*Görsel betimleme: Siyah beyaz fotoğrafta, Mustafa Kemal Atatürk ve bir grup erkek birlikte bir salonda oturuyorlar. Atatürk, sağ alt köşede, elinde bir şey tutarken ve başı hafifçe eğik şekilde oturuyor. Diğer erkekler, resmi kıyafetler içinde, salonda etrafa dağılmış durumda. Salonda koyu renkli duvarlar, perdeler ve süslemeler dikkat çekiyor.
Yıl 1934. Mustafa Kemal, İran Şahı Rıza Pehlevi’nin ülkemize yapacağı ziyaretin programını oluşturmak için çalışma arkadaşlarıyla yaptığı toplantıda Orman Çiftliğini ve Merinos Fabrikasını da gezdirme gibi öneriler gelince “Bunlar İran’da da var. Farklı olmalı.” der ve devam eder: “Opera yapacağız.” Ve iki ayda bu opera gerçekleşir. Bu bir mucizedir.
Opera konusunu –bazı değişikliklerle- İranlı şair Firdevsi’nin Şehname’sindeki Feridun efsanesinden alır. Operanın librettosunu Münir Hayri Bey (Egeli) yazacak, Ahmet Adnan Bey (Saygun) besteleyecektir. Solist, koro ve orkestra yoktur, vakit dardır. Ankara’daki müzisyenler toplanır, İstanbul Konservatuarından Nimet Vahit Hanım ve orkestra getirilir, Ankara Beden Eğitimi Yüksek Okulu öğrencilerinden bale ekibi oluşturulur. Üç perde on iki tablodan oluşan Özsoy Operası, 19 Haziran 1934’te Şah Pehlevi’nin ve Mustafa Kemal’in huzurunda Ankara Halkevi’nde (Türk Ocağı Salonu) sergilenir ve dakikalarca ayakta alkışlanır.
Yukarıda ilk milli opera olan Özsoy Operasına dair verdiğimiz -kısa ve özet- bilgi, Onur Ural’ın yazdığı “Deha Atatürk” kitabından. Ural, her yaştan okura Mustafa Kemal Atatürk’ün az bilinen, bahsedilmeyen, şaşırtıcı ve inceliklerle dolu on öyküsünü aktarıyor.
“Bir Misafir ve Bir Operanın Öyküsü 1934: Özsoy Operası” kitabın bölümlerinden biri. Denildiği gibi, Mustafa Kemal’in bir devlet adamı olarak, iki komşu ülke arasında yüz yıllardır süren düşmanlığı dostluğa dönüştürmek için, din-mezhep konularını bir kenara iterek, kardeşlik fikrini bir nutukla değil, bir İran efsanesi dayanağında bir öykünün dilinden, sahnenin hareketinden, müziğin gücünden yararlanarak fikrini opera sanatı aracılığıyla işleme fikri ve bunu hayata geçirmesi –elbette- çok etkileyici. Yazar da bu operanın, Mustafa Kemal’in kurduğu yeni ulusun kültür politikası ve ortak manevi değerlerinin somut bir örneği olduğunu, ilk milli operanın genel devlet politikalarına ışık tuttuğu, tarihte bir devlet adamının isteği ve katkıları ile yapılan ilk opera olmasının önemini halen koruduğunu söylemektedir.
Yazar Ural, 57 yıllık yaşamında yenilgiyi kabul etmeyen, okumaktan yorulmayan, farklı fikirlere sahip insanları dinleyen, değişime açık, zamanın ötesinde düşünen, gerektiğinde risk almaktan çekinmeyen, kadınlara toplumsal hayatta yer almalarını sağlayan haklar veren, sanat(çın)ın yanında duran, gençlerin geleceğin koruyucusu olduğunu bilen bir liderin, bir deha’nın fikir dünyasından, hayata geçirdiği çarpıcı örnekleri sunmayı amaçladığını söylüyor.
Mustafa Kemal Atatürk’e dair çok sayıda çalışmanın/ eserin arasında yerini alan bu kitap, özenli bir çalışmanın ürünü. Dajana Sevil Hacısüleymanoğlu’nun yaptığı resimler ve kapak tasarımı, metni güçlendirmeye katkı veriyor. Hacmi küçük (72 sayfa) ancak içeriği çok zengin kitabı bitirdiğimde, Atatürk’e hayranlığım daha da arttı.
Kitaptan bir bölüm –özetle-
Seyyar Sergi Karadeniz Vapuru Yola Çıktı (12 Haziran 1926)
Cumhuriyetin ilanından üç yıl sonra, Mustafa Kemal’in önerisiyle Türkiye Cumhuriyeti’ni yurt dışında tanıtmak amacı ve uluslararası ilişkiler çabasıyla, Karadeniz Vapuru ile yüzen bir sergi projesi hayata geçirilmesi için öncelikle “Karadeniz Vapuru Sergi ve Seyahat Yönetmeliği” hazırlanıyor. Yüzen serginin uğrayacağı limanlar, sergiye katılım şekli, satış, nakliye, komisyon, antrepo, sigorta hizmetleri, eşyaların teslim yöntemi ve masraflar dahil tüm hususlar mevzuatla düzenleniyor. Sergi Düzenleme Heyeti Başkanı Raufi Bey olur.
