Van Cumhuriyet Savcılarından birinin* kamu adına düzenlediği iddianame de bunun bir örneği. Hikmet-i Hükûmet'e yakın kalem sahipleri, mevcut hükûmeti savcıya ip bağlayıp kuklaya çevirmekle suçluyorlar ve bu suçlamanın arkasından şöyle bir tehdit seziliyor: "Siz gelip geçisiniz, Hikmet-i Hükûmet kalıcıdır. Gelip, sizi de geçeriz."
Geçer mi, geçemez mi?
"Aklını temsile soyunduğunuz devlet de kalıcı değildir, geçemezsiniz" demek isterdim ya, somut durumda sadece çok geniş bir tarihsel bağlamda geçerli bir bilgi olur bu. Hiçbir üretim tarzı ezeli ve ebedi olmadığı gibi, bir üretim tarzı içindeki iktidar ilişkileri de tarihseldir, daha açık deyişle değişir dönüşür. Bu anlamda "değildir" demek doğru, ama konjonktürü esas alırsak, Hikmet-i Hükûmet sahiplerini ciddiye almak gerekir. Hem, şimdi "değildir" demek, "kayıkçı kavgasına" ortak olmak anlamına gelir ki, sermayenin şu ya da bu hizbinin neye göre diğerine tercih edileceği, ya da edilmesinin doğru olup olmayacağı, sermayenin bu son uzun "kriz" döneminde yanlış sorulmuş sorular olacaktır.
Olayları birbiriyle bağlantılandırırken, insan muhayyilesi, ister istemez, Newton'dan beri muzdaribi olduğu katı nedensellikler arama hastalığına tutuluyor. Bu yöntem, komplocu zekayı parlattığı gibi, sosyal ilişkileri gözleyeni ya da analizciyi, kurduğu nedensellikler sisteminin gücünü öngörüler düzeyinde sınamaya kışkırtıyor. Bu sınama kolayca popüler olabiliyor ve popüler olan da medya için bulunmaz bir nimet. Bu yöntemi kullanmasanız bile bir bedahet olarak ortada duran, mevcut hükûmet ile Hikmet-i Hükûmet arasındaki gerilimli ilişkiyi görmezlikten gelemezsiniz. Bu gerilimli ilişkinin maddi bir temeli de var: İki ayrı sermaye siyaseti arasındaki aslında "uzlaşmaz olmayan" çelişkiler. Bir yanda, toptan "ulusalcılık" diye nitelenen bir sermaye stratejisi var; diğer yanda ise, mevcut dünya konjonktüründe başat olan "küresel entegrasyon" stratejisi var. Bu iki strateji de aslında tümüyle birbirinin ayağına basmaz, sanıldığından çok noktada bir sermaye siyaseti olarak "ortaklaşır."
Yanıtı olmayan soru
E o zaman ne olmaktadır da, Hikmet-i Hükûmet savcıların elini kolunu bağlayamamaktadır? Bu yanıtı olmayan, bir komplocu zeka sorusudur. Yanıtını da mevcut hükûmet hızlıca verdi zaten: Adalet Bakanı soruşturma için müfettişlerini "ilk uçakla" olay mahalline gönderdi. Bülent Arınç, TBMM Başkanı, Büyükanıt lehine açıklama yaptı. Daha vahimi, Yargıtay Başsavcısı Nuri Ok, hukukçuların kolayca anlayacağı çok sert bir dille, Hikmet-i Hükûmet'in isteği doğrultusunda, Van Savcılık Makamının, kamu adına düzenlenmiş olduğu iddianameyi hukuken geçersiz ilan etti.
Devamla da, iki mühim teklifte bulundu. Bu tür olayların olmaması için, Türkiye Başsavcılığı kurulmalıydı ve daha da önemlisi, Adalet Bakanı, Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu içinden seçilmeliydi.
Bildik usuller kolay çözümlerin yatağıdır. Nasıl ki, küresel kapitalizmin başat sınıfı, neredeyse önemli sayılabilecek bütün piyasaları Türkiye ülkesinde "bağımsız üst kurullarla" denetliyordu; yerli otokrasi de, hakimiyet alanının doğrudan kendisine devrini isteyiverdi. Aslında, taraflar şöyle halkın olmadığı bir masaya otursalar, pek güzel de anlaşabilir ya, mektepsiz maarif vekaleti olamadığı gibi, halksız da siyaset olmuyor.
En azından siyaset dediğiniz şey, aslında insanların bütününe ait olan toplumsal zenginliğin, bir dizi hakimiyet ilişkisi ile sermaye dediğimiz toplumsal ilişkinin sürekliliğinin sağlanması için kapitalist sınıfa devrine hizmet ettiğinden, bu mümkün değil. Küresel kapitalizmin egemenleri de, onların "huzursuz" maşası yerli otokrasi de, köleci toplumsal ilişkiler sistemini özlüyorlardır; sermaye birikimine halel gelmeyeceğine ikna olsalar, bir dakika durmayacaklar zaten; bu da benim "kehanetim" olsun.
Hiç yanıtı yok mu?
Eğer komplocu zekayı devre dışı bırakacaksak, o zaman basitçe iddianameye dönüp bakmalıyız. İddianameyi okumalıyız.
