TVdeki söyleşiyi izleyemedim. Dolayısıyla Birand-Çandar ikilisi ile Wolfowitzin konuşurken ne tür jest ve mimikler yaptıklarını göremedim. Ancak e-kolay.net sitesinden söyleşinin deşifresini inceledim. Metni, genel olarak gazetecilik, esas olarak da söyleşi tekniği açılarından değerlendirmeye, tahlil etmeye çalışacağım.
Söyleşi kuralları
Öncelikle söyleşi (interview) tekniğinin bir kaç temel özelliğine değinmekte yarar var:
* Söyleşi, sonuç olarak bir bilgi, haber alma yöntemidir. Belgelerde, açıklama ya da haberlerde bulamayacağınız bilgileri ve fikirleri, haber ya da bilgi kaynağı olan kişiyle görüşerek, ona sorular sorararak alabilmeniz için geliştirilmiş bir tekniktir.
* Dolayısıyla söyleşiyi, diğer haber alma tekniklerinden ayırt eden en önemli yanı, karşılıklı etkileşime elverişli olmasıdır. Haber ya da bilgi ya da görüş sahibi bir kişi ile, serbest bir ortamda, uzun süre içinde görüşme imkanınız olduğu için, kaynağın verdiği bilgileri sorularla açmak, çelişkileri ortaya çıkarmak olanağına sahipsiniz. Söyleşiyi, yazılı ya da sözlü basın açıklamasından, ya da ayaküstü alınan demeçlerden ayırt eden en önemli özellik işte budur.
* Söyleşi, bilgi ve görüşlerini açıklayan insana bir serbest kürsü sunmak değildir. Onun söylediklerini deşerek, irdeleyerek, sorularla eleştirerek, kısaca sorgulayarak aktarmaktır. Söyleşi veren kişi kuşkusuz istediği görüşü özgürce savunmakta serbesttir. Ancak, savunduğu görüşü ifade ederken dayandığı somut olguların da tartışma yaratmaması gerekir. Konuk, gazetecinin sorularını yanıtlarken, somut gerçeklerle ve bizzat kendisinin daha önce yaptığı açıklamalarla tenakuza düşmemelidir. Düşerse, gazeteci bu çelişkiyi hatırlatmalı ve farklılığın nedenlerini sormalıdır.
Dolayısıyla, söyleşiyi yapan gazeteci, karşısındaki insan somut olgulara dayanmadığı zaman ya da yanlış, eksik, tahrifatlı olgulara dayandığı zaman müdahale etmelidir. İyi bir gazeteci, söyleşi yaparken, karşısındakinin söylediklerini dikkatle izlemeli, takıldığı, kuşku duyduğu herhangi bir bilgi ya da fikri hemen ara sorularla ya da kontr sorularla açmalıdır.
* Söyleşiyi yapan gazeteci (intervieweer) söyleşi yapacağı kişiyi (intervieweee) de gelişigüzel seçemez. Söyleşinin doyurucu, yeni bilgi ya da görüş açısı sağlayabilmesi için, intervieweer söyleşi yapacağı konunun en önemli, en yetkin sorumlusunu bulmak zorundadır.
* Çeşitli söyleşi tarzları, türleri bulunmasına rağmen, Oriana Fallaci tarzı ile Larry King yöntemi ya da BBC modeli gibi farklı metodlar da olsa, bu değişik tarzların tümü aynı amaca hizmet eder, ancak intervieweer ile interviewee arasındaki ilişkilerin niteliği değişmese de, sorgulama (sıkıştırma), tersleme etkinliğinde dozaj değişebilir. Amaç, tüm söyleşilerde aynıdır: Bilgi ya da görüş sahibi konuğun, bilgi ve görüşlerini net, sade, çelişkisiz bir şekilde kamuoyuna sunması
* İnterviewer, söyleşi sırasında kendi görüşleri ile intervieweenin görüşleri arasında değil, konuğunun bilgi ve görüşleri ile somut gerçekler ve kamunun görüşleri arasındaki bir tartışmayı yöneten kişi konumunda olmalıdır. Çünkü, intervieweer konuğunun karşısına geçtiğinde, somut gerçeklerin ve kamuoyunun adına orada iş yapmaktadır.