Deniz Yollarının (Seyr-i Sefain) 1905- Hollanda yapımı, 4,7 bin grostonluk, 120 metre boyunda, 14 metre eninde, 12 mil hız yapan Karadeniz Vapuru, 3 Nisan 1926’da Haliç Tersanesinde bakım ve onarıma alınıyor. Ambarlar sergi ve satış salonlarına dönüştürülüyor, yer döşemeleri ve elektrik sistemi yenileniyor, tüccar ve şirket temsilcilerinin ticari işleri için İş Bankası Şubesi kurulur.
12 Haziran 1926 tarihinde İstanbul Tophane Rıhtımından Mudanya Limanına hareket eden vapurun ilk ziyaretçileri Bursa gezisindeki Mustafa Kemal olur.
Vapurda pamuk, tütün, meyan kökü, bal, zeytin, meyve, yumurta, tiftik fındık, üzüm, incir, gül yağı, ipek, susam ve yapağı gibi tarım ürünleri, maden ürünleri, halı, keçe, çini, nakış ve el işleri ile hazırlatılan anayasa, zirai gelişme, bankacılık, kooperatifçilik, sigortacılık, madenler limanlar vb. konularda ve ülkemizi tanıtan kitap ve broşürler sergilenir. Her şey çok özenlidir. Örneğin ürünlerin üzerinde dört dilde etiket bulunması gibi.
Kaptan Lütfi yönetimindeki vapurda 125 kamara-güverte-makine çalışanı, 47 kişilik Cumhurbaşkanlığı Orkestrası, 95 kişilik düzenleme heyeti, 18 kişilik mutfak ekibi olmak üzere 285 kişi vardı. Yolcular arasında Anadolu Ajansı kurucularından Şair Kemalettin Bey (Kamu), İstiklal Marşı bestecisi Zeki Bey (Üngör), ilk kadın gazetecilerden Bedia Hanım (Arseven), ilk kadın milletvekillerinden Mebrure Hanım, kolej ve güzel sanatlar öğrencileri, tezgahta halı dokuyan iki genç kız da vardı.
Plan dahilinde davetler, resepsiyonlar ve konserler verildi. Örneğin varılan liman şehirlerinde verilen konserlerden elde edilen gelirin, o ülkenin ihtiyaç sahibi çocuklarına verilmesi dahi planlanmıştı. Örnek bir girişim olan bu sergi seferi 86 gün 22 saat sürdü. Vapur 12 Batı Avrupa Devleti’nin 15 limanına uğradı, 6 limana uğranamadı.
“Madem yabancılar ülkemize gelmiyor, o zaman bir sergi ile biz onlara gideriz.” diyen Mustafa Kemal’in bu düşüncesini hayata geçirdiği Seyyar Sergiye dair 2006 yılında Garanti Bankası ve Netherland Culture Fund sponsorluğunda yapılan “Karadeniz: Seyr-i Türkiye” başlıklı 57 dakikalık belgesele kitapta yer alan barkottan ulaşılabiliyor.
Kitabın “Savaş Devam Ederken Yapılan Bir Kongrenin Öyküsü (15-21 Temmuz 1921, Ankara)” bölümü okuyup bitirildiğinde bu maarif kongresinin ne denli anlamlı olduğunu anlaşılıyor. Yazar Ural, Mustafa Kemal’in geleneksel eğitimin milli olmadığını, bütünüyle bilimsel zihniyete kapalı olduğunu, hedefinin öbür dünyaya çevrildiğini, çağın gereklerine ve toplumun ihtiyaçlarına cevap vermediğini, yapıcı ve yaratıcı yeni nesillerin yetişmesine engel olduğu fikirlerinden hareketle savaş koşullarında yapılan bu kongrenin milli tarih, milli sanat ve milli kültürün gelişmesi, yapıcı ve yaratıcı yeni kuşakların yetişmesi için atılan önemli bir adım olduğunu vurguluyor.
Ural, kongrenin eğitim-öğretimin geleceği açısından umut verici olduğunun altını çiziyor, hatta 15 yıl sonra kurulacak köy enstitülerinin temelinin bile burada atıldığını vurguluyor. (Kitapta kongrede Atatürk’ün yaptığı konuşmanın bir bölümünün de karakodu bulunuyor.)
“Bir Köşk ve Bir Çınar Ağacının Öyküsü (8-10 Ağustos 1930)” bölümü Mustafa Kemal’in çevrecilik anlayışının göstergesi olarak kitapta yer alıyor. Yalova’daki köşkün bahçesindeki çınar ağacının zarar görmemesi için köşkün kaydırılmasına dair ilişkin Koç Holding tarafından hazırlanan “Yürüyen Köşk” belgeselini izlemek isteyenler için de karekod kitap da yer alıyor.
