Hem bir İstanbullu olarak hem de Cağaloğlu kökenli biri olarak çok eskiden beri Ankara'yı pek sevmem. 90'lı yıllara kadar Ankara, eski Doğu Blokunun başkentlerine benzerdi. Soğuk, gri ve kare...
Süleyman Demirel bile "Akşam saat dokuzdan sonra sokaklarında insanların dolaşmadığı başkent olmaz" mealinden bir söz etmişti. Bozkırda taşra renklerinin ağır bastığı orta memur kentidir Ankara. Denizsiz kentlerin soğukluğu vardır Ankara'da.
Belki de bu nedenle dünyada en fazla denizle ilgili söz ve deyimler, Ankara'nın lokanta ve eğlence mekanlarına isim olmuştur. Eskiden ve galiba halen yazın, bahçelerde fıskiyeli küçük havuzlarda ping pong topu fink atar havada. Ankara ile ilgili nadir hoş anılardan biri, Galatasaray'ın 1960'lı yıllarda PTT'yi 7-1, 1990'lı yıllarda da Ankaragücü'nü 8-0 yendiği maçlardır.
Değişmez tek değişken
Gazetecilik alanında ise yıllar önce Ankaralı bir meslektaşın böbürlenerek sarf ettiği bir söz, Ankara basınının gerçek kimliğini su yüzüne çıkarır: '' Siz İstanbul'da olsa olsa en fazla İstanbul Valisi ile muhatap oluyorsunuzdur, oysa ki biz burada her gün Cumhurbaşkanı ya da Başbakanla birlikteyiz! ''.
Devlet ve iktidar sevgisi işte! Sanki yapılan gazeteciliğin kalitesi izlenen şahıs ya da kurumun hiyerarşik derecesiyle düz orantılıymış gibi...(Aslında galiba çoğu zaman ters orantılı!).
Bu kez gördüm ve duydum ki Ankara'da medya manzarası özellikle medyatik unsurlar büyük ölçüde değişmiş. Çeşitli gazete ve televizyonların AKP muhabirlerine, meslektaşları, müstehzi bir şekilde "Hürmetler Sayın Basın Müsteşarım!" diye hitap ediyor.
Hoş, yerleşik laikperest ve militarist düzen AKP'ye çullanırken, AKP'ye bakan, doğru dürüst gazetecilik yapmaya çalışan muhabirlerde de açıkça görülen bir kasılma var: "Sen yarın beni ara ya da yazılı bir not gönderiver, ben öğleden sonar Abdullah Bey'e (Gül) vaktim olursa iletirim"
Hele bir meslektaş işin öbür cephesine ilişkin bir şey anlattı ki, insan dilini yutar: '' Adam bana dedi ki, 'Hayatım bak artık ben bakan oldum. Emrindeyim'. Vallahi ben utandım, yüzüm kızardı. Estağfurullah efendim, dedim''.
Beceriksiz bukalemunlar
R.Tayyip Erdoğan'ın dış gezilerine katılanların anlattıklarını, daha doğrusu Ankara'da duyup gördüklerimin çoğunu hiç bir gazetede okumadım, hiç bir televizyonda görmedim.
* Medyanın Ankara temsilcilerinin hallerini görecektin. Hani Türk filmlerinde çekim yapılırken, kareye girmek için şöyle bir başını sokup kaçan veletler olur ya, onlar gibi.
* Hepsi vakti zamanında AKP'ye ve Erdoğan'a söylemediklerini bırakmamışlar hatta bazısı hakaret etmiş, mahkemelik olmuş, şimdi aynı adamlar, uçakta itişip Erdoğan'ın yanına gelmek için her türlü rezilliği yapıyor. Erdoğan cin gibi tabi...Bıyık altından gülümseyip şimdilik onlarla konuşuyor ama diyalogun samimiyeti sahte, sakıncalı...
* Temsilciler hatta İstanbul'dan genel yayın yönetmenleri ilk günden itibaren AKP muhabirlerini sıkıştırmaya başladı. 'Hemen bir randevu al bana' talepleri yoğunlaştı. Belli ki haber değil tartışacakları...
* Koalisyon dönemi medyası ile şimdiki İslamcı medya arasında belirli bir dengeyi korumaya çalışıyor AKP'liler. Ama ilk başlarda AKP'nin de bu büyük medyaya ihtiyacı var tabi. Gerçi İslamcı basın pek profesyonel olmadığı ve etkisi de sınırlı olduğu için AKP açısından tayin edici değil ama yarın - öbürgün tayinler başladığında İslamcı basının baronları sevinecek galiba.
