1990'lı yılları anımsamak bile insanın kanını donduruyor. O dönem hemen hemen her gün Fırat'ın doğu yakasında bir yerlerde, birileri elini kolunu sallayarak adam kaçırıyor, sokak ortasında insanların kafasına kurşunları sıkıyor ve yine elini kolunu sallayarak kaçıyordu. Köylüler kurşuna diziliyor, korucu olmayanlar göçe zorlanıyor, katliamlar peşi sıra işleniyordu...
Fırat'ın doğu yakasında yıllarca kan akıp durdu.
Hala akıyor...
Nehrin batı yakasında ise asker cenazelerindeki anaların çığlıkları dışında bir tepki hiç çıkmadı.
Bu yakada yaşayanlar olup bitenleri hep "terörle mücadele" başlığında okudu. Batı Anadolu olayların içeriğinden habersizce yaşadı. Hala sürece böyle bakıyor. Bunu elbette necip medyamıza borçluyuz. Bilinenin aksine medya, bu ülkede gerçekleri açıklamak yerine saklamak için sürekli ve bilinçli bir çaba içinde yer aldı.
1990'lı yıllar Türkiye tarihinin en karanlık ve aynı zamanda en utanç verici dönemidir. Bu dönem, Türk medyasının de en utanç verici dönemidir. Doğu'da gazeteciler öldürülürken Batı'daki meslektaşları bırakın cinayet haberlerini olduğu gibi vermeyi; cinayetleri örtmeye, "PKK yaptı" "Gazeteci değil PKK'li" deme cüretinde bile bulundular.
O dönemde yaşanılanları özetleyen ise 1991'de Başbakanlık koltuğuna oturan Süleyman Demirel'in, bir kısım duyarlı gazetecinin Fırat'ın doğu yakasında işlenen gazeteci cinayetlerine ilişkin sorduğu soruya verdiği cevaptır. Bakın, bugün Ergenekon'un dışarıdaki sözcülüğüne soyunan Süleyman Demirel bu soruya nasıl cevap veriyordu:
"Bunlar gazeteci değil militandır..."
Dönemin Başbakanı Demirel'in "Bunlar gazeteci değil militandır" dediği gazeteciler kimlerdi?
Mehmet Sait Erten / Denk (Diyarbakır 1992), Halit Güngen / İkibine Doğru (Diyarbakır 18 Şubat 1992), Cengiz Altun / Yeni Ülke (Batman 25 Şubat 1992), İzzet Kezer / Sabah (Cizre 23 Mart 1992), Mecit Akgün / Yeni Ülke (Nusaybin 2 Haziran 1992), Hafız Akdemir / Özgür Gündem (Diyarbakır 8 Haziran 1992), Çetin Ababay / Özgür Halk (Batman 29 Temmuz 1992), Yahya Orhan / Özgür Gündem (Ceylanpınar 9 Ağustos 1992), Hüseyin Deniz / Özgür Gündem (Ceylanpınar 9 Ağustos 1992), Musa Anter / Özgür Gündem (Diyarbakır 20 Eylül 1992), Hatip Kapçak / Serbest (Mazıdağı 18 Kasım 1992), Namık Tarancı / Gerçek (Diyarbakır 20 Kasım 1992), Kemal Kılıç / Yeni Ülke (Şanlıurfa 18 şubat 1993), Mehmet İhsan Karakuş (Silvan 13 Mart 1993), Ferhat Tepe / Özgür Gündem (Bitlis 28 Temmuz 1993), Nazım Babaoğlu / Gündem (12 Mart 1994), Seyfettin Tepe / Yeni politika (28 Ağustos 1995)
Bu ülkede hoyratça cinayetler işlendi. İnsanlar, elleri telsizli kişilerce evlerinden alınıp göz göre göre katledildi. Sokak ortalarında gazete satan çocuklardan o muhalif gazetelerde yazanlara kadar pek çok kişi hunharca ve hep arkadan kafalarına sıkılarak öldürüldü.
O dönemde Süleyman Demirel'in "Gazeteci değil militandır" dediği gazetecilerden biri de bu gün çoğumuzun ismini unuttuğu Kemal Kılıç'tı.
Kemal Kılıç bundan tam 17 sene önce, 18 Şubat 1993 günü Urfa'da, bir akşam vakti sivil giyimli askerlerce öldürüldü.
