Le Monde'dan Libération'a Financial Times'dan New York Times'a hatta Independent ve Guardian ile tabi ki CNN ve diğer yabancı ya da uluslararası TV kanallarında seçimler dolayısıyla Türkiye hakkında yayınlanan haber ve yorumlarda, öyle ince, gizli dolaylı filan değil, açıktan açığa bir Oryantalizm, bir İslamiyet korkusu görülüyor.
Daha da vahimi benim yıllardır izlediğim ikisi Fransız (Canard Enchainé ve Charlie Hebdo) biri İngiliz (Private Eye) aykırı, muhalif mizah dergilerinde bile, okurlara iletilen Türkiye ve Müslümanlık imajı, gerçeği değil Batılıların bin yıllık tasavvurundaki Doğu'yu aksettiriyor.
Seçilen İslam
Batı medyasına damgasını vuran yaklaşım, Türkiye'nin İslamcılığı seçtiği idi. Özellikle 11 Eylül sonrasında Batı'da ve Batıcı çevrelerde güç kazanan Doğu ve İslamiyet düşmanı akımlar, işte bu kez kendini Türkiye'de göstermişti. 'Tayyip Erdoğan, Usame Bin Ladin'i destekliyor mu?' şeklindeki bir soruyu nasıl sorar Amerikalı bir gazeteci?
Üstelik İngilizce ve Fransızca'daki 'İslamic/İslamique' (İslamî) deyimi yerine neredeyse sürekli olarak 'Islamist/İslamiste' (İslamcı) deyimi kullanıldı ki, Batılı yurttaşın bu sözcüğü duyduğunda ya da okuduğunda aklına ilk gelen Cezayir, İran ya da Pakistan ve Afganistan'daki fanatik, köktendinci, Cihad yanlıları, kara sakalları, kanlı bıçakları, sokağa çıkamayan kara çarşaflı kadınlar...
'İslamcı Türkiye'nin AB'ye girmek istemesi Batı Avrupa medyasında en çok gündeme getirilen konu oldu. Kara çarşaflı kadın, AB'nin 12 yıldızını taşıyordu çarşafının üzerinde. 'Ilımlı İslam' deyimi ile de gırgır geçtiler. Aslında bizim "Müslüman-Demokrat" deyimi ile gırgır geçmemiz gerekirken...
AB ile ilişki ve kadın erkek ilişkisi
Oryantalizmi besleyen en önemli yerel kaynak da, kuşkusuz bizim kimi Monşerlerin Batılılara Türkiye'yi anlatırken, onların referanslarını esas almaları. Mesela 'Edward of Hisar' vardır da 'Ahmet of Kensington' yoktur Beyaz Türklerin kimliksiz söyleminde.
Batılılara şirin görünme heves ve isteği en çok söylem tarzında, seçilen deyim ve sözcüklerde ele verir insanı. Şahsen ben, Erdoğan'ın Berlusconi'ye söylediği (Basın doğru aktarmışsa...) 'Katolik Nikahı' deyimini de pek yerinde bulmadım.
Köklü, kalıcı, uzun vadeli, sağlam bir ilişkiyi Türkçe'de tarif edecek söz ya da deyim yok mu? Ayrıca Türkiye-AB ilişkisini kadın-erkek ilişkisine benzetmek ne kadar caiz? Hele çiftleri, dini nedenlerle evliliğe mahkum eden Katolik anlayışının övülecek bir yanı yokken...
BBC Turkish Section
Doğa ve insanlık uzun ömürler versin, Edward Said'in 'Oryantalizm', 'Kültür ve Emperyalizm' ile 'İslamı Örtmek' kitaplarını neden yazdığını daha iyi anlıyor insan yabancı gazeteleri okurken....
Yurtdışında yaşayan ve Fransız, İngiliz, Amerikan medyasını izleyen Türkiyeli dost ve meslektaşlarımdan gelen tepkiler de, Batı medyasının hatalı ve olumsuz yaklaşımını iyice açığa çıkarıyor.
Benim izleyebildiğim kadarıyla, Türkiyeli yayıncıların bulunması ve doğru yayın çizgisini sürdürebilmeleri sayesinde bir tek BBC Turkish Section bu Oryantalizm tuzağına düşmedi.
Cehalet ve önyargı
BBC'nin diğer TV kanalları ve radyoları da Turkish Section'u yakından izleyemedikleri için antropolojik Oryantalist bakış açısını nispeten daha ince, daha dolaylı bir şekilde uyguladı.
Seçim dönemi boyunca hem Batı medyasındaki Türkiye yazı ve görüntülerini izledim hem de bizzat Türkiye'ye gelen İngiliz, Fransız ve Amerikalı meslektaşlarla konuştum.
Muhabir düzeyinde iki sorun var: Cehalet ve önyargı. Genelleştirmeyeyim ama şu son seçim döneminde görüştüğüm 10 Batılı meslektaştan en az 7'si Türkiye'ye ilk kez geliyordu.
Cami, minare, döner kebabı hepsi biliyordu, biraz daha entelektüel olanlar Nâzım Hikmet ile Yılmaz Güney'in isimlerini doğru dürüst telaffuz etmeye çalışıyorlardı ama karmaşık Türkiye toplumunu ve siyasal yaşamını anlamaya, kavramaya yönelik sorular sorduklarına çok az tanık oldum.
Harem, cami, zevk ve sefahat
Yabancı meslektaşlarımızın kafasında bir kalıp, bir çerçeve, bir model var, siz ne söyleseniz, ne örnek verseniz, bunu özgün ve yerel olarak kavramaya anlamaya çalışmıyor, o söylediklerinizi kafasındaki yanlış kalıba, çerçeveye oturtmaya çalışıyor.
