8 Mart 1909 sabahı, İttihad ve Terakki Cemiyeti’nin önde gelen üyelerinden Mehmed Cavid Bey’in (1875-1926) eline Selanik’ten iki telgraf ulaşır. Birincisi, eşi Saniye Hanım’ın Selanik’e sağ salim ulaştığını bildirmektedir. İkincisinde de eşinin sağlık durumuyla ilgili doktorlardan iyi haberler gelir: Uzun zamandır veremle mücadele etmekte olan Saniye Hanım’ın durumu artık çok daha iyidir. Ancak akşam Cavid Bey acilen Selanik’e gitmesi gerektiğini bildiren üçüncü bir telgraf daha aldığında kötü bir şey olduğunu anlar. Acı haberi daha yola çıkmadan, İstanbul’da tren istasyonunda öğrenir. O gece, belki eşinin ani vefatının yarattığı şok ve acıyla, teselliyi yazıda aramak istediğinden, bir günlük tutmaya başlar. [1]
Maliyeci ve siyasetçi Mehmed Cavid (Selanik, 1875 - Ankara 1926). |
Günlüğünün ilk sayfalarında Cavid Bey yalnızlığından, arkadaşlarının (özellikle Hüseyin Cahit’in) onunla yeterince ilgilenmediğinden ve taziye ziyaretine gelenlerin samimiyetsizliğinden yakınır. Ancak o acı günün ardından, siyasal kariyerindeki hızlı yükselişle beraber, günlüklerinin içeriği de değişmeye başlar. Cavid Bey 1909’da Maliye Nazırı, 1912’de de Nafia Nazırı olarak atanır. Bir süre sonra daha çok Osmanlı Devleti’ndeki siyasal, ekonomik ve mali gelişmelerle ilgili ilk elden gözlemlerini yazmaya başlar. Günlüklerdeki bazen aşırı detaylı notlara ve sayısal verilere bakarak, Cavid Bey’in notlarını daha çok kendine hatırlatma amaçlı yazdığını söyleyebiliriz. Dönemin siyasal ve ekonomik gelişmeleri karşısında, zaman zaman duygu ve düşüncelerini de günlüğüyle paylaştığını gözlemliyoruz.
Aslen Selanikli olan Cavid Bey, Batılı diplomatlara göre İttihad ve Terakki içindeki en donanımlı iktisatçıydı ve bu bakımdan cemiyet içinde yeri doldurulamaz bir konumdaydı. [2] 27 Haziran 1909’da Maliye Nazırı olduğunda, İngiltere’nin İstanbul Büyükelçisi Gerard Lowther konuyla ilgili Londra’ya yazdığı mektubunda yeni nazırı “ılımlı, liberal ve Jöntürkler arasında ön plana çıkanlardan muhtemelen en popüler olanı” diye tanıtır. [3] Fransız istihbaratı, Cavid Bey’in diğer Jöntürklere nazaran daha az milliyetçi, liberal eğilimli yükselen bir yıldız olduğunu yazar. [4]
Cavid Bey gerçekten de İttihatçılar arasında en ılımlı figürlerden biriydi. Uygulamaya çalıştığı politikalarla tamamen uyuşmasa da, iktisadi düşüncesinde liberal ekonomi anlayışı baskındı. [5] Cavid Bey aynı zamanda Osmanlıcılığın sıkı bir savunucusuydu. Örneğin 1911’deki kabine krizi sırasında Bedros Hallaçyan’ı kastederek, bir Ermeni’nin kabinedeki varlığının son derece önemli olduğunu iddia eder, çünkü imparatorluğa “en sadık kalan bir unsuru muğber” etmemek gerektiğini düşünür. [6] Ayrıca, her ne kadar (Prens) Sabahaddin Bey’in siyasal şahsiyetiyle ilgili ciddi şüpheler taşısa da, teşebbüs-i şahsi ve adem-i merkeziyet fikrine sıcak bakar. [7]