Söyleşi mi söylem mi?
Gelelim şimdi somut olarak Birand-Çandar ikilisinin Wolfowitz söyleşisine:
Bu söyleşi yukarıda belirtilen temel söyleşi kurallarının büyük bir çoğunluğunu ihlal ediyor. Birand ve Çandarın çeyrek asrı aşkın tecrübelerine rağmen metin, bir söyleşi deşifresinden çok, Wolfowitze sunulmuş bir serbest kürsü izlenimi veriyor.
Benim elimdeki tam deşifre metin, toplam 5 sayfa, 3 bin 416 kelime, boşluklar hesaba alınmazsa 22 bin 263 vuruştan oluşuyor. TV yayınında kaç dakika tuttuğunu bilmiyorum.
Metni hem satır satır hem de tematik olarak irdeleyecek olursak özellikle de bazı geçmiş bilgileri (background information) göz önünde bulundurursak sonuçta ortaya söyleşiyi yapanların ve söyleşi yapılan kişinin siyasi-ideolojik amaçlarına uygun bir sipariş söyleşi olduğunu görüyoruz.
Söyleşinin amacı
Birand ve Çandar, Türk medyasında, ABDnin Iraka saldırmasını ve hatta Türkiyenin de bu saldırıya mutlaka katılması gerektiğini savunan önde gelen savaş yanlısı iki köşe yazarı olarak biliniyor. Bu söyleşi de, bir yandan Wolfowitz aracılığıyla Türkiyede Amerikan etkisini güçlendirmeye çalışırken, bir yandan da Birand-Çandar ikilisinin savaş yanlısı görüşlerini, saldırıdan sonra olsa da, onaylattırmayı, meşru hale getirtmeyi amaçlıyor.
Çandarın Wolfowitzle Washington yıllarında başlamış olan özel ilişkilerini bilenler, söyleşinin Çandar aracılığıyla hazırlandığını, planlandığını kolayca kestirebilir. Zaten Wolfowitz de söyleşinin bir aşamasında, aslında pek de adet olmamasına rağmen, Çandara Cengiz diye hitap ediyor. Mr. Çandar diyeceğine... Cengiz, bu ara işin yoksa atla bir gel Washingtona biraz konuşalım seninle demiş olabilir Wolfowitz. Çünkü 36 saatliğine Washingtona sadece Wolfowitz ile üstelik aniden söyleşiye gidiliyorsa ve bu durum da faş ediliyorsa, anlamlı.
Burada da sadece etik değil teknik bir sorun da var: Çandar ile Wolfowitz arasında kamuoyunca belki de bilinmeyen bir organik ilişki olabilir. Mesela İnternetde 10 dakika dolaşan biri, Wolfowitzin sorumlu ya da etkili olduğu kuruluşların birinde Çandarın adına rastlayabilir. Çandar, Wolfowitzle olan siyasi-ideolojik yakınlığının yanısıra acaba şimdi de eski bir lutufun diyetini mi ödüyor sorusu, meşru bir sorudur.
İşin teknik yanı da şu: Gazeteci, kişisel olarak organik ilişkide, çıkar ilişkisi içinde olduğu kişi ve kurumların haberini yapmaz, söz konusu kişilerle söyleşi de yapmaz. Gazetecinin görevi, kamuoyunu bilgilendirmektir. Bu bilgilendirme işlevi, sadece ve sadece kamunun habere ve bilgiye özgürce ulaşma hakkını sağlamak için yapılır. Gazeteciye yapılmış bir iyilik, sağlanmış bir çıkar karşılığında gazeteci iyilik ya da çıkar karşılığını haber ya da söyleşiyle ödeyemez.
