Fotoğraf:Anadolu Ajansı
Zincir Kıran Kadınlar Derneği Başkanı Galatasaray Üniversitesi İletişim Fakültesi eski öğrencilerimden Hande Karaca beni arayıp kadın bisikletçilere hitaben onların medyada temsili üzerine on-line konuşma yapmamı istediğinde, hiç düşünmeden, memnuniyetle kabul ettim.
Hayatıma beş yaşında giren ve halen aktif olarak kullandığım bisiklet her bindiğimde zevk aldığım ve kendimi özgür hissettiğim sokak kültürü etkinlik aracı adeta.
Konuşmamda, bisikletin kadınlar için tarihteki önemine, bisiklete dair algıları ortaya koyan bazı saptamalara yer veren iki rapora, daha sonra da medyadaki temsillere ve en sonunda da bir takım çözüm önerilerine yer verdim. Konuşmamı kısaca aşağıda özetleyeceğim.
Kadınların özgürlüğe ve özgüvenlerine kavuşmaları konusunda çok etkili olan bisiklet 1910’ların başında başlayan Süfrajet hareketinin önemli aktörlerindendi.
Hareketin öncülerinden Amerikalı yazar ve aktivist Elizabeth Stanton “Biz kadınlar, oy kullanma hakkına doğru pedal çeviriyoruz” derken tabana yayılmış bu kadın hareketinin müjdesini veriyordu.
Bu dönemde, bisikletin kadınların bekareti bozduğuna dair yayılan safsataya rağmen, kadınlar bisiklet sürme konusunda tabuları yıkıp ağır ve uzun etekli elbiselerden kurtulup yaşamlarına pantolonu soktular.
Bisiklet Algısı Rapor sonuçları
2015 yılında ETİ’nin Aktif Yaşam Derneği iş birliği ile hayata geçirdiği Sarı Bisiklet Projesi kapsamında yapılan Bisiklet Algı Araştırması verilerine göre İstanbul’da bisiklet kullanan kadın oranı yüzde 5; ancak bisikleti günlük hayatın bir parçası haline getirebilmiş kadınların oranı ise çok düşük, sadece yüzde 0,6 (Kadınlar için Bisiklet Kılavuzu, ETİ Sarı Bisiklet & Bisikletli Kadın İnisiyatifi, 2016).
Diğer yandan ADHOC’un Bisiklet Algısı Raporu sonuçları da oldukça ilginç.
• Bisiklet algısı genel olarak pozitif, bisikletin kullanımı ve yaygınlaşmasına çoğunluk olumlu bakıyor • Bisiklet genellikle genç, bekar ve boş zamanı fazla onların yapabileceği bir aktivite olarak görülüyor.
• Kadınların bisiklet kullanımı düşük ve kadın bisikletlilere yönelik önyargılar var. Kadın bisikletliler normal kadınlardan farklı, ya sporcu, kaslı, erkeksi kadınlar olarak ya da zengin, havalı, özgür kadınlar olarak görülüyor.
Medyada bisiklet cinayetleri nasıl temsil ediliyor?
Medyanın, anlamın toplumsal inşasında ideolojik bir işlevi olduğunu biliyoruz. Bisikletçilerin basında yer alışları önyargılı, günlük bisiklet sürmeyle ilgili kamusal anlatı son derece çarpıtılmış; aşırı genelleştirilmiş ve yanıltıcı. Çoğu zaman, medyadaki önyargı, polis tarafından basına verilen ilk bilgilerden kaynaklanır. Birçok kez de medya bisiklet cinayetlerine karşı son derece ilgisiz, çoğunu görmezden geliyor.
Aslında bu sırf ülkemize has bir sorun da değil, evrensel bir sorun. Güney Florida Üniversitesi tarafından yakın zamanda yapılan bir araştırma bisiklet ölümleriyle ilgili medyanın son derece normalleştirici haberler yaptığını ve güvenlik sorumluluğunu tamamen bisikletçiye yüklediğini-bir başka deyişle sürücüyü aklayan, sorumluluğu ona yüklemeyen bir anlatım- ortaya koyuyor.
Ölen bisikletçinin adı açıkça verilirken, öldürenin ya verilmez ya da isim soyadı baş harfleri ile verilir. Genelde pasif/edilgen yapılar kullanılır: örneğin; "X bisikletçiye arabasıyla çarptı" yerine "Bisikletçiye araba çarptı".
Medya aynı kadın cinayetlerinde olduğu gibi, nasıl ki kadına yönelik şiddeti toplumsal bir sorun olarak ele almıyorsa, bisiklet ölümlerini de münferit bir olay gibi ele alıyor, halbuki bisiklet cinayetleri bir halk sağlığı sorunu. Bir araba yolda bisikletliye çarparsa veya kaldırıma çıkıp bir çocuğu öldürürse, yaygın olarak "kaza" olarak tanımlanıyor.
Bir sürücünün hız yapması, uykuya dalması, dikkatinin dağılması, sarhoş olması veya telefonla konuşması yüzünden oluşan şey kaza değil zira bu önlenebilir bir şey, direksiyon başına geçen herkesin bu olasılıkları göz ardı etmeden sorumluluk taşıdığı da bilinen bir gerçek.
O halde neden kurbanın kask takmadığı, koyu renkli giysiler giydiği, reflektörlü kıyafet giymediği için görülmediği vs. gibi saçma argümanlar medyada oldukça yaygın kullanılıyor.