Görülen şudur; evet iddia vardır, ama somut delillerle desteklenmemektedir. Bütün siyasi davalarda görülen daha siyasal bir analiz iddianameye sinmiştir. Savcılık makamı demektedir ki, bir strateji, bölgedeki çatışmaları derinleştirerek, bölgede mevcut sorunu askeri bir sorun olarak görünür kılmak ve bu yolla sorunu çözmek istemektedir. Ancak, Şemdinli olaylarını somut olarak incelediğimizde, bu çözüm şeklinin mevcut yasalarımızda dahi kabul edilmesi mümkün olmayan yasa dışı bir eylemlilik sürecini doğurduğu görünmektedir. O halde, bizzat bu siyasetin gözden geçirilmesi, bu mümkün olmadığına göre, kamunun bu strateji sahiplerini cezalandırması gerekmektedir.
İddianameden basına yansıyan ve yukarıdaki özeti çıkarmamızı sağlayan bazı cümleler, düpedüz siyasal analizlerdir. Hiçbir hukukçu yabancı değildir ki, siyasi bir davada iddianame siyasi analiz içermesin.
Eğer bu hukuki değildir denirse, sormak icap eder: Baki Tuğ'u ne çabuk unuttunuz? 12 Mart ve 12 Eylül'de sıkıyönetim savcılıkları ne yapıyorlardı? Türkiye Halk Kurtuluş Partisi-Cephesi (THKP-C) ya da Devrimci Yol (Dev-Yol) iddianamesi diye bir şey duymadınız mı? DGM savcıları yıllarca ne yazdılar? "Somut delil vardı" diyecek hukukçulara ne denir bilmem. Ama hukukçu olmayanlara açıklamak gerekir. Bu iddianamelerde de olan, somut delil denen şey, o örgüt adına yapılmış, ama Ahmet'in, Mehmet'in, yani somut örgüt üyelerinin yaptığı eylemlerdir.
Bakın Şemdinli iddianamesine. Eylem ve eylemci var mı? Var; işte Şemdinli. Eylem ve eylemci ile suçlanan Hikmet-i Hükûmet stratejisi arasında bağlantı var mı? Var ki, savcılık makamı siyasal analiz yapıyor ve bu bağlantıyı gösteriyor. Peki eylem ve eylemci ile suçlanan Hikmet-i Hükûmet sahipleri arasında bağlantı var mı? Herhalde, eylemciler için, "İyi çocuklardır, birlikte çalıştık." sözünü ben etmedim. Ben ettiysem ve Hikmet-i Hükûmet sahiplerinden, daha açık deyişle iddianamede suçlanan siyasetin uygulayıcılarından biriysem, ben de şüpheli olurum. Kadı ki iddianame, mahkemece kabul edilmiştir.
Açıkçası bu iddianameyi hangi savcının ve neden yazdığı hiç önemli değil; suçlanan stratejiyle yüzleşen her hukukçu, mevcut hukuk sistemi içinde aynını yazabilirdi. Usule ilişkin hatalar var deniyor. Askeri Ceza Kanunu açık, hata varsa ortada... Ama neden dikkat edilmiyor; tartışılan yüksek rütbeli asker kişi davada sanık değildir ki, eylem ve eylemcinin anlaşılması için iddianamede yapılan açıklama -gerekçe- kısmında geçmektedir sadece.
Kayıkçı kavgasında ne olacak şimdi?
Kayıkçı kavgası, sonucu olmayan bıktırıcı münakaşa demektir. Sonucu olmadığı için kayıkçı kavgası denir. Bıktırdığı için. Bıkana kadar tartışacağız. Yorumlar okuyacağız. Komplocu zekaların derin analizlerine kimimiz katılacak, kimimiz katıla katıla güleceğiz. Ben kendi adıma, hakikate bakarım; hakikat, meselenin küresel entegrasyoncularla yerli otokratlar arasında arada sırada kopan ve kopmaya da devam edecek, fakat içeriği nedeniyle göz ardı edemeyeceğimiz kadar "mühim" bir kayıkçı kavgası izlediğimizdir. Mühim olduğu için, Van'da patlayan son bombalar, hiçbir komplo teorisine dayanmayacak kadar açıkça, neden patladıklarını patlamakla ilan etmektedirler.
Malum, dava yeni açıldığı için, herkes masum. Şüpheliler belki de suçlu değillerdir. Dava sonuçlanana kadar dava hakkında yorum da yapamayız. Yeni TCK, bu konuda çok kısıtlayıcı hükümler içeriyor. Mahkemede gerekli kovuşturma yapılacak ve bir hüküm tesis edilecektir.
Hükmü bilemeyeceğimiz gibi ona tesir etmeye de haşa meyledemeyiz ama tarihe bakabiliriz. Suçlanan stratejinin daha önceki mimarları yetkili ağızlardan "bin operasyon" yaptıklarını itiraf etmişlerdi. Bin operasyona ne oldu? Susurluk vardı hani. Meclis araştırma komisyonu kurmuştu. Raporu var. Yeşil diye biri vardı, son günlerde oğlu vesilesiyle tekrar gündeme geldi. Yeşil'e ne oldu? Susurluk ne oldu? Ve daha niceleri... Onlara ne olduysa o olacak. Bari savcıya bir şey olmasın. Kenan Evren'e dava açan savcının meslekten men edildiği, herhalde unutulmamıştır.
Ben de hoşa gitsin gitmesin bildik nakaratımı tekrar edeyim: Bu meseleleri ne savcılar çözebilir ne de mahkemeler; sınıf mücadelesi bağımlı sınıflar, ezilenler lehine kazanılmadan, maalesef, Hikmet-i Hükûmet, bildiği gibi bindiği bin ip üstünde cambazlıklarına devam eder. (SE/TK)
(*) İsmini özellikle zikretmiyoruz, zira iddianame kamu adına düzenlenir, şu savcının ya da bu savcının değildir, kabul edildiğinde kamunundur.