Yaklaşık yedi aydır, Almanya, Fransa, Belçika, İsviçre, Avusturya'da, feminizm tartışmaları, eylem hazırlıkları, dayanışma buluşmaları gibi vesilelerle, aynı ülke içinde bile birbiriyle iletişimi olmayan farklı feminist gruplarla, devletle birlikte çalışanlarla, bağımsız otonom yapılarla, antifaşist blokun içinde yer alanlarla, sosyalist, anarşist, ekolojist, anti militarist feministlerle, queer ekseninde karma örgütlenenlerle ya da feminizmle birlikte lezbiyenliği vurgulayan gruplarla birlikte oldum.
Özellikle feminizmi bir yaşam alternatifi olarak deneyimleyen pek çok kadınla karşılaşmak beni çok heyecanlandırdı.
Gündelik hayatın örgütleniş sürecini kamusal politikanın önünde tutan, aile dışında yaşam alanları oluşturan, on yıllardır komün geleneğini sürdüren, bedenleriyle barışmayı, cinsellikten zevk almayı öğrenmiş, hemcinsleriyle dayanışma ağları kurmuş bu kadınlar için feminizm, eylem-gösteri gündeminden çok hayatlarının anahtarı.
68'li, 70'li yıllardan sonra yaygınlaşan ve hala kendini koruyan pek çok feminist komün varlığını sürdürüyor, kadınlar günlük hayatın sorunlarıyla kolektif olarak boğuşuyorlar. Ama bu varoluş, kendine bir alan yaratmış olsa da, toplumsal ve politik açıdan marjinal bir konumda.
Otonom gruplar, mücadelenin kazanımları sonucunda fakat bunlara yenilerini ekleyemedikleri için bürokratikleşen, sistem içine kayan ama pek çok imkânı elinde bulunduran ana akım feminist hareketten oldukça kopuklar.
Göçmen kadınlar ise tamamen ayrı örgütleniyorlar. Ciddi bir iletişim alanı, tartışma zemini oluşturmamışlar. Bırakalım Amargi ya da Feminist Politika gibi binlerce satmayı, saydığım ülkelerde üç yüz satan bir feminist politika dergisi bile yok.
Emma gibi hareketten kopuk ve oldukça popüler olan dergilerden bahsetmiyorum, hareketin sahiplendiği, tartışmalarını yürüttüğü bir zeminin olmadığını söylüyorum.
Oysa feminist politikadaki sıkça bahsedilen daralmanın en önemli nedeni farklı analizleri buluşturamamak değil mi? Örneğin, Avrupa'da göçmen feministlerin ayrı örgütlenmesi, bu analizlerin birbiriyle konuşmamasıyla ilgili değil mi?
Bizim kuşak feminizmi değil feminizmleri öğrendi
Batı kaynaklı gelişen, kadınların bedenleriyle ilişkisine, doğum haklarına, aile dışı varoluş arayışlarına, cinsel özgürlük taleplerine odaklanan, erkek şiddetine karşı çıkan ve ilk aşamada Avrupa'da kadınların yaşamında radikal değişikliklere yol açan feminist teori-politika, zamanla dünyada yeni seslere-sözlere kavuşarak monolitik yapısından kurtuldu ve farklı kadınların farklı ihtiyaçlarına karşılık veren bir çeşitliliğe kavuştu.
Benim kuşağımın, bölge, sınıf, milliyet, etnisite, cinsel yönelim farklılıklarına cevap veren, çatışarak ve birbirini dönüştürerek yepyeni bir tartışma ve politika alanı yaratan feminizmlerle tanışma şansı oldu.
Bu tartışmalar içinde, "tek hakikat" yanılsamasıyla kendini "esas feminist", "en hakiki feminist" olarak görenlere yönelik eleştirileri, hareket içindeki hegemonik yaklaşımla olan hesaplaşmayı, coğrafyasal ve tarihsel paradigmalara yönelik sorgulamaları okuduk.
Avrupa'da çeşitli sömürge ülkelerden gelen "renkli" feministler, Türkiye'de Kürt feministler, harekete yeni kavramlar ve sorgulamalar kattılar.
Böylece feminist hareket içindeki ırk, ulus, sınıf ve cinsel yönelime dayalı hiyerarşileri keşfettik. Daha da ileri gittik.