Gazetecilik, özel ilişkilerin, özel çıkarların söyleşi aracılığıyla diyet ya da borç ödeme mecrası değildir. Çandarın bu söyleşiyi tek başına yapmaktansa Birandla birlikte yapması bu özel ilişkiyi örtmeye mi hizmet ediyor? Yoksa Çandarın savaş zamanında Doğan Grubu ile olan yakınlaşmasına mı? Ben yine de organik çıkar ilişkisini, siyasal-ideolojik ilişkiden daha önemsiz buluyorum.
Eş-dost sohbeti havasında...
Deşifre metinde ne yazık ki hangi soruyu kimin sorduğu belirtilmemiş. Gerçi Birandla Çandar arasında Wolfowitz hayranlığı konusunda en fazla nüans olabilir ama yine de soru sahipleri belirtilmeliydi.
Daha başlangıçta, yani ilk soruda, büyük bir ihtimalle Birand, söyleşinin olası gidişatı konusunda izleyicilere açık bir ipucu veriyor: Wolfowitzi tanıtırken , Irakın vurulması gerektiğini baştan beri söyleyen insan diye sunuyor. Yani öngörüeri doğrulanmış bir yetkiliyle karşı karşıyasınız sayın seyirciler!
Ayrıntılı ve derin söylem tahliline girişmeyeceğim ama kullanılan sözcükler, tercih edilen deyimler ve genel söylem tarzı da bence çok sorunlu: Söyleşinin hiç bir satırında, işgal, saldırı sözcükleri geçmiyor, çok daha masum bir deyim olan askeri harekat tercih ediliyor.
Dikkat çeken bir başka nokta ise, Wolfowitzin genel olarak emir kipi kullanması. Yapmalı, etmeli, düşünmeli... Wolfowitz istediği kipi kullanmakta özgür ama söyleşi yapanların da bu kipe hiç bir itiraz getirmeden, uslu uslu, birer zabıt katibi gibi, tüm söylenenleri hiç sorgulamadan kaydetmeleri başarılı bir gazetecilik örneği değil hani! Söyleşi mi yapıyorsunuz dikte mi alıyorsunuz?
Üstelik Wolfowitz, emir kipi kullanırken yaptığı önermeler, Türkiyenin dış politikasına ilişkin. Gazeteci bu durumda, Bu sözlerinizin Türkiyenin iç işlerine müdahale olarak algılanmasından çekinmiyor musunuz? sorusunu gündeme getirmesinde hiç bir sakınca yok. Hatta neredeyse mecburiyet var.
Keza Wolfowitz, bir yerde Ben Tük olsam...diye başlayıp görüşlerini belirtirken, Çandar-Birandın Türk vatandaşlığına geçmek gibi bir niyetiniz var mı? sorusunu sorabilirlerdi. Teknik boyut, siyasal-ideolojik mecranın üstüne çıkamaz. Birand-Çandar aslında kime, neyin, ne zaman sorulacağını çok iyi bilirler. Burada yaptıkları mesleki bir hata değil aslında. Onların dogmatik bir şekilde savaş ve Amerikan yanlısı olmaları mesleklerini doğru dürüst ifa etmelerine engel oluyor.
Söylem konusunda daha derin tahlil için metnin orijinalini, yani İngilizcesini görmek lazım. Birandla Çandar, İngilizce konusunda herhangi bir sorunu sıkıntısı olmayan gazeteciler. Ancak çevirinin kim tarafından nasıl yapıldığına dair bir bilgi e-kolay sitesinde bulunmuyor.
Neden Wolfowitz?
Birand-Çandar, bozulan Ankara-Washington ilişkilerini deşmek istemişler. Güzel. Bu konuda söyleşi yapıyorlar. Bu da iyi. Ama bu konuda kimle söyleşi yapmak gerek? Üstelik söyleşi yapılacak kişiyi gazeteci (ya da gazete yönetimi) mi seçer yoksa söyleşi yapılacak kişi mi tayin eder? Ankara-Washington ilişkileri konusunda en yetkin kişi, Savunma Bakan Yardımcısı Wolfowitz midir?
