Hatırlarsanız Gezi Parkı gösterilerinde polis kurşunuyla öldürülen Ethem Sarısülük'ün babası Muzaffer Sarısülük'ün “Maddi tıp şeytandır” söylemi pek çoğumuzun düşüncesine tercüman olmuş ve kapitalist bilim eleştirilerini tekrardan gündeme taşımıştı.
Kimin yaşayıp, kimin öleceğine karar veren devlet, tıp ve ilaç endüstrisini tek cümlede özetleyen bu söz karşısında radikal bir tavırla sadece kapitalist bilimin değil gerçekte “bilim”in sorgulanması gerektiğini söyleyenler de olmuştu.
İşte bu bakış açısını başlatan oluşumlardan biri de Yeryüzüne Özgürlük Derneği'ydi. Geçtiğimiz haftalarda da "Deney Hayvanlarına Özgürlük Haftası" için “Maddi Tıp Şeytandır” tartışmasını bir adım ileriye taşıyarak, Bilim eşittir Zulüm tartışmasını başlattılar.
Özetle bilimin aslında hiçbir zaman masum olmadığını, insan-hayvan-doğa için katliam olduğunu söylüyorlardı. Çünkü bilim mevzubahisse gerisi teferruattır...
Bilim eşittir zulüm müdür?
Bilimle ilgili gerçekleri açıklamak amacıyla açılan açılan stand oldukça ilgi gördü. Ancak “Bilim eşittir Zulüm”, “Bilim-Teknoloji Özgürlük değil iktidarın yoludur” sloganlarını çok sert hatta doğru bulmayanlar da oldu. Bilimsel çalışmalar yürüten öğrenciler ya da akademisyenler standa geldiklerinde, hayvan deneylerine karşı olduklarını ancak bilimin tükaka yapılmasının doğru olmadığını da söylediler. Birçoğunun birleştiği nokta ise bilimin kötüye kullanıldığı ve bilimin kapitalistlerin elinde olduğuydu.
Ancak standa uğrayan çoğu kişi, Earthlings belgeselindeki deney görüntülerini izledikten sonra, insanlığından utandığını söyleyerek yorum bile yapmadan imza standına yöneldiler.
“Şeytani insan deneyleri” hala devam ediyor
Standa gelen tıpçı ya da doktorlardan çok azı bilim eleştirisini kabul etti. Örneğin geçtiğimiz hafta bir doktor aldığı dogmatik tıp eğitimi sebebiyle olacak, hayvan deneylerinin yapılması gerektiğini savunarak tarihten küçük bir örnek verdi: Tıp tarihindeki en büyük buluşlar Nazilerin Yahudiler üzerinde yaptığı deneylerle gerçekleşmiştir!
Her ne kadar bu deneyleri tasvip etmediğini söylese de, empatiden yoksun ve acımasız bir şekilde bu örneğin üstüne basarak tekrar tekrar söylemesi, modern tıbbın sorgulanmadığını bir kez daha ortaya seriyor.
Doktorun 2. Dünya Savaşı sonunda 23 Nazi doktoru ve bilimcisinin yargılandığından haberi var mı bilmiyoruz, ancak 6 milyon Yahudi üzerinde deney yapan bilimcilerin 7’si asılarak idam edilmiş, sekizi 10 yılla ömür boyu arası hapse mahkum edilmişti.
Tarihin kanlı sayfalarında yerini “Şeytani insan deneyleri” olarak alan bu deneylerin aslında tam olarak bittiğini söyleyemeyiz. Tıp, Psikoloji, Savunma Sanayisi ya da Cezaevlerinde bu deneyler hem hayvanlar hem de insanlar için devam ediyor. Bu deneylerin sonuçları ise hiç bir zaman bitmeyecek, çünkü genler yoluyla nesilden nesile aktarılarak yeni hastalıklara ya da psikolojik sorunlara yol açıyorlar.
Ancak gün gelecek bilim adına yapılan bu zulümlerin hepsinin ırkçılık, faşizm, kölelik gibi utançla anılması gerektiğinin anlaşılacağını düşünüyoruz. Gittikçe bilimciler de buna katılıyor. Ancak etik nedenlerle değil, faydacı bir mantıkla deneylerin son bulmasını istiyorlar. Çünkü hayvanlar üzerinde yapılan deneylerin yanlış sonuçlar verdiği çoktan kabullenildi. Geriye bu işten kar eden ilaç ve tıp endüstrisinin çökertilmesi kaldı.
Peki ilaçlar nasıl test edilecek?
Standa gelenler arasında hayvan deneylerine karşı çıkan, ancak “İlaçlar nasıl test edilecek ?” diye soranlar oldukça fazlaydı. Bunun için 450’ye yakın yöntem olduğu söylensede, niçin kanser olduğumuz ya da niçin ilaca ihtiyacımız olduğu gerçeğini açıklamıyor!"
İlacın ticarileşmesi her zaman tartışılan konulardan biri oldu. Dünya Sağlık Örgütü’nün (WHO) 2003’te gerekli ilaç sayısının 240 olduğunu açıklaması hayvan deneylerinin niçin yapıldığı sorusunu akla getiriyor! Üstelik hayvan deneylerinden geçen 10 ilaçtan 9’u insanlar için tehlikeli ve faydasız olduğu, insan hastalıklarının %98’i hayvanlarda rastlanmadığı da bilinen gerçek. (2004,FDA) Ancak piyasada 200.000’den fazla ilaç var.
