Gündüz kavurucu sıcağıyla insanı yakan güneş batarak evine çekilirken, Diyarbakır’daki insanlar tatlı esintiyle kendini sokağa vuruyor. Şıkır şıkır giyinmiş kadınlar; Alipaşa Mahallesi’nin dar küçelerindeki Arnavut kaldırımını hesaba katmadan giydikleri topuklu ayakkabıların azizliğine uğruyor.
Yanındakilerin koluna tutunmuş, bir kazaya mahal vermeden dikkatlice yürümeye çalışıyorlar. Evlerinin kapısında oturup çekirdek çitleyen kadınlar, gülümseyerek yoldan geçenleri izliyor. Seyyar arabasında acur satan bir satıcı kenara çekilerek yürüyenlere yol veriyor. Sırtındaki teknesinin zilini çalan şerbetçinin bakır taslarındaki soğuk meyan kökü serinlemek için kurtarıcı oluyor. Sokakta oyun oynayan çocuklar sormadığımız halde “Abla Cemilpaşa Konağı şu tarafta” diyerek işaret ediyor. Sokak başındaki fırından gelen akşam ekmeğinin huzur veren sıcak kokusu insanın içini ısıtıyor.
Konağın haşmetli kapısından adım attığımızda Mirê Cizîra Botan’ın Kasrı’ndan içeri giriyoruz. Botan beyliğinin sakinleri karşılıyor bizi. Emin Yalçınkaya kapıda durmuş, gelenlere “hoş geldin” diyor. Konakta tüm hazırlıklar tamamlanmış misafirlerini ağırlamayı bekliyor. Belediye eşbaşkanları Fırat Anlı, Gültan Kışanak, konağı restore ettiren Osman Baydemir, kentin tüm dinamiklerinin temsilcileri, Cemilpaşa ailesi, mahalle sakinleri, herkes orada. Sandalyelere ve yerdeki çimlere oturmuş, Kürt edebiyatının en önemli temsilcilerinden Ehmedê Xanî’nin Mem ve Zîn’in aşkını anlatan ünlü eserini hissetmek için hazırlar.
Karanlık çöküyor ve bir ışık huzmesi aydınlatıyor mistik ortamı. Birazdan Mesut Erenci gür sesiyle başlıyor destanı anlatmaya. Konağın çatısına sıralanmış gençler coşkuyla erbanelerine vuruyor. Zîn’i canlandıran Zelal Gökçe’nin sesi çağıldıyor konakta. Mem’e can veren Ali Tekbaş konağın öbür ucundan yanıt veriyor stranıyla sevdiceğine. Müzikle anlatıyorlar hikayelerini. Daha sonra Yeşim Coşkun ve Serhat Kural, barışı ve masumiyeti temsil eden bembeyaz kıyafetleriyle huşu içerisinde dans etmeye başlıyor konağın avlusunda. Birbirlerine dokundukça sancılı, sarsıcı, tutkulu aşkın yakıcılığını, müziğin ve dansın ritmiyle iliklerimize kadar hissediyoruz.
Beko’yu canlandıran Yavuz Akkuzu, sinsi bakışlarıyla hain planlarını uygulamak için pusuda bekliyor. Büyük bir sessizlikle bu görsel ve işitsel şöleni izlerken, girdiğimiz zaman tünelinde bu an hiç bitmesin, sonsuza kadar devam etsin istiyoruz.. Ve birden müzik susuyor, oyuncular duruyor. Avludaki sessizlik meraka dönüşüyor. Olağanüstü bir durum var ama kimse ne olduğunu bilmiyor. Oyuncu Kemal Ulusoy konağın ortasına gelerek sessizliği bozuyor. Önce Kürt coğrafyasında yaşanan acılara ilişkin uzun erimli bir girizgah yapıyor. Ne olduğunu anlayamayan seyirci nefesini tutmuş merakla bekliyor.
Ve ardından Lice’de meydana gelen bir olayda sivillerin öldürüldüğünü duyurarak, oyunun burada kesildiğini söyleyip izleyicilerden özür diliyor. Ve Beko’nun bir kez daha devreye girerek pimi çektiği anlaşılıyor. Kursakta kalan keyif, bozulan moral ve savaşın acı gerçeğiyle sarsılarak kendi zamanımıza dönüyoruz. Bir aşk burada böyle son buluyor.
