Kürt sorunu mit’i
İki halk arasında yüzyıldır süregelen sorunlar “Kürt Sorunu” denilerek uzun bir dönem alt edilmek istendi, olmadı. “Sorun yaşayan taraflar eşit ölçüde sorumludur” şiarından yola çıkılırsa ki çıkılmalı, o zaman bunun adı Kürt Sorunu olamazdı, Kürt-Türk Sorunuydu. Fakat bundan kime ne! Nerede bir sorun varsa bunun adı Kürt sorunu oldu!
Bir yol bulunamadı, hükümetler değişti! Partiler geldi geçti, tankların panzerlerin amortismanı hesaplanamaz oldu! Biber gazı neredeyse ihraç mevzusu olacak bir ekonomik hararet kazandı! Fakat ne talihsizlik ki, bu sorun bir türlü ortadan kalkmadı. Ne vardı sanki Kürtler de şu Kürtlüklerinden vazgeçselerdi!
Çok iyi hatırlıyorum; haber spikerlerinin her cümlesi ezberleniyor, açık oturumlarda kin ve ayrımcılık bolca empoze ediliyor, yapılan katliamlar örtbas edilerek hep bir ağızdan herkes, böldürmeyiz diye bağırıyordu: Türk devletinin suyunu içiyorsunuz, ekmeğini yiyorsunuz, okullarında eğitim alıyorsunuz, kurumlarında çalışıyorsunuz, sırtınız pek! Rahatlık mı batıyor size, kalkmışsınız bir özgürlük lafı tutturmuşsunuz, Amerikaya mı güveniyorsunuz?
Bütün Kürtler senin gibi iyi mi mit’i
Zaman azıcık daha geçti. Böylesi, bilgiden, öngörüden ve vicdandan yoksun sözler, sataşmalar ve tepkilerle daha az karşılaşmaya başladık büyükşehirlerde yaşayan Kürtler olarak. Yavaş yavaş; “Bütün Kürtler senin gibi mi, hepsi böyle iyi mi” kıvamına gelindi. Küfür müdür yoksa cahillik midir, korkutmayalım kaçırmayalım, hiç değilse Kürtlerle ilgili önyargıları hafiflesin dedik. Bizler de aynı kıvamda “hepimiz böyle iyi, sevimli, güzeliz” tadında cevaplarla sorulan ayrımcı soruları geçiştirdik. Bunu yaparken ruhsal, fiziksel bütünlüğümüz çoğu kez onulmaz yaralarla bir daha onarılamayacak şekilde bölünmez bütünlük kazanarak bizi bugüne getirdi.
Bugüne gelene dek Kürt Halkına, Kürt olmaya dair “mit”ler arttı, kimse de dur diyemedi.
Yatırım mit’i
“Zaten Doğu’ya yatırım yapılsa, okul yapılsa, insanlara iş verseniz sorun kalkar. Millet işsizlikten okulsuzluktan böyle ayaklandı” mit’i gün geçtikçe virüs gibi yayıldı.
Gerçi bu mit kimi zaman aşırı ayrımcı, şoven, ırkçı insanları azıcık da olsa yatıştırıyor hiç değilse onların fikirlerini olumladığınızda size pusu kurmaktan vazgeçiyorlardı. Çünkü mantık şuydu: Rahatı yerinde insan isyan etmez, özgürlük istemezdi.
Yüzyıldır bu ideolojiyi neredeyse on kişiden sekizinin iliklerine kadar işlediler. Geri dönelim doğuya yatırım yapılma meselesine, o iş öyle değil. Hadi diyelim yapıldı, acayip yatırımlar yapıldı, daha doğrusu acayip yatırımlarla yoksulluk katmerlendirilip sömürü düzeni körkütük sarhoş edildi, evet, diyelimki yapıldı. O zaman bu sorunlar bitecek mi? Yetecek mi bir kaç fabrika, okul? Bu işler böyle mi oluyor, yani fabrikayla okulla bütün sular durulacak mı?
O halde neden gidip halkına hizmet etmiyorsun mit’i
“Madem biz Kürtler böyle yapıyoruz, tamam o zaman, niye büyükşehirlere gelip üniversite okuyoruz, niye büyükşehirlerde gelip çalışıyoruz, ne diye büyükşehirlere gelip yerleşiyoruz. O zaman gitsek ya memleketlerimize madem o kadar meraklıyız Kürt olmaya”. Eyvah ki eyvah, son on beş yılın ideolojisi değil bu, son elli yılın bile değil son yüz yılın ideolojisi! Ya sev ya terket ve biz Kürtler ya susacak ya da gideceğiz öyle mi? Eyvallah! Gidelim, tamam. Ama önce barışalım, el sıkışalım, artık bu mesele çözülsün öyle gidelim. Ne dersiniz mitoloji uzmanları?