Ki çoğu zaman da oturmuyor. Muhabir meslektaşlarımız belki daha ana kucağında iken Doğu, İslamiyet, Türkler gibi temel tema ve kavramlar hakkında popüler kültürün hem yanlış hem de olumsuz imaj ve imajinasyonları (Görüntü ve tasavvur) ile yetişiyor.
Bu tasavvurun içinde harem var, cami var, zevk ve sefahate düşkün sakallı esmer sarıklı adamlar var, kadınlar hapis... Erkekler saldırgan neredeyse vahşi... Herkes tembel ve uyuşuk...Hava sıcak....
Fonda Yeni Cami
BBC TV'si medya ve fikir özgürlüğü konusunda benimle bir röportaj yapacak, ille de Karaköy'de deniz kenarında çekim yapalım dediler. Fonda Yeni Cami olacakmış!
Yıllar önce Le Monde'un ekonomi servisi şefi ile Rumelihisarı'nda bir Pazar sabahı kahvaltı ediyorduk. Adam durdu ve turnayı gözünden vurdu: Boğaz'ı gösterip, 'Bu nehrin adı neydi?' diye sormaz mı?
Hani biliyor aslında da o anda aklına gelmiyor. 'Maveraünnehir' desem, not alacak! Cehalet bence tayin edici değil. Türkiye hakkında aslında isteyen, araştıran için, merakını yenecek kadar kaynak var Batı'da.
Okur sindirmezse
Bu kaynaklar Oryantalist bakış açısıyla yazılmış olsa bile Türkiyelilerin siyasal, sosyolojik ya da edebi eserleri de artık belli başlı Batı dillerine çevrilmiş durumda.
Hoş, Oryantalist olmamak için Türkiyeli olmak tek başına yeterli değil... Oryantalist önyargı, kaynak okumaları da olumsuz bir şekilde etkiliyor. Sonra şöyle toplumsal bir baskı var Batılı gazetecinin üzerinde: Oryantalist olmayan, özgün ve yerel bir bakış açısına sahip olsa ve bu doğrultuda bir yazı (Haber ya da yorum) yazsa, bu kez okur bunu sindiremeyecek, çünkü Batılı okurun da beklentisi tasavvurundaki oryantal Türkiye...
Oysaki muhabir ya da yazar, gerçek ne ise onu aktarmaya çalışsa, okurun beklentisini değil gördüğü, duyduğu, yaşadığı gerçeği, çok boyutlu ve önyargısız hatta mümkünse o önyargıyı kırmaya çalışarak yazsa çok daha iyi gazetecilik yapmış olacak.
Hakikat ile önyargı
Habercilik mevcut kalıp ve önyargıları perçinlemeye değil, bu kalıp ve önyargıları kırmaya aday olay ve fikirleri aktarmakla daha doğru bir şekilde yapılabilir. Çünkü gerçekle kalıp, çünkü hakikat ile önyargı çoğu zaman çelişme halindedir.
Paris, Londra ve Boston'da muhabirlik yapmış bir Türkiyeli olarak, işin güçlüğünü somut olarak ben de yaşadım. Daha doğrusu anladım. Ama benim Batı hakkında sömürgeci ya da hayranlık duyan bir kalıbım, önyargım olmadığı için, Türkiyeli okura oraların zaten ilginç ve değişik yanlarını yansıtmaya çalıştım.
Muhabirlerin yanı sıra gazetecilik mesleğinde her yerde olduğu gibi muhabir/yazı işleri çelişkisi de önplana çıktı seçim yazılarında. Mesela 4 Kasım sabahı yabancı bir gazetenin manşeti 'Türkiye'de İslamcı Şok' ama yazının içinde bu başlığı doğrulayacak bilgi pek yok. Herkes gazete okumuyor ki, manşet bayide sergileniyor, gelip geçen başlığı okuyor sadece.
Batı medyasının hastalıkları
Batı medyasında da üstelik ciddi yayın organlarında da sansasyon ve kalıpçılık, kestirmeden aktarma, kabataslak imaj yaratma gibi hastalıklar var.
Benim derdim esas olarak gazetecilik. Türkiye'nin doğru tanıtımı ve promosyonu resmi yetkililerin, halkla ilişkiler ve reklam uzmanlarının alanı. Daha da önemlisi Oryantalist bakış açısına karşı çıkmak.
Çünkü bu yaklaşım, bu gelenek gerçeği değil, onların, Batılıların sömürgeci bakış açısını kristalize ediyor. Çokkültürlülük, çokdinlik, çoketniklilik, önyargılara karşı mücadele, karşılıklı anlama çabası ve ötekini merak uzun vadede çözüm önerileri olarak gündeme gelebilir.
Hıristiyan düşmanlığı yapmadan
Batı ya da Hıristiyan düşmanlığı yapmadan, genel geçer hele Judéo-Chrétien (Musevi-Hıristiyan) değerleri evrensel olarak kabul etmeyen bir yaklaşım, doğru, çokboyutlu, dengeli, inanılır, güvenilir bir habercilik anlayışı ile pekala da Adalet ve Kalkınma Partisi'nin (AKP) de, İslamiyetin de, Türkiye Müslümanlığının da özgün nitelikleri sergilenebilir.
Varlık Özmenek'in gazetecilik konusunda hoş bir tanımı vardır:
Gazetecilik ünlem işareti değil, soru işaretidir.
İsn't it? N'est-ce pas? (RD/NM)