İstanbul, 20 Ekim 2023
Gece karanlık, perdenin arasından sızan sokak lambalarının solgun ışığı bile yok. Yatak odamdan salona giden koridor sonsuzluğa uzanan kara bir delik.
Neredeyim? Burası benim odam mı? Gözlerimi açmak istiyorum ama açamıyorum. Gözlerim kapalı ama karanlığı görüyorum.
Sonra birden müthiş bir aydınlık, sarı beyaz bir ışık deliyor karanlığı.
Odanın içinde havai fişekler patlıyor.
Yüzüme sürünen yumuşak bir tüy ve mırlama sesi ile beraber açıyorum gözlerimi. Kedim beni uyandırıyor. Muhtemelen çoğu kez olduğu gibi rüyamda bağırdığım için korkup beni uyandırmaya gelmiş.
Kafasını sürtüyor yüzüme; “Ben buradayım, korkma, uyan.”
Elimi yumuşak tüylerinin üzerinde gezdirirken, yıllardır her savaşta sorduğum soruyu fısıldıyorum kulağına; “Ben uyurken kaç çocuk ölecek?”
Başucumdaki ışığı yakıp saate bakıyorum, 03.15. Bilgisayarımı açıp ölenlerin sayılarını öğrenmek ne işe yarayacak? İnsanlar sayılara dönüştükten sonra nasıl, nerede öldüklerinin anlamı var mı? Gazze’de izlediğim kaçıncı savaş? Alışık olduğum bildik cümleler eşliğinde gökyüzüne uzanan kara dumanlar, siren sesleri ve ölüleri taşıyan ambulanslar. Battaniye veya çaputlara sarılı ölü çocuk bedenleri, 207 çocuk öldürülmüş ben uyurken.
Gazze’de hüküm süren Hamas silahlı milis örgütünün İsrail topraklarına paraşütçülerle inip kadın, erkek, genç, çocuk yaklaşık 1200 kişiyi öldürmesinin üzerinden üç hafta geçti.
Kan, yara ve ölülere eşlik eden intikam çığlıkları ile önümüze servis edilen görüntülerin önünde bir yazı çıkıyor; “Göreceğiniz bazı fotolar sizi rahatsız edebilir”. Salonda rahat koltuğumda otururken gördüklerimin beni rahatsız edebileceğini söyleyen bu nazik uyarı beni çok etkiliyor. Uygarlığımız her an bizim konforumuzu düşünüyor!
Robotlar emrimizde! Robotum bana diyor ki, “Boş verin Filistinlileri, Gazze denilen yer ne ki! İnce uzun anlamsız bir kara parçası, üstünde yaşayanlara ise hiç bakmayın, tek bir Barbie çıkmaz aralarından, zavallı garibanlar, yaşasalar ne olur, ölseler ne olur? Ben sizi şimdi alıp götüreyim heyecan dolu bir diziye! Kadınlar güzel, erkekler yakışıklı, mekanlar yıkılıyor! Al eline şarabını kurul koltuğuna!”
Cenin 2002
“Nereye bir yuva kursak, gelip yıkıyorlar…
Ne zaman bir çocuğumuz doğsa, gelip öldürüyorlar…
Başımızın üstüne bir dam yapsak, bombalıyorlar…
Sevgimizi öldürdüler... Umudumuzu parçaladılar…
Şimdi nereye gideceğiz?
Bütün dünya seyretti!
Terk edildik, yalnız bırakıldık…
Susuz, ekmeksiz kaldık…”
İsrail vatandaşı, Filistin asıllı film yönetmeni, oyuncu ve sanatçı Muhammed Bakri’nin 2002 yılında Cenin mülteci kampında çektiği “Cenin, Cenin” filmi bu sözler ile başlar. Sözleri söyleyen Cenin mülteci kampının yıkıntıları arasında konuşan yaşlı bir Filistinli adamdır.
Bundan 21 yıl önce, İsrail Savunma Kuvvetleri, namı diğer İsrail ordusu, Nisan 2002’de her zaman olduğu gibi saldırmak değil, İsrail devletini korumak için, işgal ettiği Batı Şeria’da Cenin mülteci kampına havadan ve karadan büyük bir saldırı düzenledi. Cenin kampı 1953 yılında Birleşmiş Milletler Yakın Doğu’daki Filistinli Mültecilere Yardım ve Bayındırlık Ajansı (UNRWA) tarafından 1947-48 yıllarında İsrail devletinin kuruluşu aşamasında, Siyonist milisler tarafından topraklarından kovulan Filistinli mültecileri barındırmak için kurulmuştu.
Nisan 2002 saldırısında 52 Filistinli yaşamını yitirdi, 300 ev yıkıldı, yüzlerce insan yaralandı. Kampta yaklaşık 14.000 mülteci yaşıyordu.
Sekiz gün boyunca havadan bombalanan kampa daha sonra karadan üç askeri birlik yollandı. BM ekiplerinin hasar tespiti için girmesi yasaklanan kampa günlerce kimse giremedi. Sonra yavaş yavaş insanlar yıkıntılar altında kalan yaşamlarının parçalarını toplayabilmek için kampa geri döndüler. Taş yığınına dönüşen kamp, depremden çıkmış gibiydi. O günlerde Muhammed Bakri elinde kamerasıyla kampa girdi ve hala orada yaşam savaşı verenlerle söyleşiler yaptı.