O gün bir milat olmuştu ve onca zahmetle hazırlanan oyun Suriçi’ndeki yasaklamalar nedeniyle bir daha oynanamadı. Ve sonrası hepimizin malumu. Olağanüstü Hal dönemi, çatışmalar, yıkımlar ve atanan kayyumlarla kentte kültür ve sanat etkinlikleri de durma noktasına geldi.
Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi oyuncuları işlerinden atıldıktan sonra yılmadı. Amed Şehir Tiyatrosu’nu kurarak oyunlarını çıkartmaya, festivallerini yapmaya devam etti. Bu geçici bir süreçti, ne de olsa seçme ve seçilme hakkının olduğu demokratik bir ülkede yaşıyorduk. Elbet hak yerini bulacaktı. Ki nitekim öyle de oldu. Halkın yüzde 64’ü tercihini yaparak, kayyumları kentten süpürmeyi başardı.
Ve beş yıl sonra
Yeniden nefes almaya başlayınca 5 yıl aradan sonra konağın kapısından tekrar içeri girmek için Mem û Zîn oyununu mekan tiyatrosu olarak sahnelemek üzere hazırlıklara başlandı. Ama Beko’nun varlığı hesaba katılmamıştı. Bu aşk yeniden alevlenemezdi. Korkakça yapılan hamleyle aşıklara zından yolları gözüktü. Onları durdurmanın mümkün olmadığını bilmiyorlardı, bu aşk hiçbir engel tanımazdı. “Konak olmazsa başka yer olur” diyerek artık neredeyse harabeye dönmüş kentin ilk alışveriş merkezi olan Galeria’da oynanmaya karar verildi. Belediyenin yan tarafındaki bu iş merkezine giden yollar polis ablukası altında protesto gösterilerine sahne olurken, 60 kişilik ekip bu havasız ve kasvetli ortamda inatla ter dökmeye devam etti. Kısıtlı imkanlarla mekandan dekora pek çok değişiklikle sürdürülen çalışmalar nihayet son buldu ve beklenen gün geldi çattı.
Galeria İş Merkezi’nin boşluk alanında önce elimizde plastik sandalyelerle yürüyemeyen merdivenlerde bir aşağı, bir yukarı çıkarak iyi izleyebileceğimiz bir yer bulmaya çalıştık. Çoğunluğu ayakta olmak üzere yerini alanlar arasında görevden alınan Büyükşehir Belediyesi Eş Başkanı Selçuk Mızraklı ve HDP Diyarbakır Milletvekili Remziye Tosun ile barış anaları da vardı. Elbette Cemilpaşa Konağı ile bu mekan arasında dağlar kadar fark vardı. Ama önemli olan herşeye rağmen izleyiciye ulaşmaktı.
Kürt Edebiyatçı Kawa Nemir tarafından revize edilen ve yönetmen Rüknettin Gün’ün sahneye koyduğu oyunda oyuncu değişikliği olmuştu. Güçlü sesiyle Zin karakterini bu kez Gülseven Medar canlandırdı. Mir’i Kemal Ulusoy oynarken, dadı rolünde ise Berfin Emektar vardı. Ma Müzik ve Laleş Sanat Merkezi’nin figürasyon desteğiyle 60 kişi; sahnede imkanların kısıtlığından kaynaklı ekstra efor harcayarak daha fazla ter döktü. Uzun süre ayakta alkışlanan oyunun ardından sanatçıları tebrik etmek için sahneye gelen Mızraklı, “Amed bizim, bu ülke bizim, kültür bizim, sanat bizim” dedi. Böylelikle tüm engellemelere rağmen sanatın dilinin susturulamayacağı, sanatçının her koşulda kendini ifade edebileceği bir kez daha görülmüş oldu.
Beko’nun hain planlarına rağmen Kürtler kendi destanlarını yazmaya devam ediyor.. Bu aşk hiç biter mi?..