Ben şiddet veya savaş tarihi uzmanı değilim. Daha önce Ermeni soykırımıyla ilgili akademik tartışmalara da katılmadım. Sadece meraklı bir okur olarak konuyu dışarıdan takip ettim ve mutlak gerçeğin bilinmesi pek mümkün olmadığından, toplumların tarihlerini gerçeğe en yakın şekilde bilmeleri gerektiğini savundum. Özellikle Cavid Bey’in siyasal kariyeri, düşünceleri ve hayatı üzerine çalışmaya başladıktan sonra, dönemin önde gelen İttihatçılarından birinin hayatı ile 1910’lardaki Ermeni reform sorunu ve soykırımı arasındaki ilişkinin daha önce detaylı incelenmediğini fark ettim. [8] Bu yüzden burada yapmak istediğim, nispeten daha ılımlı ve liberal olarak bilinen bir siyaset adamı olarak Cavid Bey’in 1915’i nasıl yaşadığını tartışmaya açmak. Cavid Bey 1915’i nasıl algıladı? Olaylar sırasında ve sonrasında nasıl bir duruş sergiledi? Cavid Bey’in olaylara yaklaşımından ne gibi sonuçlar çıkarabiliriz? Bu soruları kendisinin günlükleri ışığında tartışmaya çalışacağım. [9]
Genç Maliye Nazırı’nın önde gelen Ermeni figürlerle olan arkadaşlık ve iş ilişkilerini, ortak mücadelelerini ve 1912-14 Ermeni reform krizi sırasındaki rolünü yerimizin sınırlılığı sebebiyle burada atlayıp, yazıya 1914 Kasım’ından başlamak istiyorum. [10] Bu tarihte Osmanlı İmparatorluğu Birinci Dünya Savaşı’na resmen katıldı ve bunun üzerine Cavid Bey, Maliye Nazırlığı görevinden istifa etti. İstifasının sebebi, savaşa dahil olunmasına başından beri karşı olması ve hem Ağustos ayında Almanlarla gizli bir ittifak anlaşması yapıldığı sırada, hem de savaşa dahil olma kararı alındığında kendisinin karar alma mekanizmasına dahil edilmemesiydi. [11] Ancak İttihad ve Terakki içinde iktisat konusundaki pozisyonu sebebiyle, Cavid Bey savaş sırasında da hükümet için çalışmaya devam etti. 1917 yılına kadar sık sık Berlin ve Viyana’ya gidip, siyasetçiler ve finans çevreleriyle, hem borç almak hem de kapitülasyonların kaldırılması için müzakerelerde bulundu.
Hüseyin Cahit’in Cavid Bey’in günlüklerini yayımlamasıyla ilgili Akbaba’da Cemal Nadir’in yayımladığı karikatür. “Hüseyin Cahit – Acaba ne kadar şişirsem?!” Hilmi Yücebaş, Büyük Mücahit Hüseyin Cahit, İstanbul: Kültür Kitabevi, 1960 |
Cavid Bey’in Ermenilerin tehciri ve katledilmesiyle ilgili karar alma sürecine dahil olduğuyla ilgili elimizde hiçbir kanıt yok. Akçam’a göre, bu konularda kendisine pek güvenilmiyordu. [12] Örneğin 1914 Mart’ında Halil Menteşe Almanlarla Ermenilerin tehciri için görüşmeye gittiğinde, Cavid de Berlin’de olduğu halde görüşmelerden habersiz bırakılmıştı.
