Kentin en eski yerleşkesi İçkale’de konumlanan Arkeoloji Müzesi’nde 2800 yıllık kilden bir Asur tabletinde “bilinmeyen dil” olarak yazılıydı yerin altından çıkarılmış bir yazılı taşın yanıbaşındaki plakette.
Görmüş ve yorum yapmamıştım. Hikâye yeni değildi anlaşılan. Hayat binlerce yıldır böyle süredurmuştu demek ki! “Bilinmeyen dil” zaman ve mekân içinde hep muktedirlerin dilinde bilinmezliğini korumuş, bilenlerin bilinenlerin bildikleri dil dışında…
1999 yılından bu yana, 20 yıldır Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü (UNESCO) tarafından alınan karar gereği 21 Şubat tarihi “Uluslararası Anadili Günü” olarak kutlanıyor. Uluslararası Ana Dili Günü'nün asıl adı Ana Dili Hareketi Günü'dür. Bu gün “Bengali Dili Hareketi” için Bangladeş polisi ile çatışan Bangladeşli üniversite öğrencilerinin öldürülmesinin yıl dönümü olarak kutlanmaktaydı.
Dünyada her yıl “kimi dillerin“ tedavülden kalktığını, artık konuşulmadığını bir tarafa bırakın, konuşanının da kalmadığını neredeyse bilmeyen yok.
Bir başka artık bilinmeyen de mevzuu da şu; “Benim sayısal olarak çokluğum epeycedir, bu tehlike benim dilim için geçerli değildir” savı, artık geçerli değil.
Baskı altındaysa bir dil, kendini geliştirme şansı yoksa dilin, asimilasyon ve inkâr, sürekliliğini koruyarak egemen politika şeklinde ilânihaye tezahür ediyorsa, hangi dil olursa olsun bu acımasız son, yani dilin ebediyen yok oluşu o dili de bir gün bulacak, buluyor da!
Mesela Kürtler neredeyse koca bir asırdır bütün baskılara ve asimilasyon politikalarına rağmen; kimi kez “anayasal vatandaşlık”, kimi kez “azınlık” tartışmaları içine taşınıp sayısal olarak çokluklarını korudular. Peki, korudular da ne oldu?
Mesela dilleri, Kürtçe ne oldu? Giderek yok oluyor, evet sanılanın aksine giderek yok oluyor Kürt dili. Çocuklara Kürtçe isimler konuldu. Diyarbakır’daki ya da bölgenin kimi okullarındaki herhangi bir sınıf listesindeki öğrenci isimlerine baktığınızda kimilerinize adeta “kod adı” gibi gelecek on binlerce Dara, Rumet, Farqîn, Azad, Baran, Rojda, Berçem, Berfin, Dengin ve daha niceleri ile karşılaşırsınız.
Bu Kürtçe çocuk adları evet bir tepkidir. Ama ötesi koca bir boşluktur, koca bir yabancılaşmadır, koca bir kendine “yalandır” sanki!
Günün hemen her saatinde herhangi bir Azad’ın ya da Rûken’in elinden tutmuş bir anne ya da babının çocuğuyla gayet düzgün Türkçe konuşmasına tanık olmanız her zaman mümkündür. Çoğu kez bu çocuklar kendilerine konulan isimlerinin anlamını dahi bilmemektedir. Çocukların elbette “düzgün Türkçe konuşması”nda şaşılacak ya da karşı durulacak bir durum yok tabii ki! Asıl mesele kendi köklerine yabancılaşma meselesi!
Çünkü anadilleri, yani analarının ve babalarının birbirleriyle dahi artık konuş(a)madıkları dil, yani Kürtçe öte yakada kalmıştır. İşte anadilinin sonraki kuşaklar açısından sürdürücüsü olabilecek çocuklara taşınmasının ötelenmesi, ertelenmesi ya da yok varsayılması böyle bir yabancılaşmayı beraberinde getiriyor.
Kürtler istediği kadar siyaset manasında üst politikalar yapsınlar. İstedikleri kadar siyasal talepkârlık manasında iktidarları zorlayan siyasal önermelerle istedikleri her bir şeyi isteyedursunlar. Eğer bugün Kürt ana babalar, Kürt çocuklarının kendi anadillerini konuşmalarını öteliyorsa, konuşamıyorsa, hatta konuşmuyorsa bu vahamettir. Bu bir dilin, yani Kürtçenin ebedi istirahatgahına ölesiye yolculuktur.
Sayısal manada çok olmak, aslında dilin de aynı oranda gündelik hayatta ve bilcümle alanlarda dolaşımıyla ilintilidir. Dil yoksa, halk da yoktur. Belki halk o an için vardır. Ama dilin kullanımdan düşürülmesi bir süre sonra kimlik manasında “halk” olmanın da manasızlaşacağının adeta göstergesidir.
İşte, bu vesileyle 20 yıldır UNESCO tarafından dünyanın her yerinde 21 Şubatlarda kutlanagelen “Anadili Günü”nü önemsemek gerek!
Mesela mümkün olduğunca medyayı da görsel manada kullanarak o günü, anadilde ısrarın göstergesi haline dönüştürmek gerek diye düşünüyorum. Sonraki günlere de altyapı oluşturmasına vesile olması istenciyle tabii ki... (ŞD/HK)