Mağduriyet mit’i
Önceleri gizli saklı kuytu köşelerde –mecburen- anlatıldı mağduriyet öyküleri. Ortada kocaman devasa bir kuyu gibi ama üstü örtülen ama suskun kalınan bir mağduriyet vardı. Sonra sonra konuşanlar anlatanlar çoğaldı. Anlatıcıların sayısı artınca ortada yeni bir mit dolanmaya başladı: Mağdur edebiyatı.
Kim ağzını açsa, hadi oradan yapma mağdur edebiyatı denilmeye başlandı. Anlatılar böyle bir etiketlendirme yüzünden yavan gelmeye, dinleyenler duyarsızlaşmaya başladı.
Bir Kürt “başıma şu geldi” diye bir hikayeye girişse hep bir ağızdan “bana mağdur edebiyatı yapma” sesleri yükseldi. Kürtlerin acı hikayeleri “mağdur edebiyatı yapma” denilerek sabote edildi bir çok kez. Peki nasıl bir edebiyat yapılsın? Ortada bir mağduriyet yok mu? “Biz de mağduruz, sizin kadar mağdur edebiyatı yapmıyoruz” diyenler epey arttı. Hadi hep birlikte yapalım mağdur edebiyatı!
Madem hepimiz mağduruz, haydi o zaman, mağduriyetimiz bitene dek mağdur edebiyatı, mağdur felsefesi yapalım, mağdur sanatı icra edelim, mağdur fiziğini keşfedelim. Mağdurları mağduriyetleriyle suçlayacağımıza mağduriyetlerimizi bir bir dökelim ortaya! Sonra belki yeni bir aşamaya geçeriz. Bu mağduriyet mit’i de çıkar hayatımızdan.
Biji mit’i
Her gelen yeni hükümet, gizli gizli, insanların hayatlarında oyuklar açarken Kürt Halkı ne yapsın “biji” ile başlayan bütün cümleleri keşfetti. Biji kelimesi de yeni bir heyecanla mitolojiye meraklıları sardı sarmaladı.
Geçenlerde okuduğum yazısında Ahmet Hakan: “Kürtler şimdi “Bıji Obama” demesin de ne desin? Kürtlere “Biji Türkiye” dedirtemez miydik?” diyor. Bu da Ahmet Hakan’ın icadı. Belki kendisi bu sloganı atmak ister ama ben daha kimseden böyle bir slogan duymadım. Duyacağımı da sanmıyorum. Hem nalına hem mıhına olmuş sanki! Bir yandan hükümet eleştirisi, bir yandan Kürtler’e “Biji” mit’iyle yaptığı vurgun!
Biji kelimesi fetiş değil elbet fakat bu kelimenin de meydanların sancağı olduğunu unutmamak gerek. Öyle her şahıs isminden önce, her ülke isminden önce ön ek olarak kullanıldığı/ kullanılabileceğine dair öngörü de bana biraz kara mizah gibi geldi. Kobene’de yaşanan gerçeği, o kara gerçeği, o hüzünlü gerçeği, o acı gerçeği biji kelimesiyle başlayan ve Obama’yla devam eden hiç bir slogan değiştiremez. Uluslararası politikaların insan aklının almayacağı oyun becerilerini böyle bir düzlemden gene Kürtlerin başına indirerek güya hükümet eleştirisi yapmak da ayrıca manüpülasyon değil de nedir?
Bu ülkede yaşayan herkes için barış gereklilik ve hatta zorunluluk. Barışın inşası, barışın inşası için adım atıldıktan sonra gerçekleşmeye başlar. Uzun yıllar sürer. Çok acı çeken halkların bunları unutması uzun zaman dilimlerinde olur. Ancak tüm halklar için yaşamanın mutlak mükemmeli barıştır.
Biji kelimesinin içinde barış isteği var. Bu kelimenin anlamı böyle biline. Bir teşekkür, bir sırt sıvazlama, bir minnet yok! Yalnızca Barış! O yüzden bırakalım artık bu “mit” leri. Ahmet Hakan, siz de önce buradan başlayın: Önce sesimizi yükseltelim, bağıralım hep birlikte “biji biratiya gelan!” diye. (DÖ/HK)