Bakın Kemal Kılıç nasıl öldürülmüştü, anımsayalım.
Kemal Kılıç Özgür Gündem gazetesinin Urfa Bürosu'nda çalışıyordu. Gazetecilik yaptığı süre içinde Urfa şehir merkezine bağlı Külünçe köyünde kalan Kılıç hakkında, öldürülmeden üç hafta önce, Uğurlu Jandarma Karakolu'nda görevli "Taner" adlı astsubay ile "Oktay" adlı yardımcısı bilgi toplamaya başlamıştı. Oturduğu köydeki arkadaşlarına ve çevresine, "Kimdir, ne iş yapar, nerelere gider" şeklinde sorular soran askerlere, neden bilgi topladıkları sorulunca, "Emniyet müdürlüğü'nün talimatı var" şeklinde bir cevaba sığınmışlardı. Aynı zamanda İnsan Hakları Derneği Urfa Şubesi'nde yönetici de olan Gazeteci Kemal Kılıç, hakkında bilgi toplanması, takip ve tehdit edilmesi üzerine meslektaşı Bayram Balcı ile birlikte Urfa Valiliği ile Urfa Emniyet Müdürlüğü'ne başvurarak koruma talebinde bulundu. O dönem Urfa'nın Valisi bugün AKP'den milletvekili olan Ziyayeddin Akbulut'tu.
Başvurulan birimler, ne Kılıç'ın ne de Balcı'nın koruma talebine olumlu yanıt vermişti. Gazeteci Kılıç, bu başvurudan bir süre sonra daha yoğun olarak takip edilmeye başlandı.
O dönem görgü tanıklarının anlatımlarına göre Kılıç, 18 şubat 1993 günü Külünçe Köyü'ne gitmek üzere bindiği araçta da takip edilmiş, köyün kavşağında araçtan indikten sonra, kavşakta gizlenmiş bir şekilde duran bir otomobilin içinden inen 3-4 kişi Kılıç'ı döverek araca bindirmek istemişti. Ancak Kılıç direnmiş, bir süre saldırganlarla boğuşmuş ve araca bindirilememişti. Bunun üzerine saldırganlar, silahlarını ateşlemiş ve Kemal Kılıç'ı oracıkta öldürmüşlerdi. Urfa Valisi Ziyayeddin Akbulut, cinayetten sonra kendisiyle görüşmek isteyen gazete yöneticilerinin randevu talebini reddetmişti. Cinayeti soruşturmakla görevlendirilen Urfa Cumhuriyet Savcısı Üresin Aysan ise soruşturmayı gerektiği şekilde yürütmediği gibi, 15 günlük doktor raporu alarak şehir dışına çıkmıştı.
Alın size göz göre göre devletin başrolde olduğu bir cinayetin fotoğrafı.
Duyarlı kamuoyunun tüm baskılarına rağmen cinayetin kimler tarafından işlendiği bilindiği halde, Kılıç'ın katilleri bir türlü ortaya çıkarılıp yargı önüne çıkarılmadı. Devlet, cinayet işleyen iyi çocuklarına her zamanki gibi sahip çıktı.
Cinayeti sivil giyimli askerler işledi.
Vali ve emniyet, cinayeti el birliğiyle kapatmaya çalıştı.
Bir romanın bir cümlesini kaçırmayan yargı, katledilen Kürt gazeteci olunca izne ayrıldı...
Bu cinayetten sonra bir şey değişti mi?
Hayır!
Bir cinayeti işlemek kadar, bir cinayetin araştırılmasını savsaklamak ve katilleri korumak da ayrıca bir cinayettir. Bir cinayette katledilen kişi sayısı bir olabilir, ancak bir cinayeti savsaklayarak ve katillerini koruyarak bütün toplumun, eğer varsa vicdanını da öldürmüş olursunuz. Keza katilleri korumak halka edilmiş en büyük küfürdür!
17 yıldır bu küfrün utancı altındadır devlet!
Kemal Kılıç'ın kurşunlanmış ruhu hala bir gölge gibi üzerimizde dolaşıyor.
Kılıç'ın gözleri hala katillerini gösteriyor.
Kemal Kılıç cinayeti, tam 17 yıldır aydınlanmayı bekliyor.(FA/EÜ)