Suriçi’ndeki Ziya Gökalp Mahallesi’nde Duçem Kültür ve Sanat Merkezi olarak kullanılan eski bir Diyarbakır evinin avlusundayız. Taş yapının camlarının pervazında mumlar yakılmış...
Seyirciler yerlerini almaya başlıyor...
Bir bir doluyor sandalyeler. Yer bulamayanlar, oturanlardan fazla...
Ne ki burası Diyarbakır ve söz konusu sanat olunca çözümsüz, çaresiz kalmaz kimse; sandalyesiz kalanlar, avluyu en iyi gören damın tepesine konuşlanmışlar. İnsanlardaki heyecana, coşkuya tarif bulmak zor; belki de iki binli yılların başlarında düzenlenen festivallerin mahallelere yayılan etkinlikleriyle karşılaştırabiliriz.
Yaşayanlar unutmamıştır; ne görkemli bir ruhu vardı o dönemin...
Kendi kültürüyle özgür iletişim kurmanın, kendi müziğiyle, tiyatrosuyla buluşmanın şahlanan ruhsal coşkunluğu...
İşte tıpkı onun gibi bir ruh gelmiş, yeniden Diyarbakır’ın kûçelerine açmış sahnesini...
Bu ruhun verdiği umudu herkesin yüzünden okumak mümkün.
Birazdan evin balkon merdivenlerinden 16-28 yaş aralığındaki 14 kadın siyah kostümleriyle aşağıya inecek. Sesler dinecek ve herkes pür dikkat, oyunu izlemeye başlayacak. Öyle oluyor...
Oyun, 1900’lü yılların başında İspanyol şair ve yazar Federico Garcia Lorca’nın yazdığı Mala Bernarda Alba (Bernarda Alba’nın Evi). Fırat Kaya’nın orijinalinden çevirdiği tekste sadık kalınarak Kürtçeye uyarlanmış. Nazmi Karaman’ın yönettiği oyunun müziklerini ise Kemal Yıldırım yapmış.
Oyun, kocasını kaybettikten sonra sekiz yıllık yas ilan edip evini dış dünyaya kapatan güçlü ve gelenekçi bir kadın olan Bernarda’nın kızları üzerindeki baskıyı anlatıyor. Bernarda’nın aileyi despotça, kendi erdemleri ve istekleri doğrultusunda yönetme çabası üzerine kurulu. Oyun 1900’lerde yazılmış, ancak kadınlar üzerindeki baskının ve toplumsal dayatmaların güncelliğini hala koruduğuna tanık ediyor izleyenleri.
Sahnede çıkan kadınlardan ikisi hariç, diğerleri ilk oyunculuk deneyimlerini sergiliyorlar. Ancak ön çalışma dönemi oldukça uzun. Bütün oyuncular, hazırlık döneminde İspanya ve Lorca hakkında okumalar yapmış, üç aylık bir çalışma sonucunda oyunu çıkartmışlar. Üstelik bu dönemde çalıştıkları sahne de ellerinden alınmış. Van’daki Nuda Kültür Merkezi’nin kapatılması üzerine, başka bir yer kiralayarak çalışmalarını orada devam ettirmişler.
Mekan dönemin ruhuna uygun
Diyarbakır’daki festivalde sahne alacak olmaları, onlar için büyük bir heyecan ve motivasyon kaynağı olmuş. Oyunun sergilendiği mekan ise dönemin ruhuna ve kostümlere uygun bir hava yaratıyor ve oyunla bütünleşiyor. Buraya kadar her şey heyecan verici, hey şey büyüleyici, her şey yaratıcı dehaya, sanata dair...
Ancak burası Diyarbakır, her an her şey olabilir...
Hiç bir olağanüstülük istisna hanesine yazılmaz...
Oyunun ritminin yükseldiği son 20 dakikasına geldiğimizde ardı ardına iki patlama sesi duyuyoruz. Gerçi Diyarbakır’da yaşayan seyircilerin büyük bir kısmı bu tür olaylara şerbetli, ancak gene de ne olduğu belli olmayan bu sese karşı panikleyenler oluyor, festival komitesindekiler izleyicileri sakinleştirmeye çalışıyor. Lakin oyuncular, profesyonel oyuncular gibi oyuna devam ettiği halde dışarıda yaşanan hareketlilikten dolayı güvenlik gerekçesiyle oyunun bitirilmesine karar veriliyor. Oyunun sonunu izleyemiyoruz.
Sanat karanlığı aydınlatacaktır
Oyunculardan bazıları bu beklenmedik “son”dan dolayı gözyaşlarını tutamıyor. Yönetmen Nazmi Karaman sahneye gelip izleyiciden özür diliyor ve “sanat her zaman karanlığı aydınlatacaktır” diyor. İzleyiciler ise yarım kalmışlığın verdiği tatsız ruh haliyle her ne kadar yerinden kalkmak istemese de yaşanan tedirginliğe de duyarsız kalınamıyor.
Tamamlanamayan, selamlama ile bitirilemeyen oyunun oyuncuları, belki olağan bir selamlamada görebileceğinizden daha uzun, alkışlanıyor. Çünkü bomba seslerinin yarattığı etkinin, alkış seslerinin yaratacağı etkiye erişemeyeceğini çok iyi biliyor herkes... (BD/HK)