12 Mart'ın 40. yılında, adı neredeyse bu dönemle özdeşleştirilen yazar Sevgi Soysal'ı hatırlamak ve yeniden düşünmek için bir etkinlik gerçekleştirilen İletişim Yayınları, bu buluşmaya katılanlara Soysal'ın daha önce hiçbir yerde yayımlanmamış bir de metnini sundu: "Bir Romanın Hatıratı".
Soysal bu kısa metinde, 1970 yılı Türkiye Radyo Televizyonları (TRT) Roman Başarı Ödülü'nü alan "Yürümek" romanının 12 Mart sonrasında başına gelenleri anlatıyor:
"Bir Romanın Hatıratı"
Seviyordum "yürümek" sözcüğünü; ilerlemeyi, değişimi, durdurulmaz oluşumları gözlemeyi. Kavradıklarını, belki özümleme zorluğundan, kusanlardandım; oturmuş, ufak bir roman yazmıştım.
Her attığı adımı ilerleme sanan, bu nedenle biraz erken ve çabuk yorulan bir kadının, yanlışlara yanlış ad koya koya vardığı labirent içinde, duyduğu kaçınılmaz bunalımları, belirli ve sağlıklı kurallar içinde değişen doğayı, sağlam durumlar ortasındaki bireysel çırpınışların anlamsızlığını, o zamanlar bildiğim ve anlatmak istediğim daha birkaç şeyi sığdırmıştım bu kitaba; sığdırmak istemiştim. Elâ'nın onu bıraktığım yürümek noktasında, ilerlemenin gerçek anlamını kavrayacağını umarak.
Böyle işte, Elâ kendisinden beklenen bir yana, atabileceği adımları atadursun, safdil geçmişi umumun ahlâk ve edebini fena halde rencide etmesin mi? Ama Elâ ne de olsa bir roman kahramanıdır, "Yürümek" romanının yüz kızartıcılığından sorumlu tutulamaz. Kim sorumlu tutulacak peki koskoca Türk toplumunun genel ahlâk ve adabından?
Zaman o zamandı, pek çok suçlu ihbar ediliverdi hemen. Bir kez TRT suçluydu, bu romana ödül vererek ve memleketi 12 Mart kıyısına getirerek. Bir de, suçlu, namuslu aile kadınları yerine Elâ adlı bir hayâsızın evrak-ı metrûkesini dile getiren, hem TRT'de çalışıp hem ödül alarak TRT'yi iki kez 12 Mart'a getiren, en kötüsü şimdi; Türk erkekleri arasında, eşeklerle söylemesi ayıp şeyler yapanlar olduğunu yazmaktan hicap duymayan roman yazarı kadındı asıl suçlu. TRT ödüllerinin sorumluları, "suça teşvikten" yargılanadursunlar, TRT içinde onu asla 12 Mart'a getirmemiş masumlar da vardı.
Genel ahlâk ve âdaba son derece düşkün, 12 Mart suçlularıyla aynı çatı altında bulunmaktan bedbahtlık duyan ve Türk erkekleri arasında eşeklere, söylemesi ayıp şeyler yapanlar olabileceği iftirasını şiddetle reddedenler. Bunlar, kendilerini ve kurumlarını bu lekeden temizlemeliydiler.
Aklanma çabaları iki koldan yürütüldü:
1. TRT içi
2. TRT dışı
Önce bir tamim yayınlandı:
Sayı: 005-7-0/1145
Konu: "Yürümek" adlı roman hakkında 3.5.1971
ÇOK Acele
Sevgi Sabuncu'nun yazdığı "Yürümek" adlı roman incelenmiş ve mevcut ahlâk kurullarımıza aykırı, bir kamu teşekkülü olan TRT mikrofonlarından yayını uygunsuz görülmüştür.
Her ne şekil ve suretle olursa olsun radyolarımızdan yayınlanmaması hususuna dikkatinizi rica ederim.