Cavid Bey günlüklerinde 1915 olaylarından Haziran ayında bahsetmeye başlar. Yazısının tonundan anladığımız kadarıyla, olayların boyutundan henüz tam olarak haberdar değildir. 24 Haziran’daki günlük notunda, Hüseyin Cahit aracılığıyla, Krikor Zohrab ve Ohannes Varteks’in eşlerinden, sürgün edilen kocalarıyla ilgili bir mesaj aldığını, kendisinden yardım beklediklerini yazar ve ekler: “Fakat kime söz söylenip dert anlatılabilir? Eğer maksat yalnız bir istinak olsaydı bu adamları İstanbul’dan Diyarbekir’e kadar yollamazlardı.” [13] Cavid daha sonra Talât’a konuyla ilgili bir mektup yazar. Ancak mektuptaki mesajını günlüğüne muğlak bir şekilde aktarır: “Halledilmiş zannettiği mesailin ati için muallakta olduğunu, kendisinin zekâsıyla bunu anlaması lazım geldiğini söyledim.” [14] Zohrab ve Varteks’in Diyarbekir’de öldürülmelerinden de günlüklerinde bahsetmez.
Cavid Bey’in 1915 ile ilgili en detaylı görüşlerini 29 Ağustos-24 Eylül tarihli notunda görüyoruz. Belli ki bu dönemde, her gün yazmayı bırakmıştı. Bu tarih aralığındaki notlarının bugün 1915 olaylarının önde gelen bir İttihatçı tarafından olayların sıcağında ve günün şartlarında nasıl algılandığını anlamamız için önemli olduğunu düşünüyorum. Cavid’in yazısının tonundan anlıyoruz ki, notları oldukça yoğun duygular içinde yazmış. Birkaç yerde cümlelerini anlamak güç. Buna mukabil, yaşadığı hayal kırıklığını, kızgınlığı, korkuyu ve dışlanmışlığı görmek zor değil.
Cavid, “Osmanlı tarihi en kurun-ı vusta zamanlarında bile böyle azim bir cinayete ve geniş mikyasta bir zulme sahifelerini açmamıştır” diye başlar ve devam eder:
“Anlatılan vakayi’in yanında zaman-ı sabıkın en karanlık işkenceleri çocuk oyunu gibi kalıyor. Temenni edecek bir şey kalmıyorsa bu hikâyat ve rivâyatı yalan ve hiç olmazsa mübalağalı olmasıdır. Talât bütün kanaatiyle buna iştirak etmiş ve esasini tehniye eylemiştir kanaatindeyim. Merkez-i Umumi’lik birkaç aptal sakat görüşlülerle beraber olmak üzere. Ermeni vilayetlerinde başlayan cereyan en yakın vilayetlere kadar uzamış ve belki en yakın vilayetler en feci sahnelere şahit olmuştur. Bir gün bizdeyiz, Talât, ‘Acı şey, uykuma giriyor, fakat memleket için bu zaruri idi. Paris’e ne diyeceğiz?’ diyordu. Ermeni mes’elesini siyaseten kanlı bırakmak istiyorsanız Ermeni vilayetlerindeki halkı haydi dağıttınız, fakat insani tarzda dağıtınız. Hainleri hatta binlerce de olsa asınız. Rus’u, Rus’a müzaheret edenleri içimizde saklamaktan kim ne zevk alacak? Fakat orada durunuz. Bütün bir kavmin mevcudiyet-i siyaset değil, mevcudiyet-i hayâtiyesini imhaya kalkabildiniz. Hem haksızsınız, hem de gayr-i muktedirsiniz. Şehir haricine çıkan kadınları, çocukları, ihtiyarları dağ başında, göl kenarlarında boğmayı kabul etmek için nasıl bir vicdana sahip olmalı! Ya sonra suiistimal yapan valiler, me’murlar. Hadsiz, hesapsız, Talât buna karşı tuğyan ediyor. Tahkikat komisyonu yapacak, mücrimleri cezalandıracak. Fakat yapılan şeyler bununla men edilmiş mi olacak? Ermenileri kaldırmak için bunları yapıyorlar. Ona da Ermeni milletinin imtiyazat ve müsaadat-ı siyasiyesi, Patrik-i esir yapıyor.
