20 Eylül 2013’de Türk Sanayicileri ve İşadamları Derneği'nin (TÜSİAD) ikinci Yüksek İstişare Konseyi toplantısı yapıldı.
TÜSİAD Yüksek İstişare Konseyi Başkanı Erkut Yücaoğlu ve TÜSİAD Yönetim Kurulu Başkanı Muharrem Yılmaz açış konuşmalarında; Türkiye’nin siyasi ve ekonomik gündemi değerlendirildi.
Para politikalarından faizlere uzanan ve içine “Gezi” protestolarını da katan en geniş yelpazede Türkiye’nin “durumu” konuşuldu.
İlginçtir, yapılan konuşmaların medyaya yansıması da şikâyet edilen konuların içeriklerine göre medya patronlarının gazetelerinde farklı biçimde ve “seçilerek” yer aldı. Ama buna karşılık Yüksek İstişare Konseyi’nin kapalı oturumunda Fazıl Say hakkında verilen 10 ay hapis cezası konuşulmuş.
Bu kapalı konuşmanın acaba ifade özgürlüğüne bir etkisi olur mu? Acaba bu mahkûmiyet kararı “ana akım medyada” ne kadar ve nasıl yer alır? Medya patronları “kapalı toplantıda” acaba mahkûmiyet kararını mı yoksa bu kararın medyada nasıl yer aldığını mı konuştular?
TÜSİAD Yüksek İstişare Konseyi Başkanı Erkut Yücaoğlu'nun açılış konuşmasının başında, 30 Mayıs konuşmasında yer alan şöyle bir cümleye atıf yaparak anımsatmış: “Türkiye artık, ifade özgürlüğü, kuvvetler ayrımı gibi konuları aşmış, hukuk devletiyle, etkin ve bağımsız yargısıyla, etkin yasama ve temsilde adaletli bir seçim sistemi ve siyasi partiler kanunlarıyla ileri demokratik standartları yakalamış bir ülke konumuna gelmelidir.”
Bunun aslında bir temenni olduğu ama “sadece bir temenni” değil, 15 yıldır TÜSİAD'ın Türkiye için öngördüğü bir vizyonun özeti olduğunu ifade eden Sayın Yücaoğlu, her toplantıda bunu dile getirdiklerini söylemiş.
“İleri demokratik standartları yakalamış bir ülke” konumuna gelmek mümkün olmamış anlaşılan ki, bu temenni, bu vizyon hala sürüyor ve hala konuşuluyor. TÜSİAD’ı dinleyen de yok herhalde…
Ama TÜSİAD üyelerinin hükümetin sözünü dinlediğine dair kuşku yok. Hükümete göre “ileri demokrasi” ve TÜSİAD’a göre “ileri demokratik standartlar” ne demekse ortaklaşa kullandıkları bir “ileri” lafı var ve bunu demokrasi için kullanıyorlar.
Olanla yetinmek ve olabileceği istemek gerekli. Sadece “demokrasi” olsun demek ve sadece “demokrasi” istemek dahi yeter de artar bile. “İleri”sini kim isterse onun olsun.
Açış konuşmasından anlaşıldığına göre Sayın Yücaoğlu, Anayasa çalışmalarının hızlandırılması istiyor. Ama ayrıca, “demokratikleşme paketlerinin” hızla meclise getirilmesi ve neticelendirilmesinin “olumlu etkiyi” yükselteceği fikrinde. Demokratikleşme yanında diğer önemli bir konu ise “yargıyla ilgili reformların” hayata geçirilmesi…
Anayasa çalışmalarının durumu ortada! Öte yandan demokratikleşme paketlerinin Meclise getirilmesi demek, demokrasi geliyor demek değildir. Üstüne üstlük her demokratikleşme paketi yeni sorunlar ve yeni tartışmalar demektir. Çünkü hep böyle oldu.
Asıl olan demokratikleşmek için “demokrasi” benimsenmelidir. Olmayınca, getirilen her demokrasi paketi kâğıt üstünde kalır, kalmaktadır.