Dağıtım: Program
Etüd ve Planlama D. Bşk.Genel Müdür
Ankara Radyosu
İstanbul Radyosu
Genel Müdürlük böyle bir tamim yayınlayarak, zinde çevrelere, "Yürümek" romanı hakkındaki kişisel düşüncesini açıklamış ve gerçek TRT'nin, romana verilen TRT ödülüyle ilişiği olmadığını kanıtlamış oluyordu. Bu tamimin uygulamada bazı faydaları da oldu, ısrarla "Yürümek" sözcüğünü kullanan bir programcının programı sansür edildi.
Peki ama romancı ne olacaktı, o elini kolunu sallayarak, yeni romanlar mı yazacaktı, TRT'yi yeniden 12 Mart'a mı getirecekti? İşte TRT dışı çabalar bundan sonra yoğunlaştı.
Büyük Millet Meclisi'nde TRT bütçesi görüşülürken bu fırsat değerlendirildi. TRT bütçesini eleştirecek değerli milletvekillerine, eleştirilerinin daha bilimsel olması için Yürümek romanı el altından sunuldu. İşte böylece Yürümek romanı TRT bütçe müzakerelerine ışık tutucu belgesel niteliği kazandı.
Milletvekilleri "Yürümek"ten parçalar okuyarak bütçe eleştirilerini belgelediler. Ne boyutlar kazanıverdi romanım, bir sayfası bütçeler eleştiriyor, memleketi uçuruma getirenlerin iddianamesi oluveriyordu.
"Yürümek" romanım yayalıktan çoktan kurtulmuştu artık, motorize olmuştu, tank olmuştu, her coğrafyada akıl almaz bir hızla ilerleyen bir tank.
TRT bütçesi gibi önemli bir konuda, birkaç sayfayla yetinmeyecek kadar titiz olan komisyonun üyeleri resmi bir yazıyla TRT'ye başvurdular ve kitabın bütün komisyon üyelerine dağıtılmasını istediler.
İç düşmanlarından temizlenmek için, bu önemli belgeyi raportör milletvekillerinin hizmetine sunmuş olan yetkililer, adı geçen romanın TRT yayını olmadığı gibi baştan savucu bir karşılıkta bulunamazlardı. Kitap satın alma komisyonundan karar çıkartıldı ve gerekli sayıda "Yürümek" romanı, yayınevinden satın alındı.
Artık TRT bütçe görüşmeleri selâmete çıkmıştı, milletvekillerine gerekli el kitabı olan "Yürümek" romanı dağıtılmıştı.
Ah, nasıl bir roman yazmıştım ben! Artık benim hâkimiyetimden çoktan sıyrılmış olan romanım nerelere ışınlamıyordu ki beni? Bütçe müzakerelerine, ordan basına ve teeddübden teeddübe düşen sosyete salonlarına. Yine Meclis'e. Ve bütçe müzakerelerinin en titiz ve dikkatli üyesi kitabın kapağında önemli bir delil yakaladı: Bir fotoğrafımın negatifinin basılı olduğu kapakta.
Ah, nasıl söylemeli, nasıl anlatmalı? Çoktan sözümü dinlemez olmuştu romanım, ordan oraya ışınlayıp duruyordu beni. Önce Türkiye radyolarına, sonra Büyük Millet Meclisi'ne, sonra basına ışınlıyordu yüz kızartıcı görüntümü: Nankör roman! Volkanlılarla işbirliği yapıyordu romanım, kapağında bir, bir... erkek cinsiyet organı varmış gibi yapıyordu, titiz milletvekilinin gözüne, böyle bir şey gösteriyordu.
Romanımın kapağında keşfedilen phallus heyecan, tiksinti ve nefret yaratmıştı. Sözü birbirlerinin ağzından alan milletvekilleri, Kosova'dan, Malazgirt'ten, Sakarya'dan ecdatlarının tarihe yazdığı şanlı sayfalardan söz ettiler. Niçin mi? Bu sayfalarla "Yürümek" romanının bir iki sayfasını ve kapağını kıyaslamak için. Sonra, "karılarından, bacılarından, kızlarından bu romanı nereye saklayacaklarını bilemedikleri" için. Ah, yürümek derken, durmak bilmiyordu hain roman, tekmil bacılara, namuslu ev hanımlarına ve aile kızlarına ışınlıyordu yüz kızartıcı kapağını.