Bu soru önemli, çünkü bu soruya verilecek yanıta göre, bir interviewee seçmek gerekirdi. Sorunun yanıtının hayır olduğunu biliyorduk ve sadece 2 gün sonra da ABD dışişleri bakanı Colin Powell, Wolfowitzin Türkiyeden özür talep etmediğini açıklayarak, Birand-Çandarın muhatabını tekzip etti.
Birand-Çandarın bir sorusunda da belirtildiği üzere, ABDde Ankara ile ilişkiler konusunda iki farklı görüş var: Dışişleri Bakanı Powellın temsil ettiği daha yumuşak tutum ile Wolfowitzin sözcülüğünü üstlendiği şahin tutum. Yerli şahinler, Amerikalı refiklerini tercih etmiş olsalar ki, söyleşi yapmak için sadece Wolfowitzi seçmişler. Birandın Wolfowitzin ardından Grossman ve Perle ile söyleşi yapması, Birandın ABD idaresi içindeki kamplaşmada hangi tarafı tuttuğunu açıkça gösteriyor. Oysa ki gerçek gazetecilik, böyle bir çelişki ortamında, farklı görüşleri savunan yetkililerin her biriyle söyleşi yapılmasını gerekli hatta zorunlu kılar.
Birand-Çandarın özel olarak Wolfowitz için 36 saatliğine Washingtona gitmeleri, daha söyleşinin başında Wolfowitzin söyleşi için Bu bizim için çok güzel bir ayrıcalık demiş olması, Birand-Çandarın söyleşi boyunca konuklarına açık kart vermeleri söyleşinin sipariş edilmiş olduğu ve bir Al gülüm ver gülüm havasında geçtiğini kanıtlıyor.
Medya üzerinden siyaset
İşe medya siyaset ilişkileri açısından baktığımızda da bir terslik var: ABDnin resmi dış politikasını Savunma Bakan yardımcısı mı oluşturup medyaya aktarıyor? Dışişleri Bakanlığının sözcüsü yok mu? Bu önemli konu resmi olmayan bir mecra üzerinden, yani bir televizyon söyleşisi üzerinden mi ele alınıyor? Gerçi CNN Türkün, her iki taraf açısından ne kadar resmi olmadığı tartışılır ama olsun, CNN Türk sonuç olarak yine de özel, ticari bir kuruluş.
Söyleşi tekniğine ve kurallarına uymayan en önemli tutumu Birand-Çandar neredeyse tüm söyleşi boyunca sürdürüyor. Gazeteciler, konuğunun söylediği hiç bir tersliği, ortaya attığı kuşkulu görüşleri, tartışmalı olguları hiç deşmiyor, çelişkileri sorularla hiç açmıyor. Bir kaç örnek:
* Birand-Çandar , söyleşinin hiç bir aşamasında, ABDnin Iraka yönelik saldırı ve işgalinin BM, uluslararası hukuk ve teamüle aykırı olduğunu belirtmiyor. İki Türk gazeteci, Wolfowitzin neredeyse tüm görüşlerini benimsemiş ve söyleşiyi Wolfowitzin güreş minderinde kabul etmiş, onun bakış açısı ve terminolojisini onaylamış kişiler konumuna düşmüşler. Eh, böyle bir ortama da söyleşi denmez, dense dense, eş-dost muhabbeti denir...Ankara-Washington ilişkilerinin bozulmasının temel nedeni, kökeni olan Iraka yönelik ABD saldırısı iken, bu konuya hiç girmemek yanlış. Üstelik Wolfowitz istemediği için hiç girmemek daha da yanlış.
* Bugün en çok tartışılan konulardan biri olan ve belki de iyi bir muhattabı bulmuşken mutlaka sorulması gereken bir soru var: Saddamın nükleer, biyolojik ya da kimyasal silahları! Saldırının temel nedeni olan bu silahların bulunmamış olması konusunda Birand-Çandar neden suskun?
* Wolfowitz, söyleşinin bir bölümünde üstelik ısrarla şunları söylüyor: (Türkiye)...Güçlü bir demokratik geleneğe sahip, (...), Türkiyeyi demokratik modelinden ötürü çok takdir ediyorum. Bu yıllardır ve de bugün de geçerli. Bu tesbit, Birandın ve Çandarın paylaştığı bir görüş olmamasına rağmen, söyleşiyi yapanlar burada da müdahale etmiyor. Üstelik, Wolfowitzin yayınlanmış eski görüşlerinde de bu açıklamasını tekzip edebilecek cümleler var.