Osmanlılık cereyanı yerine, kör, düşüncesiz bir milliyet cereyanı kaim olmuş. Güzel bir insaniyet aptal kasaplar elinde ne hale geliyor? Bu memleketin atisini, iktisadiyatını menabi-i tekalifi iyi düşünen bir fert yok. Birçok şuabat-ı sanayia mahvoluyor. İhtiyaç Türk işçileri doğuracak diyorlar. Bir kanun ismi işitmişler. Fakat ihtiyacın Türk işçisini kaç asra doğuracağını endişe etmiyorlar o vakte kadar ecanibe şimdikinden ziyade ihtiyaç, şimdikinden ziyade şabih-i ihtiyaç yakın zamanda terakki doğurmayacak. Fakat boş kalan yerler dolmak lazım gelecek. Korkulur ki bunları Alman doldurmasın.
Memlekette aklı erenler bu ahvali ye’is ile görüyorlar, aklı ermeyenlerde çılgın bir sevinç var. Herhalde kimsede ağız açıp birşey söylemek iktidarı yok. Zaten söylenmiş sözlerden de ne faide melhuz ki?!
Ecnebiler müşteki. Avusturya sefiri bizi kongrede müdafaa etmeye muktedir olamayacaklarını bana söyledi. Rical-i hükümette söz dinletmek mümkün olamadığından şikâyet etti.
Almanlar birbirini takiben üç nota vermişler ve isi tesiri tahfif için olacak ki bu notaların Berlin’in emriyle verilmediği burada memleketi bilmeyen sefirle müştereken bunu yapmış olduklarını bana söyledi.
Halil Bey Ermeni işine muârız. Güya merkez-i umumide münakaşa edilmemiş. Ve neticede vilayata sert, kat’i emirler verilmiş. Bilmem ne derecede riayet ediliyor bunlara. Fakat herhalde biraz geç. Mebusandan biri dağ başında öldürülen mebuslar için olsun sesini daha yüksek çıkarabilirdi. Bu hareketimizle her şeyi mahkûm ettik. İdare-i hazıraya silinmeyecek bir leke sürdük. Kendi kendimizi idareye gayr-i muktedir bir kavim olduğumuzu alenen göstererek ecnebilerin zaten pek az olan ümit ve emniyetlerini silip attık. Kapitülasyonların ilgâsı imkânı kalmayarak ve daha ziyade korkuyorum ki Abdülhamid’in hafiyelerinden, Rumlardan, Bulgarlardan, Osmanlı muhaliflerinden kendisini kurtaran Talât bir Ermeni kurşununa hedef olacaktır.” [15]
Notların bütünlüğünü bozmamak için uzun bir alıntı yaptım. Bu cümlelerden anladığımız kadarıyla, Cavid 1915 tehcirinin ve katliamlarının Ermenilerin ortadan kaldırılması, “mevcudiyet-i hayatiyetlerinin imhası” için yapıldığı düşüncesindedir. Talât Paşa’yı ve cemiyetin Merkez Komitesi’ndeki üyeleri suçlar. Bugünkü soykırım tartışmaları ışığından baktığımızda, Cavid’in olaylar hakkındaki notlarının 1948 Konvansiyonu’ndaki soykırım tanımıyla örtüştüğünü görüyoruz.
Peki, bütün bu olaylar karşısında Cavid Bey nasıl bir tavır takınır? Buna net bir cevap vermek için daha kapsamlı bir araştırmaya ihtiyaç var. Ancak yine günlüklerden yola çıkarak sanıyorum diyebiliriz ki, pek de bir şey yapmaz. Sessiz kalır. Duygularını, yukarıda da gördüğümüz gibi, günlüğüyle paylaşır sadece. Talât Paşa’ya ve etrafındakilere söyleyemediklerini günlüğüne yazar.
