Geçen hafta biamag’da “neden gezeriz” sorusuna cevap ararken, özellikle paket turlarla yurt dışına çıkacak gezginciye karşılaşacağı olumsuzluklar karşısında sakin ve sabırlı olmasını salık vermiştik.
Çıkacağınız bu türden gezilerde internetten ve kitaplardan öğrenemediğimiz bilgilere muhtemelen ulaşamayacaksınız. Ya da içinizdeki macera tutkusu ve yeni deneyimler edinme güdüsünü tam olarak karşılanmayacak. Zaten bir haftalık yolculuk kendinizi tanıma ve yeni deneyimler edinme isteğinizi, zaman darlığı nedeniyle imkansız kılacaktır. Ancak yine de paket tur satın alarak yurt dışına gidiyorsanız öğreneceğiniz ve sorgulayacağınız pek çok şey ile karşılaşabilirsiniz. Biz de epey kalabalık arkadaş grubuyla “Biraz heyecan biraz hüzün; işte Balkanlar!” diyerekyönümüzü Balkanlara çevirdik geçen haftalarda.
Çoğumuzun elinde yeşil pasaport vardı. Ama ülke dışına çıkmak yine de şartlara bağlıydı. Çalışanlar iş yerinden, emekliler SGK’dan maaş bordosu getirmişti yanında. Resmi kurumlarda bir bağınızın olduğunu kanıtlamamız gerekiyordu, çünkü yasadışı yollarla ülkeyi terk edecekler denetim altına alınması gerekiyordu. Evraklarımız tam olmasına rağmen yine de en sıkı denetimi Kapıkule sınır kapısında yaşadık.
Ve sabah çok erken saatlerde Sofya’ya vardık. Cumartesi günüydü ve sokaklar bomboştu. Şehrin göbeğinde alışık olmadığımız bir sessizlik hakimdi. Yerel rehbere “insanlar nerede” diye sorduk, o bizim sorumuza daha çok şaşırdı; Bulgaristan ülke olarak bile İstanbul’dan daha az nüfusa sahipti. Sofya’da ise bir milyon kişi yaşıyordu. Aslında Balkanların her köşesi sessizliği, yeşil doğası ve temiz çevresiyle insanı cezbediyor. Ve ilk selfimizi bu sakin ortamda çektik. Zaten gezi boyunca her adımda fotoğraflar çektik/çektirdik ve ilk fırsatta sosyal medya hesaplarımızda paylaştık.
İlk günden vatan hasreti
Herkes uykusuz ve yorgundu. Ama dizginlenemez keşif heyecanı içindeydik.
Sofya’nın en büyük kilisesi, tiyatrosunu, parlamentosunu, özgürlük heykelini, cumhurbaşkanlığı binasını görmek için can atıyorduk. Tarihi binalar bakımlı, temiz, trafik düzenli, sürücüler yayalara saygılı, parklar bahçeler insan dolu, herkes neşe içinde görünüyordu.
Etrafımız bizim gibi meraklı turist kaynıyordu.
Parkta rock roll müzik söyleyen gurup bizi görünce, “Üsküdar’a gideriken aldı da bir yağmur” namelerini seslendirmeye başladı. Hepimiz el çırparak onlara eşlik ettik. Daha ilk günden vatan hasreti sarmıştı hepimizi. Kendi ülkemizin güzellikleri üzerine sohbet etmeye başladık. Bu arda müzisyenleri unutup bahşiş bırakmadığımız için, onlar bizden sonraki turist grubunun milli şarkısına geçtiler hızla.
Ne Bulgaristanlı ne Türkiyeli
Yerel rehberimiz saatlerce anlattı Bulgaristan tarihini, bugün ki yönetim şeklini, ekonomisini, Osmanlı etkisini, Özal döneminde Türkiye’ye göçü, sonra bazılarının geri Bulgaristan’a dönüşünü. Avrupa Birliği’ne girdikten sonra yaşanan dönüşümü, yine de ciddi bir ayrımcılığa uğradıklarını, doğup büyüdükleri topraklarda yabancı sayıldıklarını, ne tam olarak Bulgaristanlı, ne de Türkiyeli sayıldıklarını, iki toplum arasında kalmanın zorluklarını...
Sıkıntılar ortaktı. İnsanın kendi toprağında yabancı hissetmesi, hep öteki olması, varlığının tehdit olarak algılanması, geleceği hep tedirginlik içinde beklemesi, kısacık ömründe rahat bir nefes alamaması aslında bir çoğumuzun bildiği ve tanıdığı ortak kaygılarımızdandı.
Sırbistan
Sonra Sırbistan Belgrad’a yola çıktık. Yol boyunca yemyeşil bir ülke gördük.