Halbuki hepimizin bildiği bir gerçek var, sürücünün dikkati dağınıksa- özellikle son yıllarda çok sıklıkla duyulan araç kullanırken yapılan telefon konuşmaları ve mesajlaşma olaylarında, bisikletçinin koyu veya renkli giysiler giymesi veya sürücünün belli bir hızla çarpması sonucu bisikletçi kask taksa bile yaralanmalar ve ölümler önlenemiyor.
Kadın bisikletçilerin patlak lastik veya arıza durumlarında karşılaşabilecekleri sorunları çözemeyeceklerine dair medya algısının yanı sıra, ataerkil geleneklerin yansımalarına da sıklıkla tanıklık ediyoruz.
“Gece vakti kadın haliyle ara sokaklarda bisiklet ile ne işi varmış”, saldırıya uğrayan taciz edilen veya tecavüze uğrayan bir kadın neredeyse bisiklete bindiği için bu başına geldi algısı oluşturuluyor ve bu eril dil bu ataerkil yapıyı bir kez daha meşrulaştırıyor, suçluyu ve suçu onaylamış oluyor.
Cezasızlık
Bisikletçi cinayetlerine kaza denilerek alt sınırdan cezalar veriliyor. Örneğin, Umut Gündüz’ü öldüren kişiye 4 yıl 5 ay ceza verildi, ceza 5 yıl altında olduğu için fail hapis yatmayacak.
Cezasızlık sadece mağduru, maktulü değil, tüm toplumu ilgilendiren bir demokrasi meselesi. Cezasızlık kültürü geliştikçe, “kabullenme ve korkudan dolayı her şeye biat etme normalleşir. Cezasızlık, hayatta kalanlar arasında öfke, güvensizlik ve saldırganlık yaratır, hatta çoğu saldırganlıklarını da kendilerine yöneltiyor.
Çoğunlukla hayatta kalanlar, açık bir şekilde konuşabilecekleri ve hikayelerinin duyulduğu, anlaşıldığı ve kabul edildiği bir ortama ihtiyaç duyarlar.
Cezasızlık işlenen suçlarla ilgili kamuoyunda tartışmayı engeller. Suçlar gerektiği şekilde incelenip, kovuşturulmadığında, bu durum başkalarının da benzeri suçları işlemesini teşvik edecek şekilde faillerin cezasız kaldığı mesajını verir. Diğer yandan, faillerin cezasız kalması, şiddet olaylarının artmasına neden olur.
Şiddet içeren olaylara karşı herhangi bir korumanın söz konusu olmaması, dezavantajlı gruplara ait vatandaşların hukuka ve kamu kurumlarına olan güvenlerini yitirmesine ve böylece daha da tecrit olmalarına yol açar.
Neler yapılmalı?
-İlkokul seviyesinden başlamak üzere, bisikletle trafiğe çıkma eğitimi verilmeli, bunun yanı sıra medya özellikle bisikletin de diğer araçlar gibi yasal yol hakkı olduğunu ve trafikte 1.5 metre kuralına göre sürücülerin bu mesafeyi koruma şartları gibi konularda hem otomobil hem de bisiklet sürücü ve sürücü adaylarına trafik kuralları eğitimi verilmesi gerektiğini gündemden düşürmemelidir.
-Haberlerde sıklıkla karşılaştığımız “Ölüme pedal çeviriyordu” veya “Bisiklet sürücüsü şehir içinde kamyon altında kalarak can verdi” gibi başlıklarda sorulması gereken sorular sorulmalı, örneğin belli saatler içerisinde kamyonların şehir merkezlerine giriş özgürlüğünün olduğunu biliyoruz ancak kazanın o saatler içerisinde olmadığı durumlarda, “Kamyonun şehir merkezinde o saatte ne işi vardı? “Kamyon saatte kaç km hızla gidiyordu? gibi soruları medya mutlaka sormalı. Böylelikle bu bir kaza dememekle inkarcı dile başvurulmamış oluyor.
Aksi takdirde medya ölüm ve yaralanmalarla ilgili yapılabilecek hiçbir şey olmadığı, bunun bir şanssızlık olduğu algısı yaratarak, sürücüleri eylemlerinden dolayı sorumlu tutmamış oluyor.
-Medya bisiklet yaralanma ve ölümlerini bir halk sağlığı sorunu olarak ele almalı, ayrıca kaynak olarak yalnız polise değil, şehir planlama, yol güvenliği veya trafik mühendisliği uzmanlarına da başvurmalı.
-Medya ölüme veya yaralanmaya neden olan sürücünün adını geçirmekten imtina etmemeli zira sorumluluk araçta değil sürücüdedir. Örneğin, elde bir kanıt olmadan spekülatif bir biçimde bisiklet sürücüsünü, bir aracın önüne “fırladığı” gerekçesiyle suçlayan dil kullanılmamalı. Ayrıca ayrıntıları yayınlamanın aile ve arkadaşlar üzerinde etkisi de göz ardı edilmemeli.
-Medya cezasızlığı insan hakları odaklı habercilik bağlamında ele almalı, haber üretim ve sunum aşamalarında cezasızlığın hedefi konumundaki grupların temsilini ve katılımını göz ardı etmemelidir.
(YGİ/EMK)