Yıllar önce bir gazetenin ekinde çıkmıştı. Muhabir, sokaklarda ve köprü altlarında yaşayan evsizlerle röportaj yapmış, yaşadıkları sorunların yanı sıra toplumsal sorunlara, sanata ve siyasete dair düşüncelerini almıştı.
Kirli-partal kıyafetler içinde, saç-sakallar birbirine karışmış ve kimisi bir hayli yaş almış evsizlerden – ki fotoğrafları da yayınlanmıştı – bazılarının konuşmaları akıl doluydu. İfadelerinden bilgelik akıyordu. Hem, Diyojen de bir fıçı içerisinde yaşamıyor muydu?
Muhabir, evsizlerden birine, “En beğendiğin siyasetçi kim?“ diye sormuştu.
Evsiz, tereddütsüz biçimde, “En beğendiğim siyasetçi …’dir” demişti.
Muhabir, “Neden?” diye sormuştu.
Evsiz, “Çünkü o kadar gerçekmiş gibi yalan söylüyor ki, insanları kendine inandırabiliyor” diye cevap vermişti.
Bundan daha ince bir ironi ve güçlü eleştiri olabilir mi?
İki tür siyasetçi vardır: Sanatçı tip siyasetçi ve zanaatçı tip siyasetçi.
Sanatçı tip siyasetçi, yalanlarını yaşayarak siyaset yapandır. Bu tip siyasetçilerin başarı şansları her zaman yüksektir.
Zanaatçı tip siyasetçi, yalanlarını yaşamayarak siyaset yapar. Bu tip siyasetçilerin başarı şansları düşüktür.
Yani siyasetçi, yalanına başta kendisi inanmalıdır. Bunu başardığı ölçüde toplumu da inandıracaktır.
Rolünü yaşayarak oynayan ve yaşamayarak oynayan iki tiyatrocu bir olur mu hiç?
Evsiz’in ifadesi kafalarda bir soru işareti bırakabilir: Evsiz‘in farkındalığı? Çünkü evsiz, bahsi geçen siyasetçinin bir yalancı olduğunu fark ettiğine göre, o siyasetçinin rolüyle bütünleşemediği sonucu da çıkar ki böylesi bir durumda Evsiz‘in tespiti tartışmalı hale gelir.
Bu soru işaretinin cevabı toplumsal eleştiride gizlidir. Yani Evsiz‘in görebildiğini toplum görememekte ve hakikat diye yalanın peşinden koşmaktadır.
Seyredilen bir tiyatro oyununda, bir sanat eleştirmeni ile sıradan bir izleyicinin gördüklerinin aynı olamayacağı gibi...
Evsiz, aç ve çıplak haline rağmen topluma tepeden mi bakıyor ne?
İyisi mi yanıtı Diyojen’den alalım.
Bir gün Diyajen’i köle pazarında köle olarak satılacak insanlar arasında görmüşler.
Diyojen müşteriye “Eğer kendine köle değil de efendi almak istersen, beni al” demiş.
(AB/APK/SD)