Belfast'ta çalıştığım 1990'lardan bir günü hatırlıyorum. Hırpalanmış şehir çok fakir ve fazlasıyla zorluydu. Şehir için hala devam eden tek şey birkaç kadın merkezinin çalışmalarıydı.
Bu merkezlerden birinden bir kadının bana "Bana savaştan bahsetme. Benim hayatım bir savaş alanı" dediğini çok net hatırlıyorum. Benim de birlikte çalıştığım ve birçok şey öğrendiğim kadın merkezleri ağı o zamanlar; Birlikçiler, Britanyalılar ve Cumhuriyetçiler arasındaki savaşı sonlandırabilmek için yoğun bir topluluklar-arası barış insiyatifine dahildi.
Bu merkezlerin büyük bir kısmı ne yazık ki, düşman olarak değil de bir eş olarak görülen erkeklerden, aile içi şiddet gören kadınlara destek sağlamak durumunda olduklarını keşfetti.
Belfast'ta, yatak odasından başlayıp, sokakları ve barları da geçerek barakalara kadar uzanan bir şiddet silsilesi hüküm sürüyordu. Bu duruma toplumsal cinsiyet açısından bakmak, olanlar arasındaki bazı bağların görülebilmesini sağladı. Dolayısıyla bazı insanlar da bir "şiddet devamlılığı"ndan söz etmeye başladı.
Bana göre, savaş şiddeti ve barış dönemindeki kadına karşı erkek şiddeti arasındaki bağlara bakarken, her iki yöne doğru hareket eden nedensellik ve etkileşim araştırılmalı.
Kısaca anlatmak gerekirse, günlük kültürlerimizdeki, derinden toplumsal cinsiyetçi olan şiddet; toplumların savaşı, normal olarak kabul etmesine meyil veriyor. Yine içine toplumsal cinsiyet işlemiş askerileştirmenin ve savaşın şiddeti de, günlük hayata yansıyor ve onun içindeki şiddetin katsayısını artırıyor.
2004 ve 2007 arasındaki araştırmam, 12 ülkede yer alan savaş karşıtı kadın eylemcilerin örgütlerini ziyaret etmemi sağladı. Öğrenmeye çalıştığım şeylerden biri, askerileşmeyi ve silahlı çatışmayı sona erdirmek için neleri aşmaları gerektiğini hissettiklerini bilebilmek için, savaşın köklerinde neler yattığını ve savaşın sebeplerinin neler olduğunu düşündüklerini anlamak oldu.
Kapitalizmin -şirketlerin, açgözlü, küresel hırslarının; piyasaları kontrol etme rekabetinin- savaşın sebeplerinden biri olduğu tabi ki oldukça açıktı. Ve pek tabi ki - Bosna veya Filistin'deki kadınların da fark ettiği gibi-milliyetçilik, devletlerin toprak talepleri veya dini ve etnik üstünlük mücadeleleri de bu sebepler arasında sayılabilir.
Savaşın kaynağı ataerkilllik
Bu kadınların aslında feminist de olan savaş karşıtı kadın örgütleri kurmalarının asıl sebebi, erkek ve kadın anaakım barış hareketlerinde bir şeylerin eksik olması. Bu kadınlar ataerekilliğe işaret ediyor; bu eski kafalı kelimeden korkmuyorlar. Onlara göre, erkek egemenliğini, kuvvetli erkek hiyerarşilerini ve işbirlikçi, itaatkar veya kurban olarak gösterilen kadınlıkları içinde bulunduran toplumsal cinsiyet ilişkileri ve ataerkillik; militarizmin ve savaşın kaynağı. Savaşın diğer ani sebepleri gibi olmasa da bunlar da savaşın kökündeki sebepler arasında yer alıyor.
Savaşın kökünde yatanlar hakkındaki algı, feminist savaş karşıtlarını, -aile içi şiddet, tecavüz gibi- barış zamanındaki kadına karşı şiddeti çalışan feministler ile aynı şeylere bakmaya itiyor. Sıradan oğlanlar ve erkekler savaşçı olmayı; vucütlarını baskı güçleri olarak kullanmayı ve onlara o şekilde yatırım yapmayı; yumruklarını, kafalarını, tekmelerini ve penislerini, hakimiyet kurmak için silah olarak kullanmayı ve diğer erkeklerin saygısı, kadınların cinsel boyun eğmeleri gibi hak olarak gördüklerini şeyleri elde etmeyi nasıl öğrenirler?
Kadınlar [bunları anlamaya çalışırken] kendilerini, şiddetin günlük kültürüne; gerçek savaşlar ve silahlı çatışmalarda sahip oldukları rolleri araştırırken bulurlar.