Kimlik politikalarının zorunlu sınırlarına, feminizmin öznesi ya da öznelerine, öznenin siyasi inşasının taşıdığı dışlama potansiyellerine, modern iktidarın kurguladığı özne kavramının ve temelci kurgularının sorunlarına, kadınlar teriminin ortak bir kimliği ifade edip etmediğine, kadınlığın homojen-değişmeyen bir kategori sayılmasının- kadınlar kategorisini istikrarlı bir özne olarak inşa etmenin sorunlarına ilişkin tartışmalara (1) tanık olduk.
Evrensel ataerki kavramının somut kültürel bağlamlardaki toplumsal cinsiyet kaynaklı ezilmeyi izah edip etmediğini, ezilme çeşitleri arasında dikey ya da yatay ilişki kurma biçimlerinin politik sonuçlarını, feminizmlerin birbirine ne söyleyebileceğini tartıştık.
Ben, bunlardan birini idealize ederek, politikayı katı bir ideolojik çerçeveye oturtmanın özgürlükleri kıtır kıtır yiyeceğini düşündüğüm için, bütün yaklaşımların birbirinin içinden geçeceği bir politik ortam hayal ediyorum.
Birbirinin içinden geçmek derken, birbirine yüzeyden eklenmeyi, birbirinden beslenerek şişkin, şekilsiz bir varlığa dönüşmeyi kastetmiyorum, çatışmaktan ve öğrenmekten bahsediyorum. Ama sürekli... Soru işaretlerini hiç kaybetmeden.
Soruları, yaklaşımları paylaşmak başkalarının senin içinden geçmesini kolaylaştırır. Şimdi de bu yüzden yazıyorum. İçinizden geçeyim ve içimden geçin diye.
Radikal bir alt üst oluş için
Kişisel tarihimde, özgürlük düşleri kurarken ve tüm hayatı anlamaya çalışırken, feminist oldum. Kendi dışımdaki varlıklarla ilişkimi sorgularken. Bu sorgulamada cinsiyetçiliğin ne olduğunu ve nasıl işlediğini görmeye başladım.
İlk anladığım şey, feminizmin kadın hakları savunuculuğu değil, bir özgürlük felsefesi ve politikası olduğuydu. "Özel olan politiktir" sözü gerçekten hayatımı değiştirdi.
Bu sözle sadece geleneksel politikayı sorgulayıp gündemini genişletmiyorsun, aynı zamanda bir zihniyet sorgulamasına girişiyorsun ve felsefeyi, tarihi, bilimi, hukuku, araştırma yöntemlerini, bellek oluşturma biçimlerini, sanatı, imgeleri, yeniden düşünüyorsun.
Bu keşif, üniversiteli yıllarımda beni alt üst etti. Önce kendime, ilişkilerime, aşklarıma, sonra savaşa, devlete, toplumsal iktidar mekanizmalarına, politikaya feminist bir pencereden bakarak bir duruş oluşturmaya çalıştım. Ama bu katı bir duruş olmadı hiçbir zaman.
Her tartışma içinde, yeni soru işaretleri, yeni çatışmalar ve yeni açılımlarla karşılaştım. Ayrıca boğuştuğumuz uygarlıksal soruna sadece feminizm içinden bir cevap bulmaya, her şeyi feminizme sıkıştırmaya çalışmadım. Sadece feminist olmadım ama aynı zamanda feminist olmanın bana açtığı ufuklardan hep heyecan duydum. Hala da öyle.
Siyah feminist Bell Hooks, Feminizm Herkes İçin kitabında, "Feminizm aslında, eğer gereğince davranırsak, her birimizin hayatını değiştirecek olan sihirli bir değnek gibidir. Evet, feminist hareketler hayatlarımızı değiştirebilir fakat buna ancak ve ancak feminist teorimizi yeniden ve yeniden inşa ederek ve diğer toplumsal hareketlerle birlikte davranarak ulaşılabilir" diyor.(2)
Feminizm var, feminizm var. Feminizm adına Amerika'nın askeri işgali desavunuluyor, kadınların askere gitmesi de (3)... Kadınları militarizme, büyük sömürgeci mekanizmalara yakınlaştıran feminist perspektifler de var. Ama cinsiyetçiliği, cinsiyetçi sömürü ve baskıyı sona erdirmek için mücadeleye giriştiğinizde karşınıza devasa iktidar yapıları çıkıyor.