Yapacak bir şey yoktu benim için gerçekten, süklüm püklüm, evden işe-işten eve gitmekten başka, ama kurtulamıyordum romanımdan. Bir akşamüstü, evime doğru, herhangi, asla roman yazmamış bir memure gibi dönerken, bahçe duvarına kümelenmiş kopiller bağırdılar arkamdan...
"Yürümek... Sevgi Sabuncu... Yürümek!.."
Yok yazıldığı gibi değildi bu roman artık, biçim, kılık, kalıp değiştiriyor, her taşın altından çıkıyordu karşıma. Kırk yılın birinde berbere gitsem, manikürcü kız, gözlerini süze süze soruyordu:
"Yürümek romanını siz mi yazdınız abla?"
Sonra hiç roman okumadıklarını pek iyi tahmin edebileceğim kişiler, ansızın "Aşkol, bana romanından vermezsen bozulurum" diye sırnaşıveriyorlardı.
Hiçbir ananın oğluna almayacağı, hiçbir kendini bilen hanfendinin ahbaplık etmeyeceği, hiçbir ciddi ve güvenilir kurumun iş vermeyeceği, hiçbir bankanın kredi vermeyeceği, hiçbir bonosunun kırılmayacağı, hiç bir nikâha şahit olamayacak, hiçbir senede kefil olamayacak biri kılacaktı romanım beni. Adını "Yürümek" kor musun; ilerlemenin kurallarından söz eder misin? Al sana akıl almaz bir deli koşturması!
Romanımı, yeteri kadar vatanperver kınadıktan, yeteri kadar aile kadını evine sokmadıktan sonra, köklü tedbirler alınmasına sıra geldi.
O sıralar zaten hep köklü tedbirler alınıyordu, o sıralar zaten hep yuvalar kazınıyor, kökler temizleniyordu.
Böylece, "Sevgi Sabuncu tarafından yazılarak Aralık 1970 tarihinde Sevinç matbaasında bastırılan 'Yürümek' isimli Roman kitabının, 10. Sulh Ceza Mahkemesinin 17/6/1971 tarih, 971 sayılı kararı ile toplattırılmasına karar verildi."
Sevgi Sabuncu, 24/6/1971 tarihinde bir dilekçe ile bu karara itiraz etmek istedi ise de, adliye sarayında itiraz dilekçesini kabul edecek bir merci bulamadı.
Sonunda küf kokan, evrak dolu bir odada, kara kolluklu yaşlıca bir evrak memuru, hayatta yemiş olduğu sillelerin verdiği umursamazlıkla yüzü kızarmadan dilekçeyi aldı ve okudu. Kafasını çok yaşamış, güngörmüşçesine salladıktan sonra, indirdiği bir dosyada dilekçenin "ilgisini" buldu. İtiraz dilekçesinin ilgisi, müstehcen sayfası açılarak öteki sayfaları toptan zımbalanmış "Yürümek" romanıydı.
Evrak memuru, suç delilini okudu, bana döndü:
"Kızım doğru yazmışsın ama keşke yazmasaydın, bu adamlar cahildir anlamazlar."
Sonra karşısına kırk yılın birinde, evrak yerine canlı birinin çıkışının verdiği sevecenlikle, yardıma karar verdi. "Burda kimin kimsen var mı?" "Yok." "İyi öyleyse, bak ben senin ağabeyinim, bu belâdan kurtarayım seni."