Cavid Bey savaş sırasında katliamlarla ilgili bir daha aynı uzunlukta bir not tutmaz. Sadece, Ermeni politikalarını başlangıçta en hararetli şekilde savunan vekillerin bile “lanet etmekte olduklarını”, Hüseyin Cahit’in Mebusan’dan istifa etmek istediğini ve Talât’ın Cahit’i istifadan vazgeçirmek için evinde görüşmeye çağırdığını yazar: “Şimdi istişare edeceklerine bu fenalıklar bu dereceye varmazdan evvel görüşmeli değil miydiler?” [16]
Bu noktada dikkat çekmek istediğim bir nokta, Cavid’in günlüklerinde Ermeni çetelerinin Doğu Anadolu’da ve Kafkaslar’da yaptıkları katliamlarla ilgili bir not olmamasıdır. Yine dikkatinizi çekmek isterim, Cavid, İttihad ve Terakki içinde muhalif bir ses değildir. 1915’ten sonra da görevine devam eder. Hatta 1917’de, Talât Paşa kabinesine Maliye Nazırı olarak atanır. [17]
Savaş sonunda İttihad ve Terakki hükümeti düşer ve birçok İttihatçı ya yurtdışına kaçar ya da Türkiye’de gizlenir. İngiliz işgali sırasında, İstanbul’daki İngiliz Yüksek Komiseri Calthorpe’un Babıâli’ye gönderdiği listede Cavid Bey’in de ismi vardır. İngilizler listedeki İttihad ve Terakki üyelerinin muhalif politikacılara, savaş tutsaklarına ve Ermenilere karşı işledikleri suçlardan dolayı yargılanmasını talep eder. [18] Ancak daha sonra Alfred Balfour, Cavid Bey için özel bir dosya açtırır. Hazırlanan rapora göre, Cavid’le ilgili suçlamalarda, kendisinin suçluluğuyla ilgili kesin bir kanıt yoktur ve olaylar sırasındaki şahsi sorumluluğunun ispatlanması çok zordur. Calthorpe, Cavid’in ahlaki olarak sorumluluğunun azımsanamayacağını düşünür. [19]
Cavid Bey, Ağustos 1919’da Fransızların yardımıyla İsviçre’ye kaçar. Burada, 4 Kasım 1920’de Hüseyin Cahit’ten bir mektup alır. Hüseyin Cahit, Malta’da, İngilizler tarafından sürgün edilen diğer İttihatçılarla beraber hapistedir. Mektubunda, liberal ve medeni olarak bilinen Avrupalıların Doğulu tutuklulara yaklaşımında hiçbir medenilik olmadığını, aksine vahşet olduğunu yazar. Ayrıca hapiste kaldığı sürede çok düşündüğünü, artık başka biri olduğunu söyler ve ekler:
“İşte onun için itiraf edeyim ki, harp zamanında bizim memlekette yapılmış, hatta Osmanlı hükümeti kurulalıdan beri icra edilmiş en hayırlı, en durbin, en sıhhatli ve fedakârane iş şu Ermeni Tehciridir. Adam mı öldürülmüş! Makedonya’dan başlayarak az mı Müslüman öldürdüler? Ermeniler Azerbaycan’da ve bizde az katliamlar mı yaptılar? Bunlardan bahseden, şikâyet eden bir gâvur görüyor musun? ... Her millet hakk-ı bekası ve hayatı namına akla gelmedik şena’ati, entrikayı, feca’ati yapıyor da Türk hakk-ı bekasını isti’mal edince mi kabahatli oluyor[?] Eğer biz de Hristiyan bir millet olsaydık, bizim için de kabahat olmazdı.” [20]
Cavid Bey bu mektuptan çok etkilenir. Bunları kendisinin nasıl düşünemediğini, Avrupalıların adil ve hakperest geçinip, icraatının her türlü “zulüm ile kin ile behimiyet ile” alude olduğunu günlüğüne not eder. Diğer bir ifadeyle, Ermenilerin imha edilmeye çalışılmasının “silinmez bir leke” olduğunu yazdıktan beş yıl sonra, olayları yeniden yorumlayıp, reel politik perspektifinden görmeye başlar. Böylece Ermenilerin “ortadan kaldırılmasını”, savaş sırasında ve sonrasında onların ve diğer gayrimüslim grupların yaptığı katliamlarla karşılaştırarak haklı çıkarmaya çalışır. Kendisine Ermenilerin katledilmesiyle ilgili sorular sorulduğunda, aynı esnada Anadolu’da dört yüz bin Müslümanın da öldürüldüğünün unutulmaması gerektiğini söyler. [21]