“Cenin, Cenin” filmi İsrail devletinin vahşetini gözler önüne seren çok güçlü bir belgeydi. İsrail devleti filmin gösterimini yasakladı, Bakri’ye davalar açıldı, para cezaları ödemeye mahkûm edildi. Filmin prodüktörlüğünü yapan İyad Samoudi, Cenin Belediyesi içinde bulunan El-Yamun yerleşkesinde öldürüldü. İsrail, Samoudi’nin El-Aksa Şehitleri Tugayları üyesi bir terörist olduğunu söyledi.
Bu yıllarda, Bakri filminin gösterimi için İstanbul’a geldi, buluştuk, konuştuk. O anlattı, ben dinledim. Yürekli ve cesur bir insandı, karısı Leyla ve altı çocuğu ile İsrail devleti içinde var olmaya çalışan bir Filistinli.
Filistinli ABD vatandaşı kadın yazar ve aktivist Susan Abdulhawa’nın Türkçeye “Filistin Sabahları” olarak çevrilen romanı Cenin mülteci kampını anlatır.
Filistin’i anlamak için mutlaka okunması gereken bu kitabın sonlarına doğru romanın kahramanı Amal, 2002’de kızı ile beraber Cenin kampına döner. O dönemde Cenin kampı dünya medyasında manşetlerdedir: “TERÖR YUVASI”, “TERÖRİST YATAĞI” “TERÖRİZMİN YEŞERDİĞİ YER”.
Yazarın kendi anlatımından dinleyelim:
“Neredeyse otuz yıl önce bıraktığım Cenin’den daha uzun boylu bir Cenin’di bu. Gecekondu gecekondu üzerine. Kerpiç yerine beton. Teknik dilde ‘dikey büyüme’. Birleşmiş Milletler’e tahsis edilmiş bir buçuk kilometrelik alanda, kırk beş bin kişi, dört nesil mülteci yaşıyordu, üst üste yığılmış olarak.
Oraya vardığımda ortalıkta bir koşuşturma havası vardı. Sanki her şey hareket ediyor, alelacele oradan oraya gidiyordu. Çocukların oyunları bile gergindi... Genç erkekler, sonunda bütün rüyalarından arındırılmış olarak, sırtlarına bağladıkları tüfeklerle ara sokaklarda koşuşturup durmaktaydılar. Kaçınılmaz olana hazırlanmakta, yiyecek stoklamakta, savunma hatları ve bubi tuzakları kurmakta, yaklaşan fırtınaya karşı kum torbaları istiflemekteydiler.
Öfke ve isyan kol kola girmiş, o bir buçuk kilometrelik alan içindeki eskisinden daha uzun mülteci kampının sınırlarından başka gidecek bir yerleri olmadığı halde askeri sol-sağ-sol adımlarıyla ilerliyorlardı. İntihar bombacıları kemerlerini kilitliyor, sevgililer kollarını birbirlerine kilitliyor ve anneler çocuklarını en dip, en arka odalara kilitliyorlardı.”
Tarih 31 Mart 2002’ydi.
İçinde bulunduğumuz 2023 yılının başından mayıs ayına kadar işgal altındaki Batı Şeria ve Gazze’de 200 Filistinli öldürüldü, bunların 27’si çocuktu. Filistin direnişinin başından bu yana Cenin, Nablus ve Gazze her zaman öne çıkan şehirler oldu. Direniş ne kadar yoğunsa, saldırı da o kadar şiddetli oluyordu. Nisan 2002’de uğradığı ağır saldırı ve yıkımdan sonra Cenin her zaman direnişin kalesi olarak yoluna devam etti. İkinci İntifada sırasında pek çok savaşçısını yitirmesine rağmen Filistin direnişinin sembol şehri olmayı sürdürdü.
Bugün 21 yıl önce, Nisan 2002’de doğan çocuklar bayrağı devraldılar ve direniyorlar. İsrail ve bütün dünyanın anlamadığı veya anlamak istemediği direniş ruhunun yok olmadığı ve olmayacağıdır. Filistin halkının direnmekten başka bir yolu var mıydı?
3 Nisan 2002 Çarşamba günü başlayan ve iki gün havadan ve karadan saldırılarla Cenin’i bir kez daha yerle bir eden İsrail Savunma Kuvvetleri bugün sahada yalnız değiller. Netenyahu iktidarının ABD’nin desteği ile sürdürdüğü Yahudi yerleşimciler politikası, meyvelerini vermeye başladı. Silahlandırılmış sivil köktendinci yerleşimciler Filistin kasaba ve köylerine saldırıp, arabaları yakıp evleri talan ederken İsrail devletini koruyor olmalılar. Hepsinin elinde silah var. Onlar savunmada oldukları için silahlı olmaları normal, evleri başlarına yıkılan Filistinliler ise terörist. Önün gelene “terörist” diyerek siyaset yapma geleneği, ABD’nin İkiz Kulelere yapılan saldırıdan sonra geliştirdiği ve bugün de meyvelerini topladığı “Teröre Karşı Savaş Doktrini”nin ana başlığı. “Onlar ve biz”. Oysa “onlar” sadece “biz”in gölgeleri.
26 Ekim 2023
Merak kediyi öldürmüş! Beni de merak öldürecek! Üstüme vazife olmayan şeyleri, illa ki merak edeceğim! Onu bunu bulup okuyorum!
İçimde beni kemiren bir kurt var, beni dürtüyor: “Ya bu savaş bitmez ise? Ya bir gün başka diyarlarda rahat koltuklarında oturanlar beni izlemeye başlarsa? Ya o rahatsız edici görüntüler benim ülkemden gelirse?”
“Okuyacağınız yazılarda sizi rahatsız edecek bilgiler ve olaylar olabilir.”
(Devamı gelecek…)
(MUT/VC)