığı ve yaşatıldığı bir mecra. Brexit'ten sonraki günlerde yükselişe geçen #safetypin ve #postrefracism etiketleriyle yapılan paylaşımlar, saçılan nefret ve bağnazlığın gerçek boyutlarını sergiliyordu.
Cardiff Üniversitesi'nden HateLab'ın direktörü Profesör Matt Williams Müslüman karşıtı nefret söylemi, kadın düşmanlığı, LGBTIQ+ ve engelli karşıtı içerikleri Twitter'ın API'sını ve algoritmaları kullanarak gerçek zamanlı olarak saptayıp izlediklerini açıkladı.
İlk örnek Londra'daki Woolwich terörist saldırısı idi. HateLab, nefret söyleminin bir yarılanma ömrüne sahip olduğunu; olaydan sonraki ilk 24 ila 48 saat içinde dramatik bir artış olmasına rağmen sonra çok hızlı bir şekilde inişe geçtiğini açıkladı.
Kuşkusuz HateLab’ın yaptığı bu izleme çok önemli ancak deşifre edip raporlamak da kamuoyunda farkındalık ve bilinçlenmeyi arttırmak için başvurulması gereken en etkin yöntemlerden biri.
Haberlerde olumsuz ötekinin sunumu ile kendine hizmet eden olumlu bir sunumunun bir arada kullanılması, diğer tüm elit söylem biçimlerinde olduğu gibi olağan bir uygulama. Medyada yapılan ayrımcılık, nüfuz ettiği alanın büyüklüğü sebebiyle diğer tüm alanlardaki ayrımcılıktan çok daha fazla kişiye ulaşabilmekte, dolayısıyla kimlik inşasındaki ve önyargı oluşumundaki rolü çok daha güçlü olabilmektedir.
Göçmenlerin karşılaştığı sorunlar göz ardı edilmeden, sivil toplum grupları ve/veya bu alanda çalışmalar yapan, araştırmalar yürüten akademisyenlerin ve en önemlisi haberin asıl öznesi olan göçmenlerin görüşlerine başvurarak haberler yapılmalı, tabii ki yalnız olaylar ve sonuçlar üzerine odaklanarak değil, nedenleri de araştırılıp irdelenerek. (YGİ/APA)