Belgrad’a ikinci gelişim, ama bu sefer yağmur yakamızı bırakmadı. Elimizdeki şemsiyeler ile yağmurdan daha inatçı çıkıyoruz. Birkaç saat sonra Kale Meydanı ve Sava Nehri’nin Tuna Nehrine karıştığı noktaya gözlüyoruz.
Tarihi olarak çok ilginç bir ülke Sırbistan. Eski Yugoslavya Federal Cumhuriyeti’nin bir parçası. Tito’nun ölümünden on yıl sonra kanlı bir şekilde parçalanan, Balkanların en güçlü ülkesi Yugoslavya. İç savaş sonunda Slovenya, Hırvatistan, Makedonya, Bosna-Hersek, Sırbistan ve Karadağ devletleri doğuyor içinden.
Bosna-Hersek
Gezi boyunca hepimizi en çok etkileyen Bosna-Hersek’de yaşanan katliamlarla ilgili yerel rehberimizin anlatımları oldu. Güleryüzlü, çok bilgili rehberimizin adı Nedzad Ahmetoviç. Saraybosna kuşatmasında küçük bir çocukmuş ve savaşta beş yaşında küçük kız kardeşi de öldürülmüş. Birkaç yıl boyunca binlerce ton bombaların atıldığını, günlerce aç kaldıklarını, ormandaki otlarla beslendiklerini, çok zor günler yaşadıklarını anlattı. O dönemde Saraybosna Sırp Kuvvetleri tarafından kuşatılıyor. Rehberimiz “o kadar acı bir şeydi ki kendi ordunuz tarafından kuşatılmak ve öldürmek”, dedi. O uzun kuşatma sonucu kente yiyecek, ilaç ve su tükeniyor. Bu kuşatmayı aşmak yaşam tüneli yapılıyor. 20 metrelik kısmını gördüğümüz bu tünelde kuşatma boyunca ölüm kalım mücadelesi veriyor Boşnaklar. Rehberimiz bugün bile Osmanlı döneminin referans gösterildiğini, geçmişin Sırplar tarafından hiç unutulmadığını anlattı. Ve lütfen siz ülke olarak iyi olun, bu bizi de etkiliyor, dedi.
İnsanın aklına ırkçılığın ne çok korkunç bir hastalık olduğu geliyor. Çok da evrensel bir hastalık ve maalesef tedavisi de yok. Aslında Boşnaklarda Sırplar gibi Slav ırkından, sadece dini inançları farklı. Boşnaklar sonradan Müslüman olmuşlar. Sırf bu yüzden kardeşler arasına kan davası girmiş, binlerce insan öldürülmüş. Tecavüz kampları kurularak toplumun hem geleceği yok edilmek istenmiş, hem de hafızaları kirletilmiş. UNESCO Dünya Mirası Listesi’nde yer alan Mostar’da da durum çok farklı değil. Savaş döneminde Hırvatlar tarafından bombalanan Osmanlı mirası Mostar Köprüsü Türkler tarafından tekrar yapılmış.
Garip bir yönetim şekli var Bosna-Hersek’in. Küçük bir ülkede Sırp, Hırvat ve Bosnalı üç cumhurbaşkanı dönüşümlü olarak görev yapıyor. Altı başbakanı ve üç bine yakın milletvekili var. Neredeyse bir kasabanın nüfusuna denk düşen kalabalık yönetici sayısı, bu küçük ülkede ne iş yapıyor, diye soruyoruz rehberimize. Üstelik Mostar’ın idaresi de Bosnalılara ait değil. Bu kadar parçalanmış bir toplum ve idare yapısından uzun vadeli barış çıkar mı? Tüm dünyanın gözü önünde, üstelik Avrupa’nın ortasında yaşanan savaş ortada çözümsüz sorunlar bırakarak bitirilmiş.
Hırvatistan - Karadağ
Sonraki durağımız Hırvatistan’ın Dubrovnik ve Karadağ’ın Kotor ve Budva şehirleri. Tipik İtalyan liman şehri özelliklerini taşıyor bu şehirler; güzeller ve farklılar. Tarihi evleri, dar sokakları ve çiçekli balkonlarıyla size başka diyarda olduğunuzu duyumsatıyor.
Dubrovnik Venediklilerin etkisinde kalmış. Kotor ise Osmanlı donanmasına kale duvarlarının sağlamlığı sayesinde direnmiş ve ele geçirilememiş. Budva büyüleyici denilecek kadar güzel bir şehir. Ama hepsi de olağanüstü kalabalık. O nedenle gittiğiniz yerlerin güzelliğini içimize çekmemize pek vakit kalmıyor. Sokaklarda huzur içinde yürümeniz mümkün değil. Adım başı kalabalık bir turist grup ile karşılaşıyorsunuz. Rehberler hep bir şeyler anlatıyor. Ancak gezinin en ilgisiz katılımcısının bile görüp şaşıracağı görüntüler bulmak mümkün. Balkanlar gezisi boyunca çok güzel et yemekleri yiyebilir, oldukça ucuza içkiler içebilirsiniz. Ama en güzel çorbayı Kotor’da içebilirsiniz. Dana etiyle harmanlanan oldukça lezzetli yerel bir çorbaları var.
