Kültür Bakanlığı, kayıt tescil belgesi olmadığı gerekçesi ile Bakur’u sansürledi. Bahanelerle ya da çeşitli cümlelerle sansürü süslemek işin rengini değiştirmiyor. Fakat görünen o ki, çabuk alevlenen bu mesele aynı hızda sönüyor, ne yazık ki. Bunda, “şimdilik biraz daha gözden ırak olsun” düşüncesinin payı var mıdır, acaba? Bu meselenin özü itibariyle şöyle bir soru sormak istiyorum:
Asıl biz, bu belgeseli görmeye hatta görmekten bir adım öteye geçeyim, anlamaya ne kadar hazırız?
Kültür Bakanlığı’nın, Bakur yasağı birçoğumuzda tepki ile karşılandı ve harekete geçirip dayanışma örneği sergiledi. Bu dayanışma, Kültür Bakanlığı’nın elindeki yönetmeliği bir koz aracı haline dönüştürüp, her seferinde keyfi muamele uygulaması karşısında önemli bir adımdı. İşte tam da bu noktada bütünlük içerisinde sansüre karşı toplumsal bir muhalefet sağlanamadı. Daha da ötesi, “terör örgütü propagandası” yapılıyor haberini ilk kendilerinin duyurduğunu söyleyerek, önlemekle övünen “gazeteci”ler oldu. Zira Bakur’a münhasır “özel” bir durum söz konusuydu. Yıllardır var olan fakat kuma gömülen kafaların çıkarılmadığı sürece olmadığı hesaplanan/arzulanan bir gerçekliği tüm çıplaklığı ile yüzümüze vuruyordu. Ben “buradayım” diyordu.
Yönetmenlerden Çayan Demirel’in, “Dersim 38” isimli belgeseline yapılanları biraz gözümüzün önüne getirirsek, bundan sonraki süreçte Bakur’a uygulanacak yol haritasını da az çok tahmin edebiliriz. Nitekim, Dersim 38 için eser işletim belgesine başvurulduğunda, “belgesel değil” denilerek reddedildikten sonra açılan davanın 7 yıldır mahkemelerde süründürülmesi, Bakur için de “terör örgütü propagandası” eklemesinde bulunulması bunu ele veriyor. Yönetmenlerden Ertuğrul Mavioğlu ise, “biz bu filmi Bakanlık koridorlarında seyredilsin diye çekmedik, bu filmi kitleler seyretsin diye çektik…” dedi. Kesinlikle katıldığım bu düşünce, devamında bir soru düşürüyor aklıma: Peki, bu filmi kitleler seyretmeye ne kadar hazır?
Gerçeklerle yüzleşmek, daima cesaret isteyen bir iş olmuştur…
"Sansürlenemeyecek kadar gerçek"
Evet, bir gerilla tanıyordum. Burada bazılarının, sen de örgüt propagandası yapıyorsun, onlar gerilla değil, “terörist” dediğini şimdiden duyar gibiyim. Neyse, bu konuya girersek içinden çıkılması biraz zaman alır. (Bazen dile getirmek istediğiniz bir düşünceyi, bir başkası en iyi şekilde dile getirmiştir zaten. Ondan dolayı, henüz okumayanlar için iyi bir tavsiyede bulunabilirim: Gazeteci, Celal Başlangıç’ın “Mevzubahis Kürtlerse, devrimcilik teferruattır” başlıklı yazısına bir göz gezdirmekte fayda var.) Devletin ideolojik aygıtları haricinde bir gerillayı yakından hiç tanıdınız mı bilmiyorum, ben tanıdım… Adı, Newal’dı. (Dilan) “Sansürlenemeyecek” kadar gerçekti. Tıpkı Bakur’daki yoldaşları gibi. Bir keresinde bana şöyle bir şey demişti:
“Düşüncelerin esir olmadığı bir yerde, her zaman umut vardır.”
IŞİD’i Kobane’den temizledikten sonra yakın bir zamanda lanet bir mayınla hayatını kaybetti.
Belgeselin fragmanında bir gerilla özgürlüğü şöyle tanımlıyor, “Özgürlük… Her şeyden önce kendine istediğin kadar, bütün canlılar için de istemendir.”
Şu an prangalı düşüncelerden arınıp, özgür düşünebilmeye her zamankinden daha çok ihtiyaç var.
Sansürlenen Bakur değil, Türkiye aslında.
Düşünceler, sansürleniyor. O tarafa bakacak gözler, sansürleniyor.
Damarlarımıza kadar işlemiş bir ezber toplumu olmaktan kurtulmalıyız. Bakur, bir ‘tabu’, saklanması gereken bir şey olmaktan çıkmalı, “resmi görüş” ile “şahsi görüşün” ayrıştığı nokta olmalıdır. Kafanızı başka tarafa çevirdiğinizde, “Bakur” hala orada duruyor olacak. Çünkü “gerçekler” hala orada duruyor. Kafanızı başka tarafa çevirmekle sadece gerçekleri görmeyi ertelersiniz. Oysa ki her gün aynaya bakar gibi bakılmalı Bakur’a...
Çünkü Bakur, Türkiye’nin bir aynası, aynadaki yansıması. Hakiki bir barış, suskunluk sarmalı içerisinde “mutlu mesut” yaşamakla ve inkarla değil, cesaretli bir yüzleşme ile sağlanabilir, kalıcı hale gelebilir... Ne demişti, Yaşar Kemal: “Dağlar, insanlar ve hatta ölüm bile yorulduysa şimdi en güzel şiir, barıştır.” Herkes yorulduysa ve yarınların kaderi elimizdeyse, toplumsal bir barış adına neden hep birlikte bu şiiri yazmayalım. Üstelik, kültür-sanat yoluyla bu daha rahat başarılabilir.
Kültürel çeşitliliğin içerisinde var olmak ya da tekçi dikta bir zihniyetin içerisinde yok olmak.
Seçim sizin.
Görmek ya da görmemek, işte bütün mesele bu… (SGY/HK)