* Wolfowitzin bir başka dezenformasyonu konusunda da Birand-Çandar suskun: 1991 senesinde biz Kuzey Irakı 6 ay sonra terk ettik. Ve orada arkamızda problem bırakmadık. ABD, Çekiç Güç marifetiyle Kuzey Irakta 2. Irak saldırısına kadar askeri varlığını korudu. Birand-Çandar, Ankaranın PKK 1991den sonra K.Irakta güçlendi. ABD, PKKye yardım etti şeklindeki tezini de biliyor.
* Wolfowitz Saddam Hüseyin öldürüldüğünde ya da yakalandığında çok mutlu olacağım diyor. Ve ardından söylediklerinde öldürülmesini tercih ettiğini ima ediyor. Bu durumda, bir Amerikalı bir devlet yetkilisinin, hukuka vermesi gereken önemi hatırlatacağına, Birand ya da Çandar, Saddam Hüseyinin idam edilip edilmeyeceğini soruyor. Bildiğim kadarıyla Birand da Çandar da ilke olarak idam cezasına karşı çıkan insanlar. Buna rağmen, bu soruyla Wolfowitzin Saddam Hüseyini öldürme istemine destek veriyorlar.
* Birand-Çandarın yine kasıtlı olarak girmedikleri tayin edici iki konu daha var: Suriye-İran ile İsrail. Üstelik Wolfowitz, Suriye-İran meselesine değiniyor dolayısıyla bu konuda gazetecilere soru sorma imkanı da veriyor. Ama Birand-Çandar bu önemli bölgesel konuda da, ki köşelerinde daha önce yazdılar, Wolfowitzin önünde uslu öğrenci misali ağızlarını açmıyor. Keza bölgenin önemli gücü olan İsrail konusunda da, ki Wolfowitz bu ülkeye değinmiyor, Birand-Çandarın soruyla konuya girmesi gerekirdi, yine sessizlik. Oysa ki, söyleşiyi, interviewee değil, gazeteci yönlendirmeli.
Birand-Çandar ikilisi İncirlik ve Rumsfeld konularında da soru soran gazeteci değil, İncirlikin Amerikan üssü olarak çalışmalarına devam etmesini isteyen hatta yalvaran pısırık yetkili gibi davranıyor. Rumsfeld konusunda da şahsiyetsiz bir diplomasinin protokol müdür muavini edasındalar: Rumsfeld İncirlike kadar geldi, Ankaraya merhaba bile demedi...
Yaygın ve etkili ama...
Dikkatimi çeken bir nokta da, Wolfowitz söyleşisinin, Türkiye toplumunda olmasa bile medyada ve siyasi sınıf üzerindeki etkisi. Askerden sivile köşe yazarından muhabirine kadar bu konu hakkında açıklama yapmayan, yazı yazmayan neredeyse kalmadı. Söyleşi bu açıdan başarılı. Yaygın bir etki yarattı.
Açıklamaların, yazıların büyük bir kısmını okudum. Benim okuduklarım arasında Evrensel gazetesinin teknik değerlendirmeleri toplayan yazısının dışında işi gazetecilik, söyleşi tekniği açısından değerlendirene rastlamadım.
Herkes Wolfowitzin açıklamalarının siyasi değerlendirmesini yapıyor. Bu arada Hürriyet gazetesinin iletişim sosyolojisi doktoralı Genel Yayın Yönetmeni, bir yazısında, işin gazetecilik yönüne de eğildi. Ama o diğer gazetecilerin Birand-Çandarı kıskandıklarını öne süren derin bir tahlil yaptı ve söyleşiyi övdü. Bence salt bu değerlendirme bile söyleşinin sadece teknik değil siyasi açıdan da başarısız olduğunu gösterir.(RD/EK)