Bu bilgilerle "Maddi Tıp Şeytandır" sözünü hatırlatmamıza ya da modern bilimin, doktorların koruyucu hekimlik yerine insanları ilaca boğmasından da bahsetmeye gerek yok sanırız.
Deneyler kozmetik ve temizlik ürünleri için yapılıyor
Genelde kozmetik, kişisel bakım ve temizlik ürünlerinde yapılan hayvan deneylerini pek çok kişi reddediyor. Çünkü hayatımızda daha az kanserojen ve doğal ürünler tercih etmeye başladık. Ancak konu savunma sanayisi ya da bilim için yapılan deneyler olduğunda insanların kafalarında soru işaretleri doğuyor.
İngiltere'de 2011 yılında açıklanan raporlara göre, ticari firmalar tarafından sipariş edilen zehirli madde (toksikoloji) deneylerinin sayısı 399.000’i bulurken kanser için yalnızca 10.200 deney yapılmış. Kanser deneyleri ile toksikoloji deneyleri karşılaştırılamaz bile, ancak kanser olmamızı da yine kimyasalı bol yaşamımıza borçlu olduğumuz bir gerçek! Birilerinin doymak bilmeyen para hırsı yüzünden bütün bunların olması ise asla kabul edilemez.
Hayvan deneyleri için neler yapabilirim?
Özellikle 70’li yıllardan beri dünyanın her yerinde deney hayvanlarıyla ilgili gerçekler deşifre edildikçe, deney karşıtları da artmaya başladı. Öyleki geçtiğimiz yıl Brezilya’da güpegündüz gerçekleştirilen eylemde yaklaşık 200 köpek kurtarılmıştı.
Tüm dünyada Animal Liberation Front/Hayvan Kurtuluş Cehpesi ile başlayan deney hayvanlarını laboratuvarlardan kurtarma eylemleri elbette gerçeğin görünür kılınması için çok önemli. Türkiye’de henüz deney hayvanlarıyla ilgili doğrudan eylem yapılmadı. Hatta ünversite öğrencilerinin çok basit bir şekilde çekip yayabileceği, laboratuvar görüntüleri bile yok. Bu yüzden toplumun büyük bir yüzdesi henüz deney gerçeğiyle tanışmadı. Ancak sosyal medyadan deney gerçekleriyle ilgili paylaşılan fotoğraflar sayesinde deneylerle ilgili gerçekleri öğrenmeye başladık. Bu yüzden Türkiye'de yaklaşık 82 tane deney yapan üniversite, tıp fakültesi ve GATA gibi askeri okullar ve de özel laboratuvarlar olduğu pek bilinmiyor.
Hayvan deneylerinin son bulması için genelde her yerde duyacağınız tek çözüm yolu hayvan deneyleri yapmayan markaları kullanın olacaktır. Bu talep, hayvan deneyleri yapmayan şirketlerle ilgili yeni bir pazar doğursada, gerçekten de kimi şirketi deneylerden vazgeçirmeye yarıyor. Ancak tıp sektörünü, savunma sanayisini ya da kozmetik ve temizlik sektörünün hayatımıza soktuğu kimyasalları deşifre etmedikçe hayvanların ızdırabı bitmeyecek.
70’lerde ortaya çıkan Hayvan Özgürlüğü, Derin Ekoloji, Önce Yeryüzü (earth first), Toplumsal Ekoloji ve Ekofeminizm gibi hareketler, insanların doğal çevrelerinden bağımsız ya da ayrı organizmalar olmadığını ve modern toplumların bir nevi "ilerleme" hastalığına tutulduğunu söylemeye başladılar. Ortaçağda din neyse, modern toplumlarda bilim odur söylemiyle doğanın ham madde deposu gibi kullanılmasına karşı çıkıyorlardı. Çünkü doğaya tahakküm uygulamayan bir bilim ya da teknoloji yok. En temiz enerji olarak görülen rüzgar enerjisi bile, doğa için katliam demek.
Bilimin insanların refahına hizmet ettiği ve bunu yaparken hayvanları, doğayı ve yine insanları katlettiği bir gerçek. Bütün bunların son bulması için beklediğimiz yepyeni teknolojik gelişmeler ya da muasır medeniyetlere erişme talepleri gerçeği yansıtmıyor. Aksine tekno-endüstriyel sistem olmadan yaşanılan bir geçmişin üstünü kapatıyor.
Bu düşünceler kimileri için romantik, özgeci, marjinal ya da uygulanamaz görülebilir. Ancak nükleer santraller, HES’ler, kentsel dönüşüm, 3. Köprü ya da vaktiyle göstermelik yapılan kent parklarının bile yok edildiği bir dünyada yüzümüzü doğaya dönmemiz gerektiğini söylerken çok marjinal olduğumuzu sanmıyorum.
Son olarak...
Yaşanabilir bir dünya ve insana atfedilen "insani" kelimesinin altını doldurmak istiyorsak, diğer türler ve varlıklar üzerinde kurduğumuz ilişki biçimlerini sorgulamamız gerekiyor. Artık insan türünün doğanın efendisi değil bir parçası olduğunu kabul etmesi gerekiyor: İnsana, hayvana yeryüzüne özgürlük. (BÇ/HK)