Cavid Bey, eşi Aliye ve İngiliz bakıcı, oğlu Şiar’ın (Şiar Yalçın) birinci yaş gününde, Büyükada. Sevin Gerçel Arşivi. Mert Sandalcı’nın Fevziye Mektepleri kitabından alınmıştır. |
Peki, bu tavrı neden 1915’te, Talât ona “Memleket için bu zaruriydi” dediğinde ve kendisi aynı olayları günlüğüne bir kavmin mevcudiyet-i hayatiyesinin imhası olarak yazdığı sırada takınmaz? Hüseyin Cahit ve Cavid neden daha önce bu düşüncede değillerdi? Aktar’ın çalışmasından anlıyoruz ki, hem inkâr söylemi hem de mukatele tezine, daha önce Cahit Yalçın’ın da dahil olduğu 1918-19 Mebusan görüşmelerinde rastlanmaya başlıyor. [22] Bu bakımdan Cavid’in mukatele fikrini ancak 1920’den sonra benimsemeye başlaması, üzerinde durulması gereken bir konu. Cavid’deki bu dönüşümün sebebini, katliamları gerçekleştirenlerin veya bunların çevresindekilerin, savaş sonunda hapse atıldıkları veya kaçak olarak yaşadıkları ya da mahkemede yargılanmayı bekledikleri bir bağlam içindeki duygusal ve siyasal reaksiyonlarında aramamız gerektiğini düşünüyorum. Yine bu nokta da siyasal tarih, düşünce tarihi ve duygusal tarih perspektiflerinden detaylı çalışmalara ihtiyaç var.
Yazımı konuyla doğrudan ilgili olduğunu düşündüğüm, ikinci bir tarihsel notla bitirmek istiyorum. “Kesinlikle emin bir kaynak” tarafından, İngiliz istihbaratına verilen bilgiye göre, 1918 yılında Ocak ayının ortasında, İttihad ve Terakki’nin diğer bir önemli ismi Kara Kemal, İsviçre’ye gider. Yanında partinin daha önce Viyana’da bulunan arşivlerini ve cemiyetin önde gelen isimlerine ait banka fonlarını getirir. Arşivleri ve fonları Cenova ve Zürih’te bazı bankalara yatırır. İngilizler, bunun İttihatçıların savaş sonunda ittifaktan çıkarılmalarına karşı bir önlem olarak yapıldığını düşünür. [23]
Bugün hâlâ daha İttihad ve Terakki’nin arşivlerinin nerede olduğunu bilmiyoruz. Eğer İngilizler haklıysa, arşivler aslında Türkiye’den çok da uzakta değil. Partinin arşivleri ve devlet arşivlerinde tasnif edilmeyi bekleyen milyonlarca belgenin yokluğunda, bugün yabancı gözlemcilerin raporları, dönemin figürlerinin günlükleri, hatıratları, otobiyografileri ve daha önce kullanılmış veya kullanılmamış diğer yazılı materyaller ve sözlü tarih, araştırmacılar için büyük önem taşıyor. Bu çok açık. Zannediyorum önemli olan, bu kaynakların, özellikle hatırat ve otobiyografilerin, güvenilirliklerini test etmek ve bu kaynaklardaki tarihsel gerçekler, fikirler ve duygular arasındaki etkileşimin izini sürebilmek. Cavid Bey örneğinde, günlüklerdeki notlar ile Batı’daki arşivlerde 1915 olaylarından bahseden raporlar arasında tartışmasız bir örtüşme görüyoruz. [24] Yine aynı örnek bize tarihsel olaylar ve gelişmeler karşısında duygusal ve fikirsel bir dönüşümü gösteriyor. 1915 yılı notlarında, tekrar etmek gerekirse, olayların sıcağında ve dönemin şartları içinde Cavid olayları bir kavmin hayatiyet-i mevcudiyesinin imhası olarak görüyor. Büyük bir hayal kırıklığı yaşıyor. Gelecek için büyük bir ümitsizliğe kapılıyor. Ama hayatına devam ediyor. Savaş sırasında görevinde kalıyor. Savaş sonrasında da (muhtemelen Cahit’in mektubundan sonra) dönemin şartlarında savunma pozisyonunda olan İttihatçılar tarafından benimsenen, herkesin katliam yaptığı ve birbirini öldürdüğü ama bir tek Türklerin suçlandığı (mukatele) fikrini savunuyor. Belki suçluluk psikolojisiyle yakın tarihini, kendini haklı çıkaracak şekilde yeniden yorumluyor.
