Geçtiğimiz hafta sonu Roma'da gerçekleşen basın özgürlüğü mitingi kitlesel olduğu kadar olağanüstüydü de. Katılımın büyüklüğünün yanısıra, katılanlar arasında gençlerin çokluğu, resmi siyasetin en hafif deyimiyle dejenere olduğu bir dönemde on binlerce erkek ve kadının güneşli bir hafta sonunu büyük bir ciddiyetle siyasi bir yürüyüşe katılarak geçirmeleri bakımından da olağanüstü.
Sanırım bu yürüyüşün iki özelliğinin altını ayrıca çizmek gerekir. Birincisi, insanların ifade özgürlüğün tehdit altında olmasının ne anlama geldiğinin bütünüyle farkında olmalarıydı. Yazılı basının yeni medya karşısısında gitgide güç yitiriyor olması bir yana bu ülkenin başbakanının "kamu" televizyonunun patronu olmanın ötesinde özel televizyon kanalları ve basının da sahibi olmasından ileri gelen bir olağandışılıkla karşı karşıya olduklarının farkındaydılar.
İknicisiyse, geçtiğimiz cumartesi gerçekleştirilen mitingin bir başlangıç olarak görülmesiydi. Bu hepimize çok önemli görevler yüklüyor. Mevcut siyasal ve toplumsal koşullar altında, işsizliğin artmasına ve dolayısıyla önderliğin güç kaybetmesine yol açan bir ekonomik krizden geçerken, işçiler ve iş arayanlar güvencesiz ve düzensiz çalışmaya mahkum edilrlerken basın ve ifade özgürlüğünü nasıl koruyup yeniden inşa edeceğimiz sorusuna yanıt vermemiz gerekiyor.
Cumartesi mitingi aynı zamanda Berlusconi'nin seçim zaferinden bu yana ilk güçlü muhalefet işaretiydi de. Mitingin özellikle medya çalışanları için "berluskonicilik"e karşı gün be gün ilerleyen bir savaş, etkin bir mücadele için bir itici güç oluşturduğunu söyleyebiliriz. Çünkü, bazıları gerçekten de yüz kızartıcı olan skandallar, varolan düzenin köklerini sarsmaya yetmiyor. Berlusconi bu ciddi suçlamalardan neredeyse hiçbir yara almadan çıkmayı beceriyor. O yüzden suç ortağı olmadığımız söylemekle yetinemeyiz. Basın özgürlüğü demokrasinin dayanaklarından biri olduğu kadar, gerçek bir kurtuluş mücadelesinin de en etkin silahlarından biri.
Bu miting rejimin çatlaklarını da sergiliyor. Berlusconi'nin sağcı müttefiklerini öne sürmesi tesadüf değil, başbakan gösterilerle mi yetinsin yoksa seçim sandığına mı gitsin bunu görmek istiyor. Başka bir deyişle, Berlusconi, hükümet lehinde gösterilere girişmek için zaman kollarken, "düşman"la seçim sandığında karşılaşmak için zamanın uygun olup olmadığını gözlemeye çalışıyor. Bu gerçekten riskli ama akıllıca bir hamle. Ama ne yazık ki, merkez-sol şimdiye değin felç halinde olduğunu ve "berluskonyan" dünyanın görünür kararsızlıklarından yararlanmaya mecali bulunmadığını gösterdi.
Merkez sol, cumartesi günkü mitingin verdiği mesajı almış görünmüyor. Hükümetin istifasını istemek ve genel seçim çağrısında bulunmak yerine öylece sessiz sedasız oturmayı seçiyor. Bugüne değin Berlusconi'nin çöken itibarına ilişkin olarak söylenip yazılanların mantıksal sonucu, tam tersine davranmalarını gerektirdiği halde, heyhat, sessizlikten, yüzkızartıcı bir suskunluktan başka birşey yok! Merkez-solun güveni, herşeyden önce kendisine güveni yok. Sorun da bu zaten. Doğrusunu yapmaz, meydan okumayı kabul ederek seçimlere gitmezseniz, elbette kaybedersiniz. Ama hayat bu, o zaman patronlardan başka kim dört yıl daha Berlusconi'nin başbakanlığına katlanabilecek? (OC/EK)
_________________________________________
(*) Orsola Casagrande, İtalya'da yayınlanan Il Manifesto gazetesi editörü