İki yıl kadar önceydi. Ankara’da Sivil Toplumun Sorunları üzerine bir arama konferansındaydık.
Kahve arasında birkaç dostla ayaküzeri sohbetteyken yanımıza vakur, kendinden emin bir edayla, biraz da 'yukarıdan bakan' bir hanımefendi yanaştı.
“TEMA gönüllüsü, çalışanıyım. Şunu imzalar mısınız?” dedi.
“Nedir o uzattığınız ve imzalamamızı istediğiniz!” diye önce ben sordum.
“Orman arazilerinin hükümet tarafından satılmasına karşı çıkan TEMA’nın bir kampanyasının imza metni” dedi.
“Hayır, imzalamıyorum” deyince, ilk kez böyle bir tepkiyle karşılaştığını anladım. “Madem o halde, size hemen gerekçemi de ifade edeyim de rahatlamış olalım” dedim.
Diğer kahve sohbeti yaptığımız dostların da tanıklığında, “Doğuda ‘kirli savaş’ yürürken, ‘güvenlik gerekçesiyle’ ya da ‘terörist takibi’ adı altında uzunca bir süre çok ama çok orman yakıldı. Bu orman yakmalar süresince TEMA Vakfı bir kez dahi bu konu üzerine herhangi bir açıklama yapmadı. Bir tek duyarlılık oluşturma çabası içine girmedi. Bu nasıl çevre, doğa, yeşil duyarlılığıdır” diye söylediğimi anımsıyorum.
TEMA gönüllüsü “Siz bilirsiniz” deyip yanımızdan ayrıldı.
Sonra bir vesileyle TEMA Vakfı’nın o günlerdeki genel müdürü ile bu mevzunun muhabbetini yaptık.
“TEMA’nın sicili temiz değil. Orman arazilerinin satılması benzeri karşı çıkmalar ve duyarlılıklar, destekler peşinde ise TEMA, doğuda yaşanan savaş döneminde yok edilen orman alanları ile ilgili herhangi bir tavır koymadığına dair mutlaka ciddi bir özeleştiri vermeli” dedim.
“Söylediklerin geçmişte kalmış şeyler. TEMA’nın şimdiki politikası ile ilgili bir eleştirin varsa baş göz üstüne” deyip o günkü TEMA’ya dair işleri konuştuk genel müdürle…
Orman yangınlarında çifte standart
Bugünlerde de, 2008 Temmuzunda, doğuda, “güvenlik gerekçesiyle” ormanlar yanıyor / yakılıyor. Yine TEMA dâhil birçok ilgili sivil toplum kuruluşunun bırakınız tepki göstermesini, haberi dahi yok ormanların telefatından. Hakkâri’den, Bingöl’den, Dêrsim’den, Şırnak, Mardin, Diyarbakır’dan sesler yükseliyor. Kimin umurunda…
Doğrusu, turizmi, hayatı, kültürü, kimliği sadece deniz ve güneş gören bir perspektiften ötedir doğal hayat ve doğal hayata dair yaşananlar.
Doğunun flora ve faunası hem bitki türleri ve çeşitleri açısından hem de yaban hayatı ve diğer canlıları açısından bakir bir zenginlik sunuyor.
Bunu Hakkâri’nin hâlâ insan eli değmemiş sarp coğrafyasına ya da doğal park görüntüsündeki diğer bütün alanlara, mesela Munzur vadisine veya diğerlerine ulaştığınızda göz kararıyla bile fark etmek mümkün.
İşte göz göre göre heba olup giden, yakılıp yok olup giden budur. Dikkat çekilmeye çalışılan da budur.
Şimdi elbette “siyasal referansı İslam” olan, övünç kaynağı da her daim “Osmanlı ümmetçiliği” olan şimdinin siyasal iktidarı Adalet ve Kalkınma’cılardan tavır beklemek “hak” değil mi?
Fatih Sultan Mehmet’in İstanbul’u fethini her yıl binbir heyecan ve mehteranla kutlayanlar, Fatih’in o meşhur sözünü anımsamazlar mı acep: “Ormanlarımdan bir yaş dal kesenin kellesini keserim”.
Ormanlardan epeyce yaş ya da kuru dal kesiliyor / kırılıyor / yakılıyor harbiniz var mı ey adalet dağıtan kalkınma politikaları üretenler!
Yakılırken ormanlar sadece ağaçlar gitmiyor. Bir daha geri dönmemek üzere doğal hayat da yok oluyor. Doğanın dengesini kendi kavlince ayarlayan düzene sokan canlılar da yitip gidiyor.
Bu yazı tümüyle orman yangınları konusundaki “çifte standarda” bir ses olsun diye yazıldı.
Batıdaki orman yangınlarına karşı anbean haber yapan medya nedense doğudaki orman yakmalara karşı sessiz kalıyor.
Elbette sadece medya değil. Adı tumturaklı bir dolu çevreyle, doğal hayatla ilgili sivil toplum örgütleri de öyle. Politikacılardan da ses seda yok!
Bu hassasiyet;
“Beni yak, kendini yak, her şeyi yak/ Bir kıvılcım yeter hazırım bak/ Yanacağız ikimiz de ateşte” diyen bir Sezen Aksu şarkısından daha öte anlam taşıyorsa eğer, doğudaki orman yangınlarına güvercin gagasında bir damlacık su olsun diyedir. (SD/EZÖ)