Hapishaneden yazmanın dezavantajları bir hayli fazla.
Her şey bir yana gündeme dair yazmaya niyetlendiğinizde; hapishanede olduğunuz gerçeği hemen önünüze çıkıyor.
Bu nedenle çoğu zaman bunca soruna, yaşananlara "dokunmadan" yazmak içinize sinmese de.
Hiç değilse çabuk eskimeyecek, ama anlamlı cümleler kurmaya çalışıyor insan.
Dün akşam yanıtını bu sabah almak koşuluyla koğuşdaşlarıma: Beklemek fiilinin kendilerinde yarattığı çağrışımın ne(ler) olduğunu sordum.
Sonra da aynı soruyu kendime yöneltip, düştüm peşine.
Beklemek neydi?
Ya umutla ilişkisi?
Umutsuzca beklerken bile, beklemeyi sağlayan yine umut değil miydi?
İçeride ya da dışarıda ömrümüzün çoğu bir şeyleri birilerini beklemek geçmiyor mu?
Geceye yürüyen akşamın sessizliğinde, umutla umutsuzluk beyninizin kıvrımlarında çatışırken; yüreğiniz patlamaya hazır bir volkan misali, kulağınız kapıda beklersiniz.
Apartmanın sessizliğinde yankılanacak bir tanıdık bir ayak sesidir duymak istediğiniz.
Bütün bir gece boyunca pencerenin önüne çektiğiniz sandalyede, sokak lambasının aydınlattığı yola dikersiniz bakışlarınızı.
Gözünüzü kırptığınızda, sanki anı kaçıracakmışsınız gibi, hareketsiz beklersiniz.
Saatler ilerledikçe umutsuz bekleyişinize umudu katma çabanızın boş olduğunu bile bile gözlerinizi sokak lambasının ölgün ışığının aydınlattığı yola odaklayıp beklersiniz.
Ta ki şafak söküp, gün ağarıncaya, lambanın ışığı sönünceye kadar beklersiniz.
Aysız, siyah bir gecede, onu kaybettiğinizi düşünüp yürürken, çalıların ardından çıkıp size doğru gelmesini beklersiniz.
Bir randevuda tüm kaslarınızın, beyninizin çelik bir yay gibi gerildiğini hissederken bir ses bir görüntü ararsınız.
Kalabalıklar içinden sıyrılarak size koşmasını beklersiniz.
Doğum masasında çığlık çığlığa ağrılar, sancılar içinde kıvranırken beklediğiniz bir başka çığlıktır!
Yaşamla ölüm arasında o ince bıçak sırtı gibi keskin çizgide, nefesinizi tutarak yaşamın müjdecisi o sesi beklersiniz.
Bir ses bir haber, bir sonuç, bir şey ya da birilerini beklersiniz, bekleriz.
İnatla, umutla, sabırla, inançla emek verir, gelecek düşlerimizin gerçek olmasını bekleriz.
İnsan tutsak olunca, beklemelerin biçimi de değişiyor.
Önce özgürlük sonra görüş günü, ardından mektup beklemek başköşemize oturuveriyor.
Biz beton duvarların, tel örgülerin ortasında. Sevdiklerimiz tel örgülerin dışında bekliyoruz!
Beklemenin ardından koşarken dalmışım. Bir kez daha önümdeki beklemeye dair listeye baktım.
Haber saati gelmişti.
366. Galatasaray Meydanı'nda Cumartesi oturma eyleminde bu defa dört annenin mektupları okunmuş.
Muhabir Berfo Kırbayır, Zeycan Yedigöl ve Emine Ocak'ın mektuplarından kısa bölümler aktardı.
Beklemek diye başlamıştım yazıma.
Son noktayı evlatlarını bekleyen, katillerin yargılanması için yazın sıcağı, kışın ayazı demeden, ısrarla, inatla ve umutla mücadele eden annelerin bekleyişleri koydu! (FE/BA)
* Kandıra, 2 Nolu T Tipi Hapishane, 31 Mart 2012