Yazının başında da belirttiğim gibi, özellikle Batılı diplomatların raporlarında Cavid Bey sık sık liberal ve ılımlı bir siyaset adamı olarak tanıtılırdı. Bu raporlar nispeten doğruydu. Ancak Cavid Bey her şeyden önce kendisini partisine adamış bir İttihatçıydı. (OÖ/EA)
[1] Cavid Bey’in 8 Mart 1909 tarihli günlük Notu, Tanin, 30 Ağustos 1943.
[2] R.F. Crawford’dan L.N. Guillemard’a mektup, 16 Mayıs 1909, İngiltere Milli Arşivleri (bundan sonra, TNA) FO800/79; Lewis Einstein’dan Bakanlığa Mektup, 15 Temmuz 1909, Amerika Milli Arşivleri (bundan sonra, NARA) 20784/1095; Comte Erembault de Dudzeele’den Belçika Dışişleri Bakanlığı’na mektup, 11 Temmuz 1909, Belçika Diplomasi Arşivleri, Cor. Pol. Turquie 1908-9/2.
[3] Lowther’dan Grey’e mektup, 28 Haziran 1909, TNA FO 371/777/451.
[4] James Harrison, “French Policy Towards the Unionist Regime in the Ottoman Empire, 1908-1914”, yayımlanmamış doktora tezi, University of Manchester, 1996, s. 160.
[5] Mehmed Cavid Bey, Ekonomi İlmi, Ankara: Liberte Yayınları, 2001; “İngiltere Ticareti,” Ulum-u İktisadiyye ve İctimaiyye, 5 Aralık 1901; “Neşriyatımız ve Vakay-ı İktisadiye”, Ulum-u İktisadiyye ve İctimaiyye, 23 Şubat 1909. Ayrıca, Şevket Süreyya, “Darülfünun İnkılap Hassasiyeti ve Cavid Bey İktisatçılığı”, Kadro I/12 (1932): 38-43. Deniz Karaman, “Ulum-i İktisadiyeMecmuası”, CÜ Sosyal Bilimler Dergisi 28/1 (Mayıs 2004): 65-87; Nazmi Eroğlu, “Mehmed Cavid Bey’in İktisadi Görüşleri, ” İstanbul Üniversitesi Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Enstitüsü Dergisi: Yakın Dönem Türkiye Araştırmaları (2002): 163-183.
[6] Cavid Bey’in 7 Şubat 1911 tarihli günlük notu, Tanin, 12 Eylül 1943.
[7] Cavid Bey’in 31 Teşrinievvel 1328 tarihli günlük notu, Tanin, 16 Şubat 1944.