Devletle, kapitalizmle, doğa üzerindeki tahakküm zihniyetiyle, milliyetçilikle, militarizmle, heteroseksizmle de boğuşmaya başlıyorsunuz.
Bu iktidar ilişkilerinin cinsiyetçiliği ürettiğini ve bu üretime dayandıklarını, toplumsal cinsiyet ilişkilerinin sınıflar, ırklar, kültürler arasında, toplumsal ve siyasal kurumlar tarafından inşa edildiğini görüyorsunuz.
Tüm iktidar ilişkilerine sızmış olan cinsiyetçiliğe karşı mücadele ederken, kadınların yaşamlarının, sadece toplumsal cinsiyetlendirme yoluyla değil, aynı anda farklı hiyerarşiler içindeki konumları doğrultusunda belirlendiğini gördüğünüzde, tüm kadınlar için bir kurtuluş perspektifi ya da kadınların tüm baskı türlerinden kurtuluş perspektifi geliştirme arayışına giriyorsunuz. Böylece feminizm, kadınların erkeklerle eşit olmasıyla sınırlanan bir politikanın ötesine hakikaten geçiyor.
Dolayısıyla, iktidar ilişkileri içindeki içkinlik ve mücadele sorunlarını tartışmaya başlıyorsunuz. Tabii bu mesele, genellikle "içkinlik" kavramıyla tartışılmıyor. İktidar ilişkileri arasında çeşitli yatay ve dikey bağlantılar, dolayısıyla hiyerarşiler kuruluyor.
Sosyalist politika analizlerindeki "temel çelişki-baş çelişki" tespitini hatırlayalım. Sosyalist örgütler, genellikle, toplumsal imkânlarımızı anlamaktan, geleceğe fırlatmaktan başka bir şey değildir.
Bunu yaparken bize intikâl edenin, devraldığımızın içinde duygulanımsal bir biçimde ayarlanmış olarak bulunduğumuzu idrak etmeliyiz ve bu ayarlanmayı ırkçılık, cinsiyetçilik, sınıf, milliyet vs., gibi kategoriler itibariyle sorgulamalıyız. Yoksa dünya nasıl başkaca dünyalaşabilir?" (6)
Ben, özgürlüğün bütünlüklü bir proje olduğuna ve ancak tüm varlıkların katılımıyla gerçekleşeceğine inanıyorum. Bir arada bulunduğum kadınlarla ırk, sınıf, etnik köken, cinsel yönelim, din ve diğer özellikler açısından farklı konumlardayız. Onlarla birlikte özgür olabilmek için, tüm ayrımcılıkları ve iktidar ilişkilerini reddeden, herkes için adalet isteyen, her insanın hayatının bir değeri olduğunu savunan bir politikayı savunuyorum.
Sadece devletten, erkeklerden, sermayeden değil, tüm tahakküm yapılarından ve şiddetten bağımsız bir feminist politikanın, kadınlar için toplumsal alanda eşitlik sağlamanın ötesinde, süre giden cinsiyetçi söylemi, mevcut hiyerarşik düzenlemeleri, iktidar yapılarını ve kendi hayatlarımızı-anlayışlarımızı-alışkanlıklarımızı da dönüştürebileceğini düşünüyorum.
Bir feminist olarak, kimsenin kimseye hükmetmediği, ilişkilerimizi şekillendiren yaşam felsefesinin müştereklik esası üzerine inşa edildiği bir dünya için, barış ve olanaklar dünyası için mücadele ediyorum.
Biliyorum ki, feminist dönüşüm tek başına böyle bir dünya yaratmaz. Ama feminist mücadele olmadan da böyle bir dünya yaratılamaz. O halde, kendimi sadece "feminist" olarak tarif etmiyorum. Ama feminizmime başka ekler de koymuyorum.
Ekolojist feministler, anti militarist feministler, sosyalist feministler, anarşist feministler... Bunların yanında sadece feminist olmak, biraz çıplak mı duruyor? Kendi feminizmimi diğerlerinden ayırmak için illa bir ek mi koymalıyım başına? Ekolojistim ama kendime eko-feminist demiyorum.
Çünkü benim feminizmim, doğa üzerindeki insan tahakkümünü sorgulamamda yardımcı oluyor. Anti militarizm, ekoloji, anti kapitalizm, anti heteroseksizm... bunları feminizmimin başına ek olarak yerleştirsem, uzun bir paragraf olur... Biz Amargi yayın kurulunda, buna "akrobatik feminizm"(7) diyoruz... Böyle deyip paragrafı kısaltmak mümkün belki.
