Bundan birkaç yıl öncesine kadar böylesi bir günden haberdar dahi değildim. Yıllar öncesinde Okan Bayülgen’in yaptığı bir gece programında, bir anne telefonla programa bağlanıp çocuğunun birtakım sorunları olduğunu, evlatlık olduğunu, bu nedenle olup olamayacağını sordu. O dönemde genetik yatkınlık, aktarılan travmalarımız bu denli konuşulur/ popüler değildi.
Başka bir yol mümkün
Yaşım arttıkça doğurganlığımın son zamanları gelip çattı. Hayatımın merkezi olmayan şey birden merkezim ve ivedilikle çözülmesi gereken bir ‘mesele’ oldu. Umut, acı, mutluluk, çaresizlik, nefret…
“Damızlık Kızın Öyküsü”nün bir başka türlü versiyonu! Kadın bedenini/ bilincini yok sayan, üreme/deneme tahtası haline getiren bir süreç…
Kimsenin başka bir yol mümkün demediği dese bile belki de dinlemeyeceğim bir dönem.
Sistem; genlerime, fiziksel yapıma, kanımdan canımdan olana anlam yüklemişti ve hep buna inanmıştık. Bir gün psikoloğumla konuşunca; ‘Kendi ve birlikte olduğun insanın genlerinden nasıl bu kadar eminsin?’ diye sordu. O gün bir ışık parladı. Sahi kendimden ve birlikte olduğum bu insanlardan ne kadar razıydım?
Çocukta aradığımız kriterler soruldu
Bunun üzerine kafa yorduğum bir dönem “Anna With An A” dizisini izledim. Hayata böylesi meraklı gözlerle bakacak bir çocuğum olacaksa neden olmasın dedim.
Genler hala bir meseleydi. "Sahi genler ne kadar önemli?" diye sordum ve oradan bağlanmanın, çevrenin, ortamın önemini kavradım.
Depremden sonra hepimizde açılan o derin yara bende de açıldı. Ailem ‘Çok fazla çocuk ailesiz kalmış bir başvursana” dedi. Ertesi gün gidip başvurduk.
Çocukta aradığımız kriterler soruldu. Ekonomik incelemeler, sağlık raporları, fiziksel/ psikolojik testler, uzman görüşmeleri, ziyaretler yapıldı. En son “Size uygun bir çocuk var” dediler. Görüşmeye gelmek isteyip istemediğimizi sordular. Elbette görüşürüz dedik. İlk görüş ve arafta bir buluşma.
Arafın bu kadar netlik kazanacağını yaşayarak deneyimledim. Hiçbir zaman çok çocuk seven bir insan olmamıştım. Çocuk değil ‘ebeveyn’ sevmediğimi, doğurmadan da canından çok sevebileceğimi, bugüne kadar yaşamını ne kadar anlamsız geçirdiğimi, her çocuğun güven duyduğu bakım verenlere ne denli ihtiyacı olduğunu, nasıl masum ve seni yansıttıklarını gördüm.
Oğlum yuvadayken hiç konuşmuyor, hep oyuncaklarla oynuyormuş. Şimdi hiç susmuyor. Koruyucu aileye verilen en yakın arkadaşı gibi…
Sistem bizden “evli, mutlu, çocuklu” aile modelleri bekliyor.
Bu modelin içerisinde hepsinin “görev” tanımı belli ve hepsi sistemin çarkına gayet uygun şekilde devam ediyor. Her anlamda tüketen, körelten ve körleştiren bir “kutsal aile” haliyle.
Koruyucu aile/ evlat edinme sistemi “Bir ailede büyümek her çocuğun hakkıdır” şiarıyla hareket eder.
Bu kendi yaşamımızda tartıştığımız “aile” meselesinden farklıdır. Politik anlamda itiraz ettiğimiz “kutsal aile” meselesi değil “koruyucu aile” meselesi. Aksine iktidarın dayattığı aile modeline bir itiraz. Çünkü bu sistemde evli olman, senden olması, cinsiyet rollerine hapsolman şart değil. Kendi seçtiğin yepyeni bir varoluş ve yeniden inşa meselesi. İnşa ettiğimiz şey bir çocuğun yaşamı; yani geleceğimiz.
Koruyucu Aile Şenliği
O bizden götüren bağlanma hallerimize, yürümeyen ilişkilerimize, birliktelik sanarak durduğumuz yerlere bir alternatif. Hem de yeniden üreten, yaşamı güzel kılan bir itiraz.
Bir çocuğun elini tuttuğunda yuvadaki diğer bütün çocuklar onunla yürek sızısı olarak geliyormuş. Katıldığımız Koruyucu Aile Şenliği'nde yaşadığım duygu tam da bu oldu.
Kendi doğurduğumuzu kutsamaz ve net görürsek, ondan çok daha zor olmadığını göreceksiniz.
Hatta devletin çocuklara ve ailelere verdiği haklar ve takiplerle "sosyal devlet" olduğu tek kurum diyebiliriz.
Biz insanlar bazen yaşamadıkça anlamıyor, araştırmıyor, bilmiyoruz. Haliyle bilmediğimiz yerden korkuyoruz.
Norma sığınıyor, sistemin öğrettiğini yaşıyoruz. Günü gelip dağın öte yüzüne bakınca arkasında nasılda güzel bir vadinin olduğunu görüyoruz. Bizden saklanan, görünmeyen/ gösterilmeyen bir yaşam.
Dağın arka yüzüne tüm kutsallarımızı reddederek baktığımızda güneşin o sonsuzluğunu bir çocuğun gözünde görme şansına kavuşuyorsun.
Çocuğun o gözlerindeki ışıltı, ışıltın oluyor.
(AÖ/EMK)