Blok zinciri teknolojisi ve altyapısına dayanan kripto paralar hakkında her geçen gün daha fazla bilgi ediniyor, daha fazla haber okuyoruz. Her gün daha fazla insan bu teknoloji temelinde ortaya çıkan ürünlere yatırım yapıyor ve NFT gibi yeni dijital ürünleri kullanmaya başlıyor.
Bu dijital ürünler üzerine olan tartışmaların pek çoğu bunların akıllıca ve gerçekçi yatırımlar olup olmadığı etrafında dönüyor. Benim ilgilendiğim nokta ise blok zinciri teknolojisinin ve kripto paraların altında yatan ideolojik süreçlerin nasıl tanımlanabileceği.
Öyle ki konu hep yatırım ve teknoloji ekseninde konuşulurken, bu teknolojinin ideolojik boyutunun dayandığı yerler es geçiliyor. Her şeyden önce sıkça eleştirilen ekolojik maliyet konusundaki eleştirilere birebir katıldığımı söyleyerek; bu teknolojiyle ilgili tüm süreçlerde ekolojik maliyetin zamanla azaltılması ve olabildiğince sıfıra yakınlaştırılması gerekir. Bu önemli konuda çok fazla yazılıp çizildiği için bu konu başlığını olmazsa olmaz olarak görüp, parantez içine alıyorum.
Blok zinciri teknolojisinin temelinde, kullanıcıların birbirlerinin donanımından faydalanan bir şifreleme zinciri vasıtasıyla kendi aralarında datanın ve bu dataya bağlı dijital materyallerin sahipliğini teyit eden bir sistem oluşturur. Aslında anlık toplumsal sözleşmeler oluşturmak yoluyla kullanıcılar arasında bir ortalık yaratan ve devlet gibi kamusal aygıtları dışlayan teknolojiler bunlar. Blokchain mantığı mevcut haliyle ideolojik olarak üç sacayağı üzerine oturuyor:
Birinci ayak
Birinci ayakta otoritenin merkezsizleştirilip (de-centralize edilip), zincire üye olan herkesin arasında dağılması/dağıtılması mantığının olduğunu gözlemliyoruz. Otoritenin bireyler arasında dağıtılması liberter bir ideolojiye denk düşüyor. Sol görüşlü olup bu teknolojiyi destekleyen pek çok kişinin ilgisini çeken nokta tam da burası.
Devletin ceberut politikalarının karşısında üyelerin otoriteyi aralarında dağıtıp, özellikle de bankalar gibi “şer” odaklarının karşısında yer alması, kapitalist sisteme muhalif pek çok kişinin hoşuna gidiyor. Blockchain’in işleyişinin bazı potansiyeller barındırdığı ortada; ama maalesef mevcut durumda diğer sac ayaklarının bu potansiyelin önünü tıkadığını düşünmekteyim.
İkinci ayak
İkinci ve en güçlü sac ayağının; bu zincirin kapitalist, hatta birinci ayakla da bağlantılı şekilde anarko-kapitalist çerçevesi olduğu söylenebilir. Blok zinciri teknolojisinin yaygın kullanımlarından hiçbirisi mevcut kapitalist çerçeveyi dağıtıcı bir işlev üstlenmiyor, tersine mevcut kapitalist kurum ve araçlara inovasyon ve teknoloji üzerinden artıdeğer üretmeye yönelik yeni döneme uygun teknolojik bir çözüm öneriyor.
Mevcut egemen paralara, mesela dolara veya euroya alternatif olma iddiasıyla geliştirilen kripto paralar, seleflerinden çok daha spekülatif bir şekilde işlem görüyor ve para olmanın temel fonksiyonlarından biri olan borçlanma ve kredi işlevini henüz yerine getiremiyorlar. Öyle ki bu paraların en yaygını olan bitcoinle borçlanmaktansa, dolarla borçlanmak çok daha mantıklı, stabil ve güvenli.
Ayrıca sorunu bir aygıt olarak bankanın veya bir araç olarak paranın kendisinde görmektense, bu aracı kullanan sistemin yani kapitalizmin iç yapısında aramak çoğu zaman daha doğru bir çerçeve çizmeye yarıyor. Sorun günün sonunda bankalardaki paranın belirli toplumsal sınıflar arasında eşitsiz dağılımından kaynaklanıyor. Sınıfsal eşitsizlik bölgesel, ulus bazında ve uluslararası eşitsizlikle de destekleniyor.