Kitaptan bir başka bölüm –özetle-
Arkeoloji Dergisine Sponsor Olan Bir Devlet Adamı
Kurtuluş Savaşının devam ettiği ancak Sakarya Meydan Savaşının sona erdiği günlerde Mustafa Kemal’e önerilen Eti (Hitit) müzesi kurulması fikri kabul görür. Ankara Kalesinde Asar-ı Atika (Eti) Müzesi açılması için yapılan çalışmalar 1 Ekim 1921 tarihinde sonuçlanır ve müze ziyarete açılır.
İleride Anadolu Medeniyetleri Müzesi adını alacak bu müze, dünyanın en kapsamlı Anadolu uygarlığı müzesinin temeli olur. Hitit Medeniyetine dair arkeolojik bulgular araştırılır, çeşitli yerlere dağılan sanat eserleri burada toplanır.
İstanbul Resim ve Heykel Müzesi ile Ankara Etnoğrafya Müzesi de Mustafa Kemal’in talimatlarıyla açılır. Ankara Üniversitesi Türk Tarih ve Coğrafya Fakültesi içinde Hititoloji bölümü de 1936 yılında kurulur.
***
Mustafa Kemal, Anadolu arkeolojisini ve Hititleri dünyaya tanıtmak için 1930 yılında Fransa’da yayımlanan “Revue Hittite et Asianique” isimli derginin sponsoru olur. Derginin ilk sayısında Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Gazi Mustafa Kemal Paşa’nın adı yer alır. Hitit ve Asianic Araştırmaları Dergisi, Atatürk’ün vefatından sonra İsmet İnönü’nün himayesinde bir süre daha yayınlanır.
Yazar Ural, bu müze ve derginin de Atatürk’ün çok yönlü bakış açısının örneği olduğunu belirtiyor.
Kitapta yer alan Cumhuriyetin 10. Yılı kutlamaları çerçevesinde açılan “Seyyar Terbiye Sergisi”nin öyküsü de çok hoş. 21 Nisan 1933 tarihinde Ankara Tren Garı’ndan yola çıkan ve üç vagonda sergilenen/ izletilen Seyyar Terbiye Sergisi, Atatürk’ün yürekten inandığı bir proje. Yazar Onur Ural, bu serginin Cumhuriyeti kuran üst aklın sinemanın eğitimdeki önemine verdiği önemin göstergesi olduğunu belirtiyor. Ankara’dan Samsun’a doğru yola çıkan trende 14 ayrı noktada konferans ve sergiler düzenleniyor, filmler gösteriliyor. 44 günde 1002 kilometre yol kat eden treni 10 bin kişi ziyaret ediyor. Gösterilen filmler elbette “halkın ahlakını bozanlar” değil, “halkı terbiye eden/ eğiten/ ibret veren”dir. Cumhuriyet vizyonunu halk ile paylaşan, halka sağlık ve tarım uygulamaları konusunda eğitim veren filmler olduğunu da yazar vurguluyor. Unutmadan yazmalıyım, daha sonra açılacak olan Köy Enstitülerinin mimarı İsmail Hakkı Tonguç bu projenin de fikir sahibi ve her aşamasındaki gönüllü yöneticisidir.
Onur Ural bir hekim ve öğretim üyesi. Yaptığı bilimsel çalışmaların ve yazdığı bilimsel yazıların ötesinde, farklı bir çalışmayla/metinle karşımıza çıkıyor; “Deha Atatürk” kitabıyla. İtinalı bir çalışma. Çok sayıda kaynaktan yararlanan ve bu kaynaklara kitabın sonunda yer veren yazar, ayrıca metnini görsel ve işitsel olarak verdiği karekodlarla da desteklemiş.
Bu yazıda kitaptaki “Kemal’in ‘Üüredicisi’ burada yatıyor”, “Türkiye Cumhuriyeti’nde İlk Geometri Kitabını kim yazdı?” ile “Nazilli Sümerbank Basma Fabrikası” bölümlerine yer ver(e)medik ama –çok- okunası olduğunu belirtmeliyim.
Yazar Ural, bir dehanın fikir dünyasından, hayata geçirdiği çarpıcı örnekleri –iyi ki- sunmuş bize.
Onur Ural hakkında
1964 yılında Giresun’da doğan Onur Ural, Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi’nden 1987 yılında mezun olduktan sonra Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji uzmanı oldu. Akademik kariyerinde 1996 yılında doçent, 2002 yılında profesör unvanını aldı. 1993-2009 yılları arasında Meram Tıp Fakültesi’nde çalıştı. 2009 yılında Selçuk Üniversitesi Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Ana Bilim Dalı’nı kurdu ve halen aynı yerde öğretim üyesi olarak çalışıyor. Alanıyla ilgili çok sayıda makale, sunum ve kitap bölümüne katkı veren Ural, sinema, tiyatro, tarih ve arkeoloji alanlarına ilgi duyuyor, kitap okumaktan ve seyahat etmekten zevk alıyor.
“Deha Atatürk”, Onur Ural, Angora Yayınevi, Ankara, 2024. 72 sayfa.
(ŞD/AS)