New York şehrinin çoğunlukla İspanyolca konuşulan Spanish Harlem bölgesi 60'lı yıllarda patlamanın eşiğine gelmişti: Sokak kültürünün baskın olduğu El Barrio'da çoğunluğu oluşturan Latin Amerika kökenliler ve bilhassa Porto Rikolular toplumun kenarındaki konumlarına karşı müziğe sarılarak isyan ettier.
Ortalığı kasıp kavuran boogaloo (bugalú) tınıları ve dansı statükoyu sarsacak raddeye ulaştı, yalnız Latinler veya Siyahlar değil, Anglo-Sakson kökenliler ve toplumun diğer bileşenleri de bu çılgınlığa kendilerini kolaylıkla kaptırdılar. Latin müziği, funk, soul ve bluesla birleşmiş, İngilizce sözlerle bezenen şarkılarda New York'un çok kültürlü dokusu bereketli yüzünü bir kez daha göstermişti.
We Like It Like That (Bizim Hoşumuza Böylesi Gider) adlı belgesel bizi o dönemin coşkusuna sürüklediği gibi bugalú'nun evrensel enerjisini bir kez daha hissettirip ölümsüzlüğünü teyit ediyor.
Boogaloo'suz kalmayın
New York'ta beyaz öğrencilerin çoğunlukta olduğu eğitim kurumunda okuyan birinin "Burada İspanyolca konuşamazsın, burası ABD!" laflarıyla uyarılmış olması hayatında iz bırakan önemli bir anı.
50'li yıllardan itibaren Tito Puente, Eddie Palmieri veya Cal Tjader gibi ustaların ülkeye sevdirdiği jazz etkileşimli mambolar ve diğer latin müzikleri belirli elitlerin dağarcığında yer almaktaydı; fakat alt tabakalardan beslenen bu yeni füzyonun ortalığı bir ateş gibi sarması gecikmedi.
Harlem'in Doğusu, Güney Bronx ve Brooklyn'den yükselen bugalú, ırkçılığa maruz kalan, küçümsenen ve ayrımcılığa tabi tutulanlara güven kazandırdı. İnsanlar kültürlerine ve cemaatlerine daha fazla saygı duyar oldu, kendilerini oldukları gibi kabul etmeyi öğrendiler. Ne de olsa müzikleriyle tüm dünyaya seslenip kendilerini bir anda sevdirmeyi başarmışlardı. Danslarında ve kıyafetlerinde tamamıyla serbesttiler ve eski nesillerin temsil ettiklerine baş kaldırıp yeniliklere yelken açtılar.
Enerji dolu bu müziğin arkasında tabii ki her türlü uyuşturucu ve uyarıcılar vardı: kokain, marijuana veya asit gibi maddeler alemlerden eksik olmaz, eğlence sabahlara kadar sürerdi. Konga ustası Ray Barretto'nun Acid adlı parçasının ritmine kendini kaptırmamak mümkün görünmüyordu. Johnny Colòn Boogaloo Blues adlı kaydında Kübalı Ça-ça-ça'ya R.B. kattı, Joe Cuba Sextet Bang Bang dedi, Pete Rodriguez'den I Like it Like That geldi, Joe Bataan Gypsy Woman'la parladı.
İlle de kötümser olmak
Bir zamanlar baştacı edilen ustaların pabucu adeta dama atılmıştı, dolayısıyla programlarına ilgi çekebilmek için zaten ucuza çalan New York'un bu genç zıpırlarını kendi konser kadrolarına dahil etmek durumunda kalıyorlardı. Müzik tekellerini elinde tutanlar, tutucu eleştirmenlerle el ele vererek bugalú'yu acımasızca eleştirmeye giriştiler. Pürist bilirkişiler onları gereksiz ve anlamsız bir füzyonu ortaya çıkarmaktan dolayı suçluyorlardı: "Bunlar sokakta emprovize müzik yaptığını sanan serserilerden öte bir şey değiller" nidaları yükseliyordu. Oysa Eddie Palmieri Ay Que Rico ile ortalığı inletirken aslında onlardan rol çalmıştı.
Büyükler küçükleri bir şekilde sindirdi ve bugalú 70'lerin başında yeni yeni oluşturulmakta olan salsa çatısının altında eritildi.
Zaten belgesellerin olmazsa olmazı haline gelen üzücü anlar da tam bu döneme rastlıyor. New York'lu yönetmen Mathew Ramirez Warren'in klişelerden uzak bir belgesel çekmek istemiş olduğunu da zaten hiç sanmıyorum.
Yedi yaşındaki Marco Antonio Muñiz'in, Johnny Colòn tarafından yönetilen müzik okuluna, yaşı tutmamasına rağmen ısrarla devam edip sonradan Marc Anthony'ye dönüşmesi filmden tatlı bir ayrıntı.
Oysa bugalú gönülden var edilen bir müzik formu olarak bence hiç bir zaman sönmedi, popüler olmaya devam etti, on yıllar boyunca ortaya çıkan yeni akımlara temel oluşturup saltanatını sürdürdü. Bunun belgeselde örnek olarak gösterilen Ricky Martin veya Shakira gibi ticari misallerle kısıtlanamayacağı da kesin.
Her halukarda, birbirinden eğlenceli arşiv görüntülerinin yanında belgesel boyunca anılarını paylaşan bugalúnun duayenleri filmin sonunda Central Park'ta buluşup hayranlarıyla uzun süren hasret dönemine son veriyorlar ve New York mozağinin ortaya çıkardığı bu kıpır kıpır meyvenin tadına tekrar varmamızı sağlıyorlar; size de bugalúyla bir an önce senkronize olmanızı tavsiye ederim…(MT/NV)