Şunu biliyoruz ve öğretiyoruz: “sıradışılık haber değeri” taşıyor. İzmir’de gerçekleşen ve zanlıların iki kızkardeş olduğu “anne” cinayeti de “gerekli” sıradışılığı fazlasıyla taşıyor.
Öyle ya, 1 Eylül 2013 yani tam da Dünya Barış gününde beş kadın birden erkek cinayetine kurban gitti, Ağustos ayında ise, erkekler 25 kadın öldürdü ve bunlar bütün bilinç yükseltme çabalarına rağmen neredeyse kanıksandı.
Dolayısıyla iki kadının üçüncü bir kadını —hele bu kadın anneleriyse— öldürmeleri medya için muazzam bir sıradışılığa sahip. Tıpkı, “karısından dayak yiyip, korunma isteyen erkek” haberi gibi.
Böylelikle ne kadar istisnai ise, abartılmaya da o kadar açık bir durum ortaya çıkıyor.
Bu sorun şimdilik bir kenarda dursun, ancak ortada elbetteki “şiddetin doğurduğu bir şiddet var”.
Hani şu gündelik ve politik hayatımızın bütün hücrelerine sinmiş bir şiddet ve bu şiddetin içinden çıkan bir trajedi.
Şiddetin öznelerine baktığımızda en yalın haliyle büyük kentte iki kızı ile yaşamaya çalışan bir kadın (Gülseren), Gülseren'in babasına göre “kadın sattığı için ayrılınan”, kendisine göre “kendisini aldattığı için karısını boşayan” bir koca, gazetecilerin “güzel” olduklarına durmaksızın dikkat çektikleri, anneleri tarafından psikolojik, fiziksel şiddete uğradıkları iddia edilen iki genç kadın, “eve girip çıkan ve zanlı genç kızlara da sarkıntılık ettiği iddia edilen erkekler.
Bu kadar çok şiddet öznesinin bulunduğu durumda ise haber ya da haberci en kolayına kaçıyor.
Ne yapıyor mesela, bütün bildik klişeleri tekrarlıyor, bu klişeler üzerinden mesela “kötü kadın-iyi kadın” karşıtlığı yaratarak bizi taraf tutmaya itiyor.
Bir yanda kendini artık hiç bir zaman savunamayacak olan “üstelik de anne, kötü kadın,”, diğer tarafta “güzel ve genç” annelerinin “ibretlik” yaşamı karşısında eğitimlerini sürdürmeye çalışan ancak onun tarafından “fuhuşa itilmek istenen” iki kadın var.
Bir kadın (Fevziye Cengiz olayını hatırlayın) gece üçte işten dönülen bir barda bulunuyorsa/çalışıyorsa mesela mutlaka fuhuş yapıyor olmalı, eski kocanın “tanıklığı” ile zanlı kızlarının ifadeleri buna “yeterli” delil sayılmalı.
Oysa mesela Banu Şen’in yaptığı ve de taraflara dair iddiaları dengelemeye çalışan habere göre, yine şahitliklerine başvurulan komşular anne ve kızları konusunda birbirine taban tabana zıt şeyler söylüyorlar.
Ancak bütün tartışma farkındaysak, bu şiddetin tarafı ya da başka ifadeyle aslında şiddetin doğurduğu şiddetin mağdurları olan kadınların, yaşama biçimi tercihleri ya da zorunlulukları yüzünden cereyan ediliyor; hangisinin “şeytan”, hangisinin “melek” olduğuna çabucak ve burdan hareketle karar veriliyor.
Haberi dengelemek derdi olmayan, bir an önce suçluyu bulmaya ve mahkum etmeye odaklı habercilere göre, şimdilik zanlı da olsalar “melek”, “güzel” oldukları tekrarlanıp duran kız kardeşler.
“Şeytan” ise “kocasını aldatmış olan, barda çalışan, fuhuş yapan, kızlarını da yapmaya zorlayan” ve aslında unutuyoruz bir daha hiç konuşup da kendisini savunamayacak olan “anne”.
Öyle seziyorum ki, davanın gidişatı ve haber takibi içinde “melek” ve “şeytan” rolleri değişip, duracak, yani aslında dönülüp dolaşılıp patriarşik söylemin marifeti “misogyni” (kadın düşmanlığı) hep olduğu gibi yeniden üretilecek.
Şiddeti doğuran şiddet gözden bir kez daha saklanacak. Ölüp gidenle, muhtemelen hayatlarının önemli bir kısmını hapiste geçirecek olan bir kaç kadının daha mahremiyeti, toplumun genel geçer ahlakının klişeleri üzerinden bütün acımasızlığı ile delik deşik edilecek.
Geriye kalanlardan “hepsi canımız, içimiz yanıyor” diyen Gülseren’in anne ve babası "Biz bunların ne derece doğru ya da yanlış olduğunu bilmiyoruz. Gerçekler yazılsın ve çizilsin. Daha olay netleşmeden, biz akrabalarının dahi birçok şeyden haberi yokken, yanlış şeylerin yazılıp çizilmesi bizleri rahatsız ediyor. Burada çocukların durumları da gözardı edilmemeli" diye feryat etse, bir kaç gazeteci doğru habercilik yapmaya çalışsa bile, mevcut habercilik anlayışı ve en kötüsü genel ve en iki yüzlü ahlakın bekçiliği ile kadın düşmanlığı yapan tavrı karşısına ne yazık ki yapabilecek çok az şey olacak. (SA/BA)