Buna aksine, barış döneminde kadına karşı şiddete odaklanan feministler de, askerileşmenin ve savaşın geribildiriminin, günlük hayata ve kültüre nüfuzuna karşı tetikte olmaları gerektiğini fark ederler. Cynthia Enloe, askerileşmenin -helikopter silah gemileri ve kalaşnikoflar gibi- öfkeli şeylerden çok daha fazlası olduğunu gösterir. Askerileşme, izlediğimiz video ve filmlerde, üretilen ürünlerin tasarımı ve pazarlanmasında ve düşünmeden kullandığımız dilin içindedir.
Askeri şiddete karşı Okinawalı kadınlar
Silahlı güçlerin şiddeti ile sivil barış zamanı hayatı arasındaki bağ, toplumsal cinsiyetin bu bağ içerisindeki rolü ve bazı kadınların bu konu hakkında yaptıkları; kendilerini Askeri Şiddete Karşı Çıkan Aktif Okinawalı Kadınlar olarak adlandıran ( Okinawan Women Active Against Military Violence (OWAM)) etkileyici bir kadın grubunun yaşadığı ve Japonya'nın güney ucunda yer alan Okinawa Adaları hikayesinde kendisini gösterir.
Okinawa, Japonya'nın ana topraklarının çok daha güneyinde bulunan bir ada kümesi. Başkenti Naha, Taipei'ye Tokyo'ya olduğundan çok daha yakın. Bir zamanlar bağımsız bir krallık olan Okinawa, Japonya'nın işgalinden sonra Japon İmparatorluğu'na dahil edilmiş. Birçok Okinawalı ise hala Japon egemenliğine karşı bir öfke duyar. Bugün Japonya'da varlığı devam eden ABD [Amerika Birleşik Devletleri] ordusunun yüzde 75'i aslen, Japonya'nın yüzde birinden bile az bir kısmı kaplayan küçük Okinawa Adaları üzerinde yer alıyor.
Adalar, beton ve jilet kabloların ağırlığı altında inliyor. Adada hiçbir yer, helikopter uğultularından ve silahlanmış araçlardan veya ABD askerlerinin rahat etme ve eğlenme taleplerinden -diğer bir değişle kadınların bedenlerine olan eriimlerinden- özgür değil.
Okinawa'daki Hansen Kampı'ndan üç deniz piyadesi 1995 yılında 12 yaşındaki bir çocuğu kaçırıp tecavüz ettiler. Bunun üzerine bir grup kadın eylemci de tüm adayı kapsayan bir protesto başlattılar. Kadınlar, 85 bin kişilik bir toplulukla Ginowan Parkı'na doğru yürüdüler. Yarım milyon kişi, adalet ve ABD üslerinin kapatılması için bir dilekçe imzaladı. Birkaç ay sonra OWAM'ın kurulmasına sebep olan gelişme de işte budur.
Bu kadınlar her şeyden önce "Ampo-karşıtı" idiler. "Ampo", ABD'nin Japonya'daki askeri varlığının sürmesini sağlayan bir Güvenlik Anlaşması. OWAM ise ABD üslerinin kaldırılması savunan bir örgüt. Bu süreç zarfında da ABD askerlerinin, Japonya hukuku altında yargılanmaktan korunmalarına bir son vermek için, Güvenlik Güçlerinin Statüsü anlaşmasının gözden geçirilmesini istediler. Ayrıca, ABD askerlerinin 1945'ten beri Okinawalı kadınlara uyguladıkları şiddet vakalarını araştırıp bunları içeren bir kronoloji yayımladılar.
Birkaç sene önce, birlikte araştırma yaptığım Naoko Ikeda ile barış hareketlerinin siyasi ve toplumsal cinsiyet dinamiklerini incelemek için Japonya ve Okinawa'ya gittik. OWAM'ın kurucularından olan ve şu anda da örgütün koordinatörlüğünü yürüten Suzuto Takazato ve başka OWAM eylemcileri, bize tarihleri, o günlerdeki çalışmaları ve amaçları hakkında bilgi verdiler.
"Ortak öfkemiz cinsel şiddetin kendisine"
OWAM, Okinawa'daki (kadın ve erkek) anaakım barış hareketinin -yaygın olarak bilinen ve herkesçe saygı duyulan- en önemli parçalarından birini oluşturuyor; ancak bir açıdan oldukça büyük bir farklılıkları var. Evet, hareketin geri kalanıyla birlikte (ABD'nin Kuzey Pasifik'teki "nükleer şemsiyemiz" olarak adlandırdığı gökyüzünde ve okyanusların derinliklerindeki devriyeler gibi) toplu şiddet tehditlerine karşı protestolara katılıyorlar.
OWAM genel hareketlerden farklı olarak, nükleer denizaltıların yanı sıra, şiddetin bireysel faillerinin yumruklarını -veya erekte penislerini- de tehdit ve yanlış olarak algıladığı baskı güçleri arasında kabul ediyor. Bunlar, fiziksel güç skalasında küçük silahlar olarak görülebilir ancak bunlar, kurban bireyler için oldukça yıkıcıdır.