* Bilhassa Anadolu Ajansı, TRT, Radyo Televizyon Yüksek Kurulu (RTÜK) yönetimi ve üyelikleri için daha şimdiden İstanbul ve Ankara'daki İslami eğilimli ünlü gazetecilerin adı geçiyor.
* AKP hükümeti, büyük medyanın kime hizmet ettiğini biliyor ayrıca büyük medyanın desteklediği tüm güçlerin hüsrana uğradığını da uzun zamandır gördü ama daha ilk başta da ıvır zıvır sorunlarla büyük medyayı kendine düşman etmek istemiyor.
* Eski büyük medyanın önemli bir sıkıntısı var: Bu AKP bildikleri türden bir parti değil. Yine de, eskiden geçerli bazı yöntemleri denemekte ısrarı gazetecilerin varlığından söz ediliyor; işte, röportaja giderken grubun "iş dosyası"nı ihmal etmememe gibi. Gazetecilikte en eskiden fikri takip vardı, yerine geçen "dosya takibi" ise bir türlü devrini dolduramıyor. İşin içinde bir manşet yok. Milyar dolarlık iş var...
Bourdieu ve Halimi Ankara'da
Büyük basında AKP, Erdoğan ve Gül hakkında çıkan övücü haber ve yorumlar şirazeyi öylesine kaçırmış durumda ki, ister istemez Serge Halimi'nin "Reverans Gazeteciliği"ni hatırlıyoruz.
Pierre Bourdieu'nün "Gazetecilik alanındaki medya-iktidar ilişkileri" teorisinin laboratuarı olmuş Ankara. Hatırladığım bir başka olay, 1980'lerin ortasında, İngiliz ITV televizyonundaki "Who dares win" (Cesaret Eden Kazanır) başlıklı mizah-eğlence şovunda haber sunucusu ve Palace Watcher (Kraliyet Muhabiri) Sir Alisdair'la ilgili bir parodi:
Program normal akışını sürdürürken, yayın birden kesiliyor ve ekranda "Son Dakika Haberi" ibaresini görüyoruz. Bir muhabir hastanenin önünden naklen yayına giriyor:
"Sayın izleyiciler, Prens Charles, yaklaşık yarım saat önce Buckingham Sarayından acil olarak ambulansla Saint Merry Hastanesine getirildi. Gerçekleştirilen acil ve çok hassas bir operasyon sonucunda, Sir Alisdair'in dili Prens Charles'ın anüsünden başarıyla çıkarıldı. Prens Charles'ın ve Sir Alisdair'in dilinin sağlık durumlularının iyi olduğu açıklandı! "
Gerçek mizahı aşıyor
İngiliz mizahının şahikalarından bir olan bu örnek, galiba bugün Ankara'da artık gerçeğin mizahı aştığını gösteriyor. Ankaralı meslektaşlara bu parodiyi aktardığımda espri gelişti:
"Sağlık Bakanlığı tüm Ankara hastanelerinde izinleri kaldırmış hatta İstanbul'dan destek olarak cerrahları çağırmış!"
Huylu huyundan kolay vazgeçmez ya, Ankaralı gazetecilerin bir kısmı, belki de çoğunluğu, AKP-AB-Devlet üçgenindeki ya da laiklik, Kürt meselesi gibi hayati konular tartışmaya açıldığında, ikinci cümleden itibaren 'Erdoğan'ın karısı', 'Gül'ün hanımı', 'Bülent beyin dik kafalılığı', 'Mücahit'in keleği' başlıklarıyla özetlenebilecek pespaye magazin ve asparagaslara dalıyor."
Habercilik yoksa söylenti egemenliği
Haberciliğin olmadığı yerde söylentinin egemenliği... Bu dedikodular arasında bir tanesi ilginç gibi: Bir gazetenin Ankara temsilcisinin İstanbul'a genel yayın yönetmenliğine terfi edeceği, medya dünyasında çok sevilen eski Genel Yayın Yönetmeni'nin de grubun merkez valiliğine atanacağı yolunda.
Sebebi de, şimdiki Yönetmenin AKP ile yeterince iyi geçinemediği, grubunun çıkarlarını AKP nezdinde iyi savunamadığı... Kim bilir bu söylenti belki de bizzat Ankara temsilcisi tarafından çıkarılmıştır. Ama, söylenti gerçekleşirse, medya dünyasında geniş bir kesimin çok sevineceği şimdiden belli...
Az-çok biliyordum ya da tahmin ediyordum ama anlatılan örneklerin kamuoyunda infial yaratmaması mümkün değil.
Ankara'da geçirdiğim iki - üç gün içinde, gazeteciliğin mevcut halinden utandım.
(SON/RD)