Bu çerçevede eşitsiz gelişim yasasının kapitalizm içerisinde işlemeye devam ettiğini biliyoruz. Velhasıl aslında eşitsiz gelişimden kaynaklı, yani paylaşımdan kaynaklı bu sorunu banka sisteminden ve paranın fonksiyonlarından ibaret sayarak hem uluslar arasındaki hem de aynı ulusu oluşturan sınıflar arasındaki eşitsiz mübadele ilişkilerini görmemek sadece kapitalizmin daha hızlı, daha serbest bir dönemine uygun bir araç geliştirmek anlamına gelecektir. Yani bu yaşanan bir devrimse en fazla fiili nakdi değeri içeren metal paralardan, bir simgeye dönüşen ve paranın maden olarak maddiyatla ilişkisini koparan banknotların piyasaya sürülmesi veya bankaların kredi vermek yoluyla endirekt şekilde toplam havuzdaki parayı arttırmaları, yani bir şekilde “para basmaları” kadar bir devrim olacaktır.
Kapitalizmin 21. yüzyıldaki teknolojik ihtiyaçlarına uygun şekilde daha hızlı ve daha serbest bir para ortaya çıkacak; ama bu paranın belirli bölgelerin, ülkelerin ve sınıfların eline birikme sorunu giderilemeyecektir.
Tabi bu noktaya gelmeden önce pek çok ekonomistin uyardığı üzere kredi ve borçlanma karşılığı olmaması nedeniyle şimdilik sistemin ani para çıkışlarına karşı savunmasız olduğunu ve bu haliyle bir Ponzi şeması gibi işlediğini hatırlatmakta fayda var. Kripto paraların toplam hacmindeki büyüme eğrisi sürdükçe, yani giren paranın hacmi çıkan paradan daha fazla oldukça sistemin bu döneminin benzer şekilde kazanan birisinin aslında kaybeden birisinin parasını alması şeklinde işlemeye devam edeceğini öngörebiliriz. Yine de bu yapının geleneksel iktisadi bakış açısıyla kırılgan bir ekonomik çerçeve sunduğunu görmezden gelemeyiz.
Bu girişimin gelecekte yıkılmaması ise regüle edilip, uluslararası finansal sisteme dahil edilmesinden ve kripto paraların borçlanma aracı olarak da kullanılabilmesinden, yani tek taraflı yatırım aracı gücünü borçlanma aracı olarak da karşılayabilmesinden geçiyor. Bu sürecin nasıl işleyeceğini tahmin etmeye çalışmak bu yazının amacını aşar ve kahinliğin sınırlarına girmiş oluruz. Görünen o ki hep beraber değişimin nasıl gerçekleşeceğini gözlemleyeceğiz. Umarım ki zar zor biriktirdiklerini bu alana yatırmış bulunanlar kripto para dünyasının bu oturma sürecindeki olası çalkantı ve spekülasyonlarda çok zarara uğramasınlar.
Üçüncü ayak
Buradan 3. sacayağına geliyoruz. Blok zinciri finans üzerindeki devlet otoritesini ve finans sektörü içindeki “eşitsizliği” ortadan kaldırmayı amaçlarken aslında bunun yerine tek bir yazılımcının kurduğu teknolojik bir otoriteyi savunuyor durumda buluyor kendisini. Özellikle Bitcoin gibi popüler coin örneklerinin ana paylaşım ve şifreleme kurallarının topluluğu oluşturanların ihtiyaçlarına göre belirlenmekten öte mühendis tarafından yazılıyor olması üzerine düşünmek gerekmektedir.
Anlık toplumsal sözleşmenin mühendisin oluşturduğu teknoloji tarafından üretilmesi ve bu sistemin üretildikten sonra mühendisin de kontrolünden çıkması bu teknolojileri insan-sonrası olarak adlandırabileceğimiz bir noktaya doğru sürüklemektedir. İnsan-öznenin akışlar ve süreçlerde etkisini yitirdiği, insanın kendi oluşturduğu süreçlerin esiri olduğu bu eğilim aslında iyisiyle ve kötüsüyle demokrasi kültürünün tam tersi bir noktada yer alıyor.
Yani bu teknolojinin ister istemez demokrasi görünümü sunan ama özünde teknokratik-otoriter olan bir tarafı var. Oysa bilindiği ama sıkça unutulduğu üzere, devlet alanı aslında pratikte ideal bir sonucu olmasa da yine de nihai bir toplumsal sözleşmenin ve siyasetin alanıdır. Sınıflar arasındaki çatışmalar, çelişkiler ve güç ilişkileri devlet üzerine yansır. Kendi yapısına göre devletin de sınıflar üzerinde az veya çok nüfuzu vardır. Yani karmaşık bir sınıflararası toplumsal çelişki alanı, toplum-devlet çelişkisiyle birlikte çeşitlenerek karşılıklı iletişim/etkileşim/çatışma çerçevesinde sürekli hareket eden, dinamik bir yapı oluşturur.