Eğer “yargıyla ilgili reform” gibi bir amaçları olsaydı, örneğin özel yetkili/görevli mahkemeler demokratik paketlerle gelen kanunla kaldırılmış olmasına rağmen, aynı demokrasi paketinin kanunuyla hala devam ediyor olmazdı.
Bu örnek bile yargıyla ilgili bir reform yapmak gibi bir derdi olmayanların tercihi, yargının siyasallaşmış halidir. Böylece sürüp gitmesi istenmektedir zaten.
TÜSİAD Yönetim Kurulu Başkanı Muharrem Yılmaz ise toplantıyı açış konuşmasında Avrupa Birliği (AB) ile olan ilişkilere değinerek, “Bölgesel Politika ve Yapısal Araçların Koordinasyonu” başlıklı 22 numaralı faslın, “Yargı ve Temel Haklar” başlıklı 23 numaralı ve “Adalet, Özgürlük ve Güvenlik” başlıklı 24 numaralı fasılların müzakereye açılmasını “ısrarla” talep ettiklerini söylemiş.
Sayın Yılmaz’ın şu sözlerine katılmamak mümkün mü?
Diyor ki; “Demokratikleşme paketinden bahsederken, unutulmasına izin vermek istemediğimiz bir büyük acıya, bir büyük soruna da değinmek istiyorum. Türkiye'nin bazıları kırk yılını aşmış, uzun bir faili meçhul veya aydınlatılmamış siyasi suikastlar ve kıyımlar listesi var. Yıllardır gerçekler ortada yok. Hrant Dink’in ailesinin umutsuzluk haykırışlarına duyarsız kalmak mümkün değil. Türkiye'nin demokratikleşme paketini, yeni anayasayı, Kürt sorununun çözümünü konuştuğu bir dönemde, karanlıkta kalan bu acı olayları aydınlığa kavuşturarak, bu ağır yükten de kurtulması gerektiğini, bir kez daha belirtmek isteriz.”
Çok doğru, yıllar geçiyor ve gerçekler ortada yok. Ama birçok bazı gerçekler ortada…
Dillerden düşmeyen ve hatta en önemli konu ifade özgürlüğü.
TÜSİAD ifade özgürlüğü istiyor. İfade özgürlüğünü gerçekten istiyor ve hayata geçirilmesini içtenlikle talep ediyor.
O halde TÜSİAD üyeleri olan medya patronları ilk adımı atmalı.
İşten attıkları gazetecilerin tümünü tekrar geri işe alsınlar. Gazetecilerin yazıp çizdiklerine karışmasınlar. Özgür bir basın, ifade özgürlüğü ve bilgi edinme hakkı için “güçlerin medyası” olmaktan vazgeçsinler.
Faili meçhullerin aydınlatılması için gazetecilere çalışma ortamı sağlasınlar. Bu gazetecilerin karşısına hangi güç çıkarsa çıksın gazetecilere sahip çıksınlar.
Sahibinin sesi olan gazetecilerle değil, gerçekleri eğip bükmeden yazan gazetecilerle çalışsınlar. Çıkarları uğruna medya sahipliğini isteyen işverenleri önce kendi üyeleri olarak kınasınlar. Kimin kiminle nasıl bir ilişki içinde olduğunu halka anlatan gazetecilerin yazdıklarına engel olmasınlar.
Onların kapalı kapılar ardındaki veya açıkça pazarlık konusu yaptıkları her konuyu kamuoyuna yazdıkları haberlerle anlatacak yazılı, görsel ve işitsel medyanın gerçek sahipleri gazetecileri korusunlar
Hangi TÜSİAD üyesi olan medya patronu halkın gerçekleri öğrenme hakkına ve ifade özgürlüğüne inanıyor ki!
Artık “ileri demokratik standartlardan” vazgeçtim sadece ve sadece “demokrasi” için arada bir “demokrat” olabilirler mi acaba?
Gerçekler ortada yok ama bazı gerçekler ortada... (Fİ/HK)