Şakayla ifade ettiğimiz bu kavram, belki de farklı feminizmlerin birbirine dokunarak dönüşebildiği bir hareketi ifade ediyordur. Ben bu akrobasiye olanak tanıyan şeyin, "cinsiyetlendirilmişvarolanınezilmesinden yola çıkarak her biricik var olanın ezilmesini tüm aciliyeti içinde düşünme çabası"(8) olduğunu hissediyorum. Aslında özgül bir ezilme biçimini anlama çabamız, bizi diğer ezilme biçimleriyle ve ezilme nedir sorusunun ta kendisiyle ilişkiye sokmuyor mu?
Akrobasi zor zanaat!
Evet, böyle bir feminist politikayla, öncelikle ben değişiyorum. Mesela, kadınlarla aramdaki "farklılık" adı altındaki iktidar ilişkilerini sorguladıkça, birlikte özgürleşmek için, kendimi de değiştirme mücadelesine girişiyorum. Feminist mücadelenin yarattığı en önemli geleneklerden biri olan "Kadın dayanışması" başka nasıl mümkün olabilir?
"Kadın dayanışması" geleneği aslında, genel anlamda toplumsal kurtuluş açısından çok önemli bir şanstır.
Kadın dayanışması, kadınların kendi arasındaki iktidar ilişkilerini sorguladıkları, bu anlamda tüm toplumsal hayata dair söz söyleme ve kapitalizme, heteroseksizme, ırkçılığa, doğa sömürüsüne, milliyetçiliğe, militarizme karşı politika geliştirme imkanı veriyor.
Melek Göregenli'nin, Amargi sayfalarında söylediği gibi, hem özgüllükleri gören, iktidar yapıları arasındaki analitik farklılıkları teslim eden hem de bunlar arasındaki bağlantıları kuran bir politika...
"Butler'dan devam edersek, dişil olanın özgüllüğü, diğer her açıdan tümüyle bağlamından kopartıldığında, bir yandan -kadınlık- "kimliğini" kurup bir yandan da tekil bir kimlik mefhumunu yalanlayan sınıf, ırk, etnisite ve diğer tüm iktidar ilişkileri, eksenlerinden, hem analitik hem de siyasi olarak tümüyle ayrı tutulmuş olur."(9)
Yani bu politika, yaratılmış kategoriler üzerinden bir kimlik inşa etme mücadelesi değildir. Aksu Bora'nın yine Amargi sayfalarında ortaya koyduğu gibi, çünkü feminizm kadınları politik bir varoluşa davet eder:
"Aslında feminizm bu imkâna sahiptir, çünkü cinsiyet ilişkilerini politik ilişkiler olarak tarif ve bu ilişkilerin özneleri olan kadınları, bu halleriyle politik özneler olmaya davet eder. Bunu yaparak bir"kimlik politikası"na dönüşmekten uzak durabilir, çünkü cinsiyet rejimi içinde konumlanmış birer politik özne olarak tanımlayarak, kadınları toplumsal/siyasal kimlikler içinde dondurmak yerine aralarındaki farklılıkların nasıl kurulduğunu ve bu farklılıkların üretilmesinin esas mekanizmasını, yani erkek egemenliğini analiz edebilir."(10)
Ama bu Göregenli'nin de söylediği gibi, özgüllükleri ve analitik farklılıkları kavrayan bir politika olduğu için, "kimlik politikası"na düşmemek adına, kadınlara mahsus örgütlenmekten vazgeçilmiyor. Kadın-erkek arasındaki somut iktidar ilişkisi sürerken, kadınların politik varoluşu başka nasıl mümkün olabilir ki?
Tabii böyle bir feminizmin tek hedefi, kadınların politik varoluşu olmadığı için, tüm hayatı olduğu gibi, erkekliği de analiz ediyor. Erkekliğin ve kadınlığın tek, doğuştan ve kaçınılmaz olduğu savunusunun eleştirisi olan feminizm, erkeklere bu yükten kurtuluş yolu da çiziyor.
Böylece, kadınların deneyimlerinden yola çıkarak, sadece kadınlar için değil, tüm varlıklar için hayati önem taşıyan analizler ve yöntem önerileri, feminizmle birlikte gelişiyor.