Geniş bir tarihsel çerçeveden bakarsak demokrasi cephesinde Antik yunandan beridir siyasanın alanı olan devlette işler iyi gitmiyor olabilir. Bu çatışma alanında ekonomik açıdan da egemen sınıfların çıkarlarına yarayacak şekilde pek çok ceberutluk ve adaletsizlik gerçekleşiyor olabilir, lakin bu anlayıştan kurtulmanın yolu siyasal toposun, yani fiili mücadele alanının terkedilmesi ve tekil bir yazılımsal kurguya sahip bir finansal sisteme eklemlenmek değildir.
Keza nihai çözüm daha eşitlikçi bir ekonomik kurguyla birlikte yeni bir toplumsal sözleşme zeminini ortaya koyarak, devlet kurgusunu da bu sözleşmeye uygun şekilde yeniden düzenleyecek adımları atmaktan geçmektedir. Blok zinciri ideolojisinin ikinci zararlı sacayağı olarak tanımladığımız anarkokapitalist kamptan sıyrılmasının yolu, kapitalizm dışı alternatif üretim ve tüketim biçimlerine imkan verecek şekilde yeniden revize edilmesinden geçmektedir.
Uzun vadede doların veya altının yerini alacak daha “hızlı” hareket edebilen bir para icat etmeye çalışmaktansa blok zinciri altyapısının sağladığı teknolojik imkanları kullanarak Owen’ın 19. yüzyılda oturtmaya çalıştığı emek-para gibi alternatif paralar, ya da Strumilin’in SSCB’de uygulamak için üzerinde çalıştığı emek-para türünden reel ekonomi hayatla ilişkili paralar üzerinde çalışılabilir. Benzer şekilde kapitalizm içinde yoğun bir eşitsizliğe sebebiyet veren mirası engelleyecek ve değeri belirli kişilerin elinde birikmesine engel olacak son kullanma tarihi olan paralar üzerine de düşünülebilir.
Her halükarda bu alternatif kurgulu paraların toplumsal düzlemde kullanılabilmeleri yine egemen sınıf gücünün devlet içinde biriken fiili şiddet gücünün yenilmesine veya egemen sınıf pozisyonunun değişmesiyle birlikte ikna edilmesine dayandığı için son kertede sorun para veya teknoloji meselesinden öte siyasal bir sorundur ve son kertede yeniden tanımlanmış bir toplumsal sözleşme gerektirmektedir.
Blok zinciri ideolojisinin üçüncü sacayağı olarak otoriter yanının elenmesi ise mühendisin ekonomik inşa gücünün yeniden kamuya döndürülmesine, yani alternatif para kurgusundaki yerinin “kamu adına karar veren”den “kamu için eyleyen”e dönüştürülmesine bağlıdır. Bu maddeyi özellikle ethereum altyapısını kullanan programlanabilir coinlerin halihazırda varolması nedeniyle görece kolay buluyorum, fakat ethereum altyapısının da fiilen “bir” mühendisin kurgusu olması nedeniyle kritik bir eşikte kontrolsüzlük içeren bir unsur olarak düşünebiliriz. Bu noktada mühendislere karşı olduğum düşünülmesin.
Tek bir kişinin veya küçük bir grubun teknik kontrolü belirlediği, spekülasyona ve aldatmacaya açık ve bazı durumlarda da mühendisin dahi kontrolü kaybettiği bir mekanizmanın özü itibariyle kamusal bir nitelik taşımamasında sorun olduğunu savunuyorum. Eğer yukarıda belirttiğimiz gibi bir Owen’cı para veya Strumilin’in emek-zaman parası gibi sosyalist veya anarşist içerikli paralar yapılacaksa, bunların altyapılarının da belirli ademi merkeziyetçi kontrol mekanizmaları ve öğeleri taşıması gerekiyor.
Her ne kadar henüz emekleme aşamasında olsa da bu tarz sosyalist para tartışmalarının belli sitelerde, forumlarda tartışılmaya başladığını görüyor ve heyecanlanıyoruz. Ne olursa olsun unutulmaması gereken husus, kurtuluşun sadece finansal sistemi etkileyen ve revize eden bir mekanizmaya dayanmadığı noktası.
Neoliberal iktisat politikalarından bunalmış emekçi kitleler ve ekonomik sistemin dışında bırakılmış unsurlar kolektif üretim ve tüketim mekanizmaları kurup, bu aygıtları birbirine bağlayabildiklerinde Owencı denemenin modern versiyonu olabilecek coinlerin yeni bir şafağa uyanacaklarını varsayabiliriz. (MDY / YK)