Arnavutluk
Arnavutluk ise insanı rahatsız edecek kadar sessiz bir ülke. Geçmiş uygarlıkları hatırlatan hiçbir bir yapı yok nerdeyse. Rehberimiz Enver Hoca her şeyi yıkmış ve yerine bir şey de yapmamış, diyor. Birkaç sarı renkte hükümet binası var Tiran merkezinde. Ama çok güzel tirlece tatlısı ve bizdeki pidelere benzeyen pizzalar yapıyorlar.
Siyah biraları lezzetli. Şehir sokaklarında gezerken Türkiye’den bir arkadaşım Enver Hoca’nın memleketine selam gönderdi. Üzerimde kalmasın diye usulünce selamını Tiran sokaklarına ilettim. Arnavutluk’tan otobüsle geçerken uçsuz bucaksız bakir topraklar gördük. Ve bu yüzden teşekkür ettim Enver Hoca’ya. En azından çok bina yapıp çevreyi katletmediği için.
Makedonya
Arnavutluk ne kadar sakin ise Makedonya’da o kadar gürültücü bir ülke. Başkenti Üsküp tam bir şantiye alanı olmuş. Makedonlar ne kadar güçlü olduklarını dosta düşmana göstermek istercesine devasa heykeller, binalar, köprüler yapıyorlar. Kendilerini Helen soyundan saydıkları için, her yerde eski Yunan kahramanlarının yeni heykellerini buluyorsunuz. Bizim gittiğimiz gün kurtuluş günü varmış, şehrin meydanı oldukça şenlikliydi. Bir tarafta camide ezan sesi yankılanıyor, diğer tarafta caz müziği eşliğinde gençler dans ediyordu. Başka yerde kiliseler boy göstermiş. Çok kültürlülük, çok uluslu olmak aslında o kadar güzel bir şey ki. Barış içinde yaşasak çok şey öğreneceğiz birbirimizden.
Üsküp’de ki bu gürültüden sonra Makedonya’da en çok Ohrid’i sevdik. Üç yıl önce gittiğimde yüzmüştüm UNESCO’nun kültür mirası gölünde. Gün boyu Amasra’nın güzelliğini anımsatan sokaklarında dolaştık, tekne ile gölde gezinti yaptık. Akşam güzel yemekler eşliğinde elma yanaklı, baygın bakışlı Makedon kız ve oğlanların danslarını izledik büyük bir keyifle.
Sonrası Manastır ve Selanik. Atatürk’ün doğduğu ve askeri okuldan mezun olduğu iki şehir.
Yüz elli yıl önce daha modern bir toplumda doğan ve iyi bir eğitim alan Atatürk’ün neden farklı ideallerinin olduğunu gösteren ipuçlarına şahit oluyoruz.
Rehberimiz Manastır’da Atatürk’ün ilk aşkı Eleni’den bahsetti. Balkanların Leyla ile Mecnun hikayesi diye anlatılıyormuş. Bu konuyla ilgili gazeteci Musa Ağıcık’ın, Dr. Azmi Koçak ile birlikte yazdığı Atatürk’ün İlk Aşkı, Manastırlı Eleni kitabını okumuştum. Manastır sokaklarını gezerken Eleni’nin evini gösterdi rehberimiz. Şimdi başka amaçlarla kullanılıyormuş. Keşke Türkiye müze olarak düzenleseydi dedi. Keşke yapsalardı. Atatürk’ün daha çok askeri kişiliği konuşulsun istendi bizim ülkemizde. Belki onun âşık bir insan olarak resmedilmesi de çok güzel olurdu.
Platon; “Ben bir öğrenme meraklısıyım. Öte yandan ne kırların bana öğreteceği bir şey vardır ne de ağaçların; bunu yapsa yapsa şehirdeki insanlar yapar,” demiş. Biz de gezimizi onun ülkesinde/coğrafyasında insanlara, sokaklara, evlere, yollara, ağaçlara, kuşlara, taşlara doyamadan tamamladık. Şanslıydık iyi insanlarla tanıştık, birlikte uzun zaman geçirdik. Yolculuk boyunca yaşanan aksiliklerle kolay baş edebildik. Olağanüstü güzel Selanik gecesinde sirtakilerle eğlenip, Kavala’ya uğradıktan sonra turu bitirdik. (PT/HK)