Bence, dünyaya feminist merakla yaklaşmak, satır aralarını, arka planı, reality show'ların boğduğu hakikati anlamaya çalışmaktır.
Benim yakın durduğum, zihnimi aydınlatan, hayatımı zenginleştiren, her şeye hayretle bakmamı kolaylaştıran feminizm, böyle genişleyen, soru işaretlerini hiç kaybetmeyen bir teori ve politikayla, söylemsel iktidarın, sembolik sistemin yapı sökümünü yapmak, bu alandaki iktidar mücadelesine müdahalede bulunmak, iktidarın şifrelerini çözmek ve anlamlara yönelik bir eleştiri ortaya koymaktır.
Tabii "özel olan politiktir" dedikten sonra, erkekliğin paradigmalarını kırdıktan, hakim politikanın eleştirisini yaptıktan sonra, yeni bir yöntem ve etik yaklaşımı da filizleniyor. Bu filiz, her şeyi didik didik etmeyi, görünmeyeni, arkadakini, sessiz olanı dikkate almayı, hedeflere ve "zafere" değil, yolun kendisine odaklanan" bir politikanın ışığı oluyor.
Çatışkıların çözümüne, isyanın yöntemine ilişkin, hiçbir varlığa zarar vermemeyi ön koşul sayan yeni bir etik yaklaşım, yeni bir tarih ve bilim anlayışı, sosyal ilişki kültürü ve anti hiyerarşik örgütlenmeler, bu nedenle feminist politikanın en önemli kazanımları oluyor.
Bu kadarla iş bitse, yine iyi... Bu politika, yeni bir dille, yeni bir örgütlenmeyle, yeni bir ilişki kültürüyle, içice geçen bunca iktidar ilişkisini, birbirlerini örtmeden ama birlikte gösteren, slogancı olmayan bir söyleme ihtiyaç duyuyor:
Nükhet Sirman'ın pek çok tartışmada sürekli vurguladığı gibi, feminizmi diğer gündemlerin içine sıkıştırmamak, savaşa ya da milliyetçiliğe karşı feminist bir eylem yaptığımızda yeni bir şeyler söylemek... Evdeki cinsel şiddetle militarizmin bağlantısını kurmak mesela!
Yani zor iş feminist politika... Bir yere yapışmayınca, çakılı kalmayınca, yani akrobatik olunca daha da zor! (BB)
Notlar
1. Bkzjudith Butler, Cinsiyet Belası, Metis Yayınları, İstanbul, 2008
2. Hooks Bell, Feminizm Herkes İçin, Metis, ...
3. Almanya'nın popüler feminist dergisi Emma, kadınların orduya katılmasını, feminizm adına savunanlardan biri.
4. Nashashbi 2003- Aktaran: Cockburn Cynhthia, Buradan Baktığımızda, 156
5. Örneğin Butler diyor ki: "Ezilme çeşitlerini bir bir saymak, bunların toplumsal alandaki çakışmalarını tarif etmeyen yatay bir eksende, ayrı ayrı sıralanmış bir şekilde varoldukları varsayımını içeriyor. Dikey bir model de aynı derecede yetersiz, çünkü ezilme biçimleri kestirme yoldan rütbelendirilip nedensel olarak ilişkilendirilip "orjinallik" ve "türetilmişlik" düzlemlerine bölüştülemez." (Butler Judith, Cinsiyet Belası, Metis, İstanbul, sf: 62)
6. Zeynep Direk, Militarizmi Yeniden Düşünmek, Amargi, Sayı: 4
7. Öğrendiğim kadarıyla, bu kavram eski bir hikayeye dayanıyormuş. Yani 1989'lara gidiyormuş tarihi... Burada anlatması uzun sürer ama merak edip araştırmak isteyenlere, şu kadarını söyleyeyim: Ankara'da ilk feminist haftasonu düzenleyen Perşembe grubunun içinden çıkmış...
8. Zeynep Direk, tartışmalardan...
9. Göregenli Melek, Kadın Hareketinin Ortaklaşmasıyla İlgili Sorunlar, Amargi, Sayı: 10
10. Bora Aksu, Çirkin Bir Nefret İdeolojisi Olarak Feminizm, Amargi, Sayı: 10
I I. Bu ifadeyi de Nilgün Yurdalan'a borçluyum.