[8] Bu konuda belki tek istisna Eroğlu’nun Cavid Bey üzerine çalışması. Ancak Eroğlu, günlüklerin yeni versiyonundan ve yabancı arşivlerden faydalanamadığı için, Cavid’in 1915’teki rolü ve olaylar hakkındaki düşüncelerinin izini tam olarak sürmesi mümkün olmamış görünüyor. Nazmi Eroğlu, İttihatçıların Ünlü Maliye Nazırı Cavid Bey, İstanbul: Ötüken Yayınları, 2008, s. 130-134.
[9] Söz konusu günlükler ilk kez 1943-45 yılları arasında Hüseyin Cahit Yalçın tarafından Tanin gazetesinde yayımlandı. Ancak Hüseyin Cahit günlüklerden özellikle Ermeni reform sorunu ve katliamlarla ile ilgili olan bölümleri çıkardığından, Cavid’in 1915 olayları hakkındaki görüşleriyle ilgili fikir sahibi olunamamıştır. Son iki yılda Servet Avşar ve Hasan Babacan’ın titiz çalışmalarıyla, günlüklerin daha kapsamlı bir versiyonu Türk Tarih Kurumu tarafından yayımlandı. Avşar ve Babacan sayesinde, günlüklerin 1943-45 versiyonundan çıkartılan bölümlerini de görme imkânımız oldu. Bunun için, Cavid Bey üzerine çalışan bir tarihçi olarak, Avşar ve Babacan’a teşekkürü bir borç bilirim. Hasan Babacan, Servet Avşar, Meşrutiyet Ruznamesi, I, II, III, IV (bundan sonra, MR), Ankara: Türk Tarih Kurumu, 2014-2015.
[10] Bu konuları da içeren daha kapsamlı bir çalışmam şu anda yayına hazırlanmaktadır.
[11] Cavid Bey’in 2 Ağustos 1914 tarihli günlük notu, Tanin, 15 Kasım 1944.
[12] Taner Akçam, The Young Turks’ Crime Against Humanity: The Armenian Genocide and Ethnic Cleansing in the Ottoman Empire, Princeton, Oxford: Princeton University Press, 2012, s. 284.
[13] Cavid Bey’in 24 Haziran 1915 tarihli günlük notu, MR III, 89.
[14] Cavid Bey’in 25 Haziran 1915 tarihli günlük notu, MR III, 90.
[15] Cavid Bey’in 29 Ağustos-24 Eylül 1915 tarihli günlük notu, MR III, 135-136.
[16] Cavid Bey’in 26 Eylül-18 Ekim 1915 tarihli günlük notu, MR III, 149.
[17] Meclis-i Vükela Kararı, 4 Mayıs 1917, Başbakanlık Osmanlı Arşivi, MV 246/92.
[18] Richard Webb’ten A.J. Balfour’a mektup, 5 Mart 1919, TNA FO371/4173/42787.
[19] Calthorpe’tan Balfour’a mektup, 20 Nisan 1919, TNA FO371/4173.
[20] Cavid Bey’in 4 Kasım 1920 tarihli günlük notu, MR IV, 160-161.
[21] Mehmed Cavid, Felaket Günleri II, İstanbul: Temel Yayınları, s. 103-105.
[22] Ayhan Aktar, “Osmanlı Meclisi Ermeni Meselesini Tartışıyor: Kasım-Aralık 1918”, İmparatorluğun Çöküş Döneminde Osmanlı Ermenileri: Bilimsel Sorumluluk ve Demokrasi Sorunları, İstanbul: Bilgi Üniversitesi Yayınları, 2010, s. 367.
[23] H. Rumbold (Berne)’tan Foreign Office’e mektup, 24 Ocak 1918, TNA FO 371/3388.
[24] Örneğin bkz. 1915’te Urfa’da bulunan, Ağustos ayında esir alınıp iki ay sonra salınan tüccar Mr. Alberto’dan Elliot’a mektup, 23 Nisan 1916, TNA FO371/2270/94760.
* Bu makale Toplumsal Tarih Dergisi'nin Aralık 2015 sayısında yayımlandı.