Büyük şehirde ilaçla uyutularak bekâretini yitirmiş taşralı bir kız görüyordu karşısında, dilekçem elindeydi, ses etmedim. O önde ben arkada koridorlar geçtik, merdivenler indik-çıktık, sonunda bir mahkeme kapısına vardık. Evrak memuru, önce kendi girdi mahkemeye, sonra kapı aralığından sadece kolluklu kolunu uzatarak içeri girmemi işaret etti.
Hemen savundu beni.
"Bu kızcağız, Ankara'da yalnızmış hâkim bey, bu romanı hayâlen yazmış, kendi yaşamamış, bu seferlik mazur görün..."
Hâkim başını kaldırmasıyla ve de dilekçede adımı görmesiyle ve de beni görmesiyle: "Defol..." diye bağırarak... Adliyeden ışınlanmıştım.
Böylece Türk Ceza Kanunu'nun (TCK) 427. maddesine muhalefetten sanık Sevgi Soysal hakkında Toplu Basın Asliye Ceza mahkemesinde dava açıldı. İddianameyi tebelluğ ettim. "Yukarda açık kimliği yazılı Sevgi Sabuncu tarafından yazılan 'Yürümek' adlı kitabın 89. sahifesinde başlayıp 91. sahifesinde sonra eren.... kısmının TCK. 427. maddesine aykırı nitelikte bulunduğu anlaşılmış ve bu kitabın toplattırılmasına Ankara 10. Sulh Ceza Hakimliğince 17/6/1971 tarihinde 971/56 müteferrik sayıyla karar verilmiş olup hazırlık soruşturması evrakı ilişikte sunulmuştur.
Yazar Sevgi Sabuncu'nun yargılanmasının mahkemenizde yapılarak, hareketine uyan 5680 sayılı kanunun 143 sayılı kanunla muadil 16/1 ve TCK'nin 427. maddeleri delaletiyle TCK'nin 426. maddesine göre cezalandırılmasına ve kitabın TCK'nin 427/2. maddesine göre müsadere ve imhasına karar verilmesi iddia olunur, 17.6.1971
Cumhuriyet Savcı Yardımcısı"
Büyük tirajlı gazetelerde bir manşet
"Program Uzmanı Sevgi Sabuncu'nun TRT ödülü alan 'Yürümek' adlı romanı, hayvanlarla cinsi münasebeti övücü nitelikte bulunduğu için toplattırıldı."
Hayvanlarla cinsi münasebeti övücü nitelikte... Bozkırlar, Karedeniz, Karadeniz'deki ölü balıklar, Tirebolu miskinliği, karıncalar, Yenişehir çocukları, tavşanlar, kirpiler, tereyağ yemeyen Şenel, asma kökleri, Memet'in erkeklik gururu, fareler, şeytanı mızraklayan Aya Yorgi, sürgünleri kemiren sincaplar, Memet'i kahreden genelev, kemirmekten bıkmayan porsuk, iyi yemek yemesini bilmeyen biriyle yatmayacak kadar iyi terbiye görmüş olan Elâ, aslında insandan korkan kurtlar, Hilton Oteli'nde geçen balayı, bereketli topraklarda serpilen haşhaş tohumu, hastahane hademelerinin gözünde bir hiç olan yüzbinlerin doğumu, ölümden daha çabuk çoğalan hamam böcekleri, amansız ayrık otları, bir sinek ölür gibi gerçekleşen boşanma, deri değiştiren yılan, Elâ'nın bir türlü patlamayan bombası, Elâ'yla Memet'in sevişmesi, bozuk musluktan akan sular, İmroz, yaşlı Rum'un boğulan keçisi, her şeyden soyutlanması mümkün olmayan mutluluk, tükenmişin üstünde çoğalanlar, geri dönen som balığı, nüfus kâğıtlarının, banka ve aile cüzdanlarının yanına bırakılan cümleler, yürümek, dönüp bakmamak arkaya... Bunlar, bütün bunlar işte, uzayın belirsiz yerlerine ışınlanmış, terk etmişlerdi romanımı.
"Hayvanlarla cinsi münasebeti övücü nitelik"le kaldım mı şimdi baş başa.(SS/BB)