“Sitenin kararlarını reddetmiyorum, bu kanunlar yaşayanlar için, ölülere uygulanamaz. Ölüler için kadınların bedeninde yazılı başka bir kanun var. Hepimizin bedeni, yaşayanlarınki de ölülerinki de, bir gün bir kadından doğdu, onun tarafından taşındı, bakıldı ve sevildi. Kadınlar bu bedenlerin, hayat onları terk ettiğinde, cenaze merasimine ve hem unutuluşa gömülmeye hem de sonsuz saygı görmeye hakkı olduğuna dair kesin bir bilgiye sahiptir. Bunu biliriz, kimse bize öğretmeden veya emretmeden biliriz bunu…” (*)
Gömülme hakkı üzerine kafa yorduğumuz her sefer, işe bundan 2500 yıl önce yazılmış bir trajediden, Antigone’den başlıyor oluşumuz bile kadim bir mesele ile yüz yüze olduğumuzu gösteriyor.
Yukarıdaki alıntı, eserin, içinde bulunduğumuz duruma uygun düşen diğer pek çok bölümünden seçilebilirdi. Henry Bauchau’nun Antigone’sinden bu bölümü özellikle tercih etmemin nedeni, kendimizi yine ölüm diye haykıranların sesini yaşamla bastırmaya çalışırken bulmamız.
Darbe girişimi sonrası, sokaklara ve erkek diline bir çırpıda savaş ruhunun hakim olması, kadına tecavüzün kadim bir savaş silahı olarak ilk hatırlanan şey olması da cabası. Savaş anında erkeğin eline aldığı ilk silah, hala tecavüz. Bunun gözaltındaki askerin 10 aylık kızına yapacaklarını iştahla anlatan polis memurunun görüntülerinde, darbe girişimcisi askerlerin eşlerine tecavüzü mubah sayan Trabzonspor yöneticisinin dilinde, pek çok şehrin sokaklarında yaşanan taciz örneklerinde gördük. Çatışma ortamı, hangi tarafta durursa dursun ilk ve hep kadını vuruyor.
Darbe girişimi sonrası günlerde tartışılan en trajik başlıklardan biri de gömülme hakkıydı. Daha doğrusu, gömülmenin veya yakınını gömmenin kişinin en temel haklarından biri olduğunun unutulmasıydı. AİHS’yi askıya almakla geçersiz kılınamayacak haklardan biri… Fakat yaşadığımız, şahit olduğumuz diğer pek çok trajedi gibi üzerinden bir iki gün geçer geçmez milyonlarca ışık yılı uzakta kaldı.
Sokaktaki vatandaşın “Yatacak yerleri yok” demesini anlayabiliriz belki de, Diyanet İşleri Başkanlığı’nın, darbe girişiminde yer alıp hayatını kaybedenlerin “Mümin kardeşlerinin tezkiye ve dualarını hak etmediğini” söylemesi, bu kişilerin cenazeleriyle ilgili sala, teçhiz, tekfin ve üzerlerine cenaze namazı kılınması gibi din hizmetleri verilmeyeceğini açıklaması, temel hak ve özgürlükler ekseninde de vicdanen de kabul edilebilir değildi.
Oysa Diyanet’in görevlerini yerine getirme esasları, darbe anayasası olan 1982 Anayasası’nda, ‘… Laiklik ilkesi doğrultusunda, bütün siyasi görüş ve düşünüşlerin dışında kalarak …’ diye tanımlanıyor. 633 sayılı Diyanet İşleri Başkanlığı Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanun ise görevlerin detayını ‘İslâm dininin inançları, ibadet ve ahlâk esasları ile ilgili işleri yürütmek, din konusunda toplumu aydınlatmak ve ibadet yerlerini yönetmek’ şeklinde ifade ediyor.
Darbe girişiminde yer aldığı iddia edilen kişilerin, ölü veya diri tüm haklarından soyularak birer ‘çıplak hayat’ haline getirilmesi, sadece Diyanet örneğinde görülmedi. Kaldı ki, Ordu Büyükşehir Belediye Başkanı Enver Yılmaz, darbe girişimi sırasında öldürülen Astsubay Nedim Şahin için mezar yeri vermediğinde, Diyanet henüz bu açıklamayı yapmamıştı. Ordu İl Müftüsü Mustafa Kolukısaoğlu da bütün ilçelerde din görevlilerine talimat vererek, darbe girişiminde öldürülenlerin salasının verilmeyeceği, camilere sokulmayacağı ve namazının da kılınmayacağına dair talimat verdiğini Diyanet’ten önce açıklamıştı.
Derken sahneye İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş çıktı ve "Bir yer ayıracaksınız ve vatan hainleri oraya mezarlığı diyeceksiniz, geçenler lanet okuyacak. Her giden lanet okusun ve kabirlerinde yatamasınlar Zaten cehennemden kurtulamazlar inancındayım. Ama dünyalarını da dar etmemiz lazım" dedi.
Önerideki tüm çarpıklık bir yana, bir ölünün dünyasını dar etmek nasıl mümkün olabilir, onu açıklamadı Topbaş, ya da ölenlerin yakınlarının da sorumlu tutulduğunu, damgalandığını ima etti, bilemiyoruz. Zira, bir mezar içinde yatandan ziyade geride kalan sevenlerinin hafıza mekanıdır.
Büyük ölçüde halkın cesaretiyle bastırılan bu darbe girişiminin hatırlanması için elbette hafıza mekanları, anıtları düşünülebilir. Ancak bunun yolunun, üzerine tükürülmek, lanetlenmek suretiyle sadece öfkeyi ve kini yaşatmaktan başka işe yaramayacak bir vatan hainleri mezarlığı olmadığı kesin.
Roma Hukuku’nda, oğulun babayı çiğnemesi sacratio’yu hak eden suçlardan biriydi. Yani bu kişilerin öldürülmesi ceza gerektirmezdi. İşte şimdi ölü veya değil, bu darbe girişimde yer aldığı iddia edilen herkes sacratio konumunda. Bu subaylar, babalarına (iktidara) karşı ayaklandılar ve ölü veya diri insan olmaya dair tüm haklarından soyuldular. Bedenleri üzerindeki tüm haklarını kaybettiler. Kaderleri, şimdi babalarının iki dudağı arasında.
Çıplak hayata indirgendiklerinden ölülerinin cenaze namazı kılınmayabilir, yatacak bir yer verilmeyebilir, yakınlarının ziyaret edecekleri bir taşları olmayabilir. Onların malları artık onların değildir ki, bu listeye Trabzonspor yöneticisi zatın ifade ettiği gibi eşleri de dahildir. Hayatta olanlara işkence yapılabilir ve kimse hesabını sormaya bile cesaret edemeyebilir. Yine birileri çıkıp, cezaevinden çıktıklarında dahi damgalanabilsinler diye kulaklarının kesilmesini önerebilir ve bir kişi de çıkıp kes sesini demez. (BT/HK)