OWAM, Güvenlik Anlaşması ile kadınların cinsel istismarı ve onların güvenlik hakkı arasında bir ayrıma mahal vermez. Bir tecavüz meydana geldiği taktirde, bunun hakkında bir kampanya örgütlemeden önce, [tecavüze uğrayan] kadına ulaşır, onun tıbbi yardım aldığından [ve] polisin ona doğru şekilde davrandığından emin olurlar. Her şeyden çok, [şiddetten] kurtulan bireyler onlar için çok önemlidir. Onların siyaseti işte bu noktada başlar.
Okinawa'da tecavüz ve aile içi şiddet failleri yalnızca yabancı askerlerle kısıtlı kalmıyor. Japon ve Okinawalı erkeklerin sayısının ABD'li erkeklerin sayısından çok daha yüksek olduğu için, adalardaki toplumsal cinsiyete dayalı şiddette bu kişilerin oranının da oldukça yüksek olması da gayet doğal. Bazı kadınlar da sivil nüfusun yaşadığı cinsel şiddetle mücadele etmek için Tecavüze Acil Müdahale ve Danışma Merkezi (Rape Emergency Intervention and Counselling Centre (REICO)) isimli, OWAM'a kardeş bir örgüt kurdular.
Bu örgüt, şiddet tehdidi gören veya herhangi bir şekilde tecavüze uğramış kadınlara destek olmayı amaçlıyor. OWAM ile yakın bir şekilde çalışıyorlar; adadaki üsler ve kadınların insan haklarının ihlali arasındaki bağlar konusunda da söz sahibiler. En önemlisi de Okinawa toplumundaki cinsel şiddet hakkındaki gerçekliğin üzerine gitmeleri. "Fail ABD'li bir asker veya bir Japon da olsa, bizim ortak öfkemiz cinsel şiddetin kendisinedir" diyorlar.
Askerin gerçekleştirdiği her yeni tecavüz, Okinawa'daki üs-karşıtı harekete enerji kazandırıyor. Genellikle anaakım harekete katılan erkekler, tecavüzleri, ABD askerine, Japon hükümetine ve Güvenlik Anlaşması'na karşı öfkeyi ateşlemek için kullanıyor. ABD erkeğine karşı olan "Bakın nasıl da 'kadınlarımızı' ve 'Okinawa topraklarımızı' ayakları altında çiğniyorlar" polemiği, oldukça milliyetçi ve ataerkil olabiliyor. OWAM ise kadın kurbanların bu şekilde sömürülmesine karşı çıkıyor.
Sivil ve askeri şiddetin ilişkisi
OWAM'ın farklılaştığı bir diğer nokta ise seks işçiliği. Medya ve toplum, seks işçiliğinden bahsederken, suçu askerlerden kadınlara yüklüyor. Genelevler, diğer ülkelerde de olduğu gibi, ABD üsleri etrafındaki kasabalarda yer alıyor. Seks işçilerinin, ne derece özgür iradeleri ile çalıştıkları ise elbette sorgulanabilir. Bu kişilerin birçoğu Filipinler'den ve diğer Asya ülkelerinden geliyor. Hepsi kendilerini ve kendilerine bağımlı kişileri geçindirebilmek için denizaşırı ülkelerde çalışmak zorunda kalan fakir insanlar.
Bir kısı "kaçırılmış", fiilen köleleştirilmiş veya kandırılarak seks işçiliğine maruz bırakılıyor. Hepsi, popüler ve medya görüşüne göre kendilerini ABD dolarları için satan kabahatli kadınlar. OWAM ve REICO buna da karşı çıkıyor. Suzuyo'nun bize hatırlattığı üzere "tecavüze uğramış kadınlar ve seks işçileri ayrı durumlar olarak ele alınmamalı. Her iki etkiyi de meydana getiren, askerileşmenin yapısal şiddeti."
Dolayısıyla OWAM kadınları için ABD üsler sorunu, anti-ampo hareketi için olduğu gibi, yalnızca bir toprak sorunu değil. Farklı ölçeklerde kullanılan güç ile farklı bölgelerde, farklı saikleri bulunan, farklı failler arasındaki bağa sürekli olarak dikkat çekiyorlar. Onlar, askerileşmiş toplumsal cinsiyet ilişkilerinin, veya paranın diğer yüzü olan cinsiyetleştirilmiş militarizmin, söz konusu bağ olduğuna inanıyorlar. Onlara göre asker, şiddeti meydana getiren sistemin kendisi. Ataerkillikse, şiddet oluşturan bir toplumsal düzen. Kadın akarşı şiddet de küresel şiddetin önemli bir parçası.
Öyleyse, sivil şiddetle asker şiddeti arasında ve barış zamanındaki şiddetle savaş zamanındaki şiddet arasında güçlü bir bağ var. Toplumsal cinsiyete odaklandığımızda, özellikle erkekliği ve erkeksi davranışları vurguladığımızda, bir ışık yanıyor ve bu bağı aydınlatıyor. Öyleyse militarizm/askerileşme ile kadına karşı şiddet arasındaki bu cinsiyetçi bağ ve anlayış bizim hareketimiz için ne öneriyor? Bu bağ, bir yandan, erkek şiddetine karşı sürdürülen feminist "sıfır tolerans" kampanyaları; diğer yandan da feminist savaş karşıtı barış hareketi aktivizmi için önem sahibidir.
Şiddetin devamlılığı
Kanımca, her şeyin ötesinde ihtiyacımız olan şey, şiddet nerede meydana gelirse gelsin onu azaltmayı amaçlayan bir şiddet teorisi. "Şiddetin devamlılığı" kullanımına ilk olarak Uluslararası Savaşa Direnenler'in (War Resisters International) 1979'da yazdığı Parçaları Birleştirmek (Piecing it Together) isimli bir broşüründe rastladım. Bu grup kendilerine, Feminizm ve Şiddetsizlik Çalışma Grubu adını vermişti. Broşürde, "kadın bireylere saldıran erkek bireyler, sonunda askeri uluslararası güç suistimaline kadar ulaşan şiddet devamlılığının bir ucu".
O zaman için bu vurucu ve çok yeni bir fikirdi. Bu kavram bugün, savaş ve barış zamanlarındaki şiddet arasındaki bağı araştıranlar arasında yaygın olarak kullanılıyor. Aktivistler ise belki bu kavramı değil ama bu fikrin ilham verici kadın aktivizmine, Okinawa'da da gördüğümüz gibi, sıklıkla kullanıyorlar.
Akla ilk gelen, şiddetin devamlılığının -savaş öncesi, savaş sonrası, barış zamanı gibi- zamansal bir devamlılık olduğu; ancak bu kavramın başka boyutları da var. Bu ayrıca bir mekansal (evde, sokakta, savaş alanında) ve ölçütsel (yumruktan tekmeden nükleer füzelere kadar) devamlılık. Ayrıca şiddet şekilleri arasında da bir devamlılık var. Örneğin, dikta edilen fakirlik veya hapis gibi yapısal şiddet, genellikle (karşı çıkma veya polis müdahalesi gibi) direk fiziksel şiddete yol açıyor, bu şiddeti meşru ve hatta belki gerekli kılıyor.
Devamlılık kavramı, bence bizlere bir hareket stratejisi sunuyor. Bir kez farklı şiddetler arasındaki bağlara bakmaya başladığınızda, bağların büyük kısmının yalnızca tesadüfi değil aynı zamanda nedensel de olduğunu görüyorsunuz. Bir çeşit şiddet başka bir çeşit şiddete sebep oluyor veya diğerini hızlandırıyor. Bu devamlılığı bölen olasılıklar meydana getiriyor.
Eğer, bir bağı güçsüzleştirerek, bir seriyi kırarak, şiddet defedilebilirse; erişilebilir bir müdahale noktası aramak mantıklı olabilir. Örneğin, popüler kültürde şiddetin normalleşmesi, bireylerin gerçek hayatta şiddet uygulamasına sebep oluyorsa; kültürel seviyede, bilgisayarımızda, televizyonda ve sinema ekranlarında şiddetin ücretsiz bir şekilde gösterilmesine karşı çalışmak üretken olabilir. Aynı şekilde çocuk oyuncakları ve oyunları konusunda da çalışmalar yapılabilir.
Bu da, aile içinde ve toplumsal hayatta kadına karşı şiddete karşı çalışan bizlerin ve savaş sırasında tecavüz de dahil olmak üzere savaş şiddetine karşı çalışanların, kampanyalarını bir diğer kampanyalar için destekçi olarak görmemizi sağlar. Buna ek olarak, mesajlarımızı ve aktivitelerimizi ilişkilendirmek ve üst üste getirmek için daha bilinçli olarak neler yapabileceğimizi de sorabiliriz. (IK/ÇT)
------------------------------
* Bu makale, Cynthia Cockburn'ün 23 Kasım 2011'de, Leicester, İngiltere'de verdiği Barış ve Özgürlük için Uluslararası Kadın İttifakı'nda verdiği konferanstaki sunumu, opendemocracy'de yayınlandı, bianet için Irmak Kaleli Türkçeleştirdi.
** Cynthia Cockburn'un Buradan Baktığımızda/ Kadınların Militarizme Karşı Mücadelesi'ni Metis Yayınları'ndan; Hat ve Mesafeyi Aşmak / Barış Mücadelesinde Kadınlar İletişim Yayınları'ndan çıktı.