Aylardır "uyan Berkin Elvan" diye uyanıyorum güne, bir ateist duası nasıl olursa öyle her sabah. Dün sabah eşim bu uyanma şarkısından önce açtı gözlerimi, “Berkin'i kaybettik”, dedi. Bir saat kadar dört bir yandakilerin acısını okuyup okuyup ağladım, kendi acımı yazıp yazıp sildim… Sonra bir A4 kağıda "BERKİN ELVAN" yazıp sokağa çıktım.
Lahey'de yaşıyoruz biz, Türkiye'ye ait tek toprak parçası Büyükelçilik binası. Kucağımda on dört aylık oğlum Minas ve yanımda eşimle birlikte oraya yürüdük. Bayrağın asılı olduğu kapının önünde durduk, çantamdan Berkin'in adını alıp havaya kaldırdım. Küçük bir hareketlenme oldu yakındaki pencerede, prosedür gereği Hollanda polisine haber verildi belki. Polis geldi sonra, benim cenaze başındaki halime acımış olmalı, eşimle konuştu çokça; onu yanlış anlamamamızı, protesto yapmaya hakkımız olduğunu, sadece kimlik kontrolü yapıp ayrılacağını söyledi. Öyle de yaptı kibarca.
Oğlum bir saat kadar durdu öylece benimle. Sonra belki üşüdü, annesini istedi. Devlet ve ben baş başa kaldık. Protestomu görüp bana içten gülümseyenler oldu, elimdeki ismi görüp üzülenler. Belki kendi utancından, belki beni utandırmamak için köşeden usulca bakıp çekilenler oldu. Saatlerce kapının bir tarafında ben, bir tarafında devlet, bekledik.
Sonra kapı açıldı, çok ince bir hanımefendi elinde sıcak bir fincan çay ile geldi, mesajınızı aldık ama lütfen üşümeyin artık üzülüyoruz sizin için dedi. Kapıyı açıp benimle konuştukları için teşekkür ettim. Devlet ile vatandaş, göz göze baktık, öyle de ayrıldık.
Ben üniversitede okurken Hrant Dink öldürüldü. Öldürülmeseydi, belki bugün kapının diğer tarafında ben olacaktım. Ötekilerin acısını "sözde" deyip geçiştirmek zorunda bırakılmasaydım, belki... Sebat Apartmanı'nın kapısında küstük devletle biz. O gün bu gündür sınır kapılarında somurtur hep bana. Taksim'de iki kez suratıma namlu doğrultmuşluğu dahi var. Ama her seferinde gözlerinin içine baktım devletin, birkaç salise bile olsa da bazen. İnsandı.
Benim annem ve babam devlet memuruydu. Milli eğitim sisteminden örnek bir milli vatandaş olarak çıktım. Çok geç ve çok zor sorguladım bu yüzden pek çok şeyi. Bana mutlu bir çocukluk veren devletin Kürt çocuklarda, Ermeni çocuklarda, Alevi çocuklarda yarattığı travmayı okudukça kendi çocukluğumdan utanırım bu yüzden. Annemi babamı çok severim de, beni büyütürken sakındıkları gerçekleri, yaptıklarından çok yapmadıklarını ayıplarım.
Bugün büyükelçiliğin kapısı önünde on dört aylık oğluma on dört yaşında vurulan kardeşinin hikayesini anlatırken ağlamam bundandır. Rüzgarda dalgalanan Türkiye bayrağını gördükçe boğazımın düğümlenmesi bundandır.
Gezi Parkı'nda bir köşeye ölenleri anmak için dizilmiş taşlara dahi müsaadesi olmayan devletin bir çocuğun ölümüne isyan edecek memurlara müsaadesi var mı? Vatandaşın vergisiyle, memurun emeğiyle beslenen devlet iki tarafın da isyanını susturdukça ayakta duruyor. İktidar işte bu sessiz rıza ile devlet meşruiyetine sahip oluyor.
On dört yaşında bir çocuk öldüğünde el ele verip yarıya indiremiyorsak o bayrakları, kederde ve neşede ortak değilizdir artık. Biz o kapıyı evimiz bilip çalamıyorsak, memur bizi kardeşi bilip buyur edemiyorsa devlet vatandaş ile memur arasında bir duvardır.
Kapının iki tarafında iki insan var. Eğer birlikte üzülemeyeceksek, üzüldüğümüzü söyleyemeyeceksek, bizim attığımız her sloganda, durduğumuz her dakikada; sizin dosyaladığınız her evrakta, onayladığınız her emirde bir kez daha kilitlenecek o kapı. Kapıları çalın, kapıları açın. Korkmayın, biz halkız. (EKS/HK)
Not: Kimlik bilgilerimizi soran polis işlemini bitirdikten sonra elimdeki kağıttan dikkatlice Berkin'in adını ve soyadını yazdı. Eminim evine gidince internette arayıp öğrenmiştir kim olduğunu. Bunu yapamayan insanları bakan yaptık biz bu ülkeye. Hatırlatayım istedim.