Yaren’e…
Siyah beyaz bir fotoğraf bu. Şimdi kederli bir yalnızlıkla bekleyen, sonunun ne olacağını, hangi ellere teslim edileceğini bilmeyen bir fabrikanın, tıpkı basmaları, pazenleri gibi çiçekli, rengarenk bahçesinde. 60’lı yılların başında.
Babam genç, ben çocuk. Sandalyede oturan, annemin ördüğü yeleğiyle, üzerinde siyah ceket, kurşuni pantolon, yıpranmış ama hep temiz ayakkabıları ve yüzünde simsiyah gür sakalları ile babam. Onun yanında ayaktayım. Gülümsüyorum. Bir elim babamın dizinde, güvendeyim. Öbür elim, eteğimin kenarını tutmuş. Küçükken böyle poz verirdik herhalde ki, az sayıdaki siyah beyaz fotoğrafımda bir elim hep eteğimin kenarında. Şimdi beni gülümseten, belli ki o zamanlar normal olan.
Grev sözünü ilk kez o zaman mı duymuştum, hatırlamıyorum. Belki de bu siyah beyaz fotoğraf nedeniyle hep hafızamın bir yerinde.
Babam grevde, sakal grevinde. Babamın arkadaşları da. En güzel sakallar onunki. Ve en çok ona, babama yakışıyor sakal.
Hayal meyal görüntülerde sürekli koşturuyorum. Babamlar konuşuyorlar, sürekli yeni birileri geliyor, birileri gidiyor, hep kalabalıklar. Beni seviyorlar, onlar sevdikçe babam gururla, benim kızım diyor. İzin gününde, sakal grevi olduğu için gelmiş fabrikaya, beni de katmış yanına. İzin günlerinde eğer mesaiye kalmamışsa, baba evdeki herkesin. Annenin, ağabeylerin, benim. Ama işte bugün baba yalnız benim.
Grev ne bilmiyorum. Ya da grev eşittir sakal diye biliyorum. Ve ben babam grevde olduğu için, izin gününü benimle geçirdiği için… O kocaman bahçede koşup oynadığım için… Bir sürü insan beni ‘güzel kızım’ diye sevdiği için… Babam çay içerken bana gazoz alındığı için… Birlikte fotoğrafımız çekildiği için… Ama en çok babam yanımda olduğu için çok mutluyum. Hak diyorlar, ücret diyorlar, izin diyorlar muhtemelen, hiçbirini anlamıyorum. Daha küçüğüm, daha okula bile gitmiyorum, daha hiçbir şey bilmiyorum, kim bilir, belki de bu yüzden mutluyum. Hem hiçbir şeyden anlamıyorum, hem babamın yanında güvendeyim, sevgiden/ilgiden mestim.
Seni sevgili Yaren, orada, Konak Meydanı’nda güvercinler arasında gördüğümde, kendimi gördüm bir an. Kısacık bir andı ama bu zaman tüneli. Ben küçüktüm, babam sakallı ama neşeliydi, türkü söyler gibi konuşuyorlardı arkadaşları. Ama sen… Sen Yaren gülüyordun da sanki çocuk gibi değil, büyümüş gibi gülüyordun. Çünkü büyümek sonsuz bir kısır döngüdür ve büyümek her zaman kederlidir. Senin gülüşünde de keder vardı işte. 9 yaşındaki çocukta keder ne arar? İşte o zaman çıktım zaman tünelinden, çünkü senin baban ‘sakal’ değil ‘açlık’ grevindeydi. Ve sen, bütün kız çocukları gibi babana bir şey olacak diye korku içindeydin. Benim için babayla geçirilen muhteşem bir oyun gününe dönüşmüş sakal grevi değildi senin omuzlarındaki, seninki sonunda düpedüz ölüm/sakat kalmak olan açlıktı.
“Bir çocuğun gülüşünü görüyorum nereye baksam” demiş bir şair. Bense nereye baksam ‘senin gülüşündeki kederi ‘ görüyorum sevgili Yaren. O günden beri.
Az konuştun o gün benimle. Büyüklere soracakları hiç bitmeyen ben de az sordum ama. Ne diyeceğimi bilemedim aslında, sana ne diyeceğimi, ‘babama bir şey olur diye çok korkuyorum’ deyişine ne cevap vereceğimi.
Biz büyükler garibizdir, tuhafızdır böyle, her şeye verilecek cevabımız illa ki vardır, her şeye bir kulp takmakta mahirizdir ama küçük bir çocuğun nasıl teselli edileceğini çoğu zaman bilemeyiz işte böyle, susarız.
İşin daha garibi, o günden bugüne hala bulamıyorum seni