Nekropolitika/ Ölüm siyaseti…
Şimdi bu yazdığım ilk cümleye bakıp belki de “ölüm siyaseti” de olur mu diyeceksiniz? Emin olun, oluyormuş.
Kürtseniz mesela oluyor. Göçmenseniz oluyor. Kadınsanız, olmaz olur mu? Yine oluyor.
LGBT+ iseniz kesin oluyor. Yaşarken görmediğiniz eşitsizlik öldüğünüzde daha da katmerleniyor. Öldürülmüş olmanız eşit gömülme hakkını almanızı sağlamıyor.
Nekropolitika/ Ölüm siyaseti, akademide onlarca cümle ile anlatılabilir de benim anladığım kim olduğunuza, cinsiyetinize, kimliğinize bağlı olarak öldüğünüzde dahi eşitlenme hakkınızın sistemli politikalarca elinizde alınması.
Bir açıdan da sadece sizin cansız bedeninize yapılan bir işkence değil, aynı zamanda, sizin yasınızı tutmak isteyenlerin elinden yas tutma hakkının da alınması demek.
Özetle, canını kaybedene de kaybedilen cana üzülene de çok yönlü bir hak ihlali, çok yönlü işkence…
Acılar kadar mücadele de ortak
Tam bu nedenle Ölüye Saygı ve Adalet İnisiyatifi’nin geçen haftasonu (7-8 Ekim) İstanbul Şişli’de Nazım Hikmet Kültür Evi’nde düzenlediği “Ölüye Saygısızlık ve Adalet Konferansı” bir çok açıdan yazılmaya değer.
Konferansta bir çok kesimden aktivist bu alanda yaşadıklarını hak ihlallerini anlattı.
Sadece Türkiye’den değil, Bosna’dan, Lübnan’dan, Filistin’den gelenlerin anlattıkları acılar kadar mücadelelerin de benzer olduğunu bir kez daha gösterdi.
Konferansın açılış konuşmasını yapan Zorla Kaybetmelere Karşı Avrupa Akdeniz Federasyonu (FEMED) Başkanı Nassera Dutuor mesela. Kendi hikayesini anlatan Dutuor, Cumartesi Anneleri/İnsanları’nın kayıplar mücadelesini yakından tanıyan isimlerden. Kendi eşi de kaçırıldıktan sonra mücadeleye başlayan Dutuor, “geride kalanlara çifte işkence” yapıldığını söylüyor.
“Cesetsiz ölüler”
Dutuor’un ne kadar haklı olduğunu, konferansın sonraki oturumlarındaki tanıkların konuşmasından da anlıyoruz. Mesela, Diyarbakır’dan gelen ve çocukları 2015’te Sur’daki sokağa çıkma yasaklarında öldürülen Barış Anneleri, “Çocuklarımızı öldürdüler, daha bizden ne istiyorlar? Cansız bedenlerini bile vermiyorlar” diyorlar.
Konferans boyunca sadece bir kesime değil, iktidara, “meşru” olarak çizilen “sunni, erkek, Türk” tipolojisine uymayan hemen her kesime “ölüyü cezalandırma” işkencesinin yapılabileceğini anlıyorsunuz.
Mesela, mülteciler…
Evet göçmen Taha Elgazi, bir çok göçmenin cenazesine ulaşamadıklarını, dini ritüellerini yerine getiremediklerini anlatıyor. Ege Denizi’deki mezarsız ölüleri anlatıyor, Van gölünde kaybolanları örnek gösteriyor.
“BM raporu. 2022'de ilk altı ayda 934 Suriyeli ölü ama cesetsiz. Aynı zamanda da maalesef 2021'de 3 bin 231 kişi ölü kayıtlarında ama cesedi bulunmadı. 2019'da 1510 kişi, 2018'de 2277 kişi. Bunlar BM'nin resmi verileri” diyor.
Elgazi’nin göçmen ölümlerini “cesetsiz ölü” olarak tanımlaması dikkat çekiyor.
Ermeniler mesela… Ermeniler de ölüyü gömme hakları ellerinden alınmış bir halk. Mezarlıklarının üzerine, tuvaletler yapılmış. Konferansta bu konuyu Murad Mıhçı anlatıyor. “Makbul olmayan” her yurttaşın ve ailesinin başına gelebilir bu durum.
Bir evde ölü varken komşu evin televizyonunu açmadığı, yüksek sesle müzik dinlenmediği toplumsal yapının bugün geldiği nokta her açıdan ürkütücü.
“Kürtçe ağıt da yasak”
Gerçi Alevi toplumu temsilen konuşan Ercan Geçmez, Alevi toplumuna yönelik ölüye saygısızlığın yeni olmadığını söylüyor:
“Biz Aleviler’e yönelik işkence yapıldı. Bu sadece Cumhuriyet döneminde değil Osmanlı döneminde de oldu. İster imparatorluk olsun isterse cumhuriyet olsun bize hep işkence reva görülmüş. Malı helal kanı haram görülmüş. Kadınlarının ırzına geçilmesi bir sorun olarak görülmemiş, Alevilerin göçe zorlanması konusunda sorun görülmemiş. Ortak aldıkları miras bu.
"Örneğin Koçgiri Katliamı. Öyle bir katliam oluyor ki kadınlar halen siyah giyiniyor. Bu katliamdan sonra Koçgiri’nin yarısından fazlası yerlerinden ediliyor, cenazelerine ulaşılmıyor. Artık o bölgede sadece ağıt yakılabiliyor. Ağıtları da Kürtçe olduğu için yasak. Büyük bir zulümle karşılaşıyorlar…”
İki gün süren, 30’a yakın ismin, ölüye saygı ve saygısızlığı konuştuğu konferans boyunca görüyoruz ki konu ne medyanın ne de kamuoyunun dikkatini çok çekiyor. Oysa, daha çok anlatılmaya ve gündemleştirilmeye ihityacı var.
Ne de olsa yeme, içme gibi ölünün gömülme hakkı, ölünün arkasından yas tutma hakkı, en doğal haklarımızdan, en insani yanlarımızdan… Ölüler saygıyı hak ediyor, yas tutma hakkı engellenmesin!
TIKLAYIN -"Yakınlarının ölü bedenine işkence edilmiş milyonlarca aileyiz"
TIKLAYIN - Ölülere saygısızlık: Ağıt bile yakamadık
TIKLAYIN - Nekropolitika nedir?
(EMK)