Annemin çocuğu olarak yaşamımın orta yaş (?) dönemine dek bazen annemin istediği bir şeyi yapmadığımda, onun duygularını incittiğimde ya da beklentilerini karşıla(ya)madığımda; onu üzen bir şey yaptığımda, onu hayal kırıklığına uğrattığımda ya da onu dinlemeyip kafamın dikine gittiğimde; onunla tartıştığımda, ona öfkelendiğimde, ona “hayır” dediğimde ve onun için yeterli çaba göstermediğimde kendimi suçlu hissederdim.
Annem beni –masuscuktan olsa da- “senden sevgi ve desteğimi çekerim” diye tehdit ettiğinde; ona sesimi yükselttiğimde, öfkelendiğimde, karşı durduğumda ya da ona duymaktan hoşlanmayacağı bir şey söylemek zorunda kaldığımda; onu kızdırdığımda ya da onun düşündüklerine katılmadığımda korkardım, bazen.
Annem –benim yüzümden- mutsuz olduğunda, bana –yüreğiyle değil, dudağının ucuyla- “seni doğuracağıma taş doğuraydım” dediğinde, benim sevdiklerimi sevmediğinde ya da onun hayat kalitesini daha fazla yükseltemediğimde kendimi üzgün hissederdim, bazen.
O dönemde annem bazı davranışlarımı ve kararlarımı onaylamadığında, beni istediğim düzeyde desteklemediğinde, yaşamımı nasıl sürdürmem gerektiğini söylediğinde, beni eleştirdiğinde ya da kontrol etmeğe kalkıştığında; onun benden bazı talepleri olduğunda ve benim üzerimden –sanki- hayatını yeniden yaşamaya çalışıyormuş gibi davrandığında kendimi kızgın hissederdim, bazen.
***
Büyüdükçe her yaştaki çocuğun annesinden korkabileceğini, ona olan öfkesini ifade edemeyebileceğini, onunla fikir ayrılığına düştüğünde endişelenebileceğini, ondan çocuk muamelesi görebileceğini, onun tarafından acıtılabileceğini vb. öğrendim.
Çocuğunu korkutan, terk eden ve endişelendiren, onun kendisine olan öfkesini ifade etmesine cevaz vermeyen, onun büyüdüğünü hatta erişkin olduğunu kabullenemeyen, onun canını yakıp acıtan hatta “toksik” çocuklar yetiştiren annelerin de olduğunu -ve hep olacağını- gördüm– daha daha büyüdükçe.
Annelerin “mükemmel yaratıklar”, “kusursuzluk efsanesi” ya da “tanrısal” olmadığını; annelerin her zaman yeterli ol(a)madığını ve hatta onların fazlaca “kontrolcü”, “duygusal tacizci” ya da “toksik” olabileceğine tanık oldum; -daha daha daha- büyüdükçe.
***
Büyüme sürecimde “annemin çocuğu” olan ben, iki(z) kız çocuğunun annesi oldum. Hiç de öyle –olmam gerekmiyordu- mükemmel ya da kusursuz anne olmadım. Annemle ilişkimde eksik, yanlış, gereksiz bulduğum ve eleştirdiğim şeyleri yapmamaya çalışırken başka hatalar yaptım. Kızlarım da mükemmel ya da kusursuz –olmaları gerekmiyordu, zaten- çocuklar olmadı.
Annesinin çocukları olan kızlarım, bağımsızlıklarına giden yola girdiklerinde ya da d-ö-n-g-ü-y-ü k-ı-r-d-ı-k-l-a-r-ı-n-d-a bir şeyler -kaçınılmaz olarak- değişmeye başladı.
Epeyce yıl önce anneme giderek daha fazla benzemeye başladığımı fark ettiğimde “bu bazen iyi, bazen kötü” demiştim kendime. Geçenlerde de kızımın biri “anne, giderek sana daha çok benzemeye başladım”, deyince, “ben de annem gibiydim aslında; bu bazen iyi, bazen kötü”, dedim. (ŞD/EKN)
*10 Mayıs.2015 tarihinin anlam ve önemine binaen ilgililere gitsin Nihat Behram’ın “(…) Ah, öyle içten, öyle temiz/ öyle karşılıksız/ bir senin yüreğin kaldı/ bu zifir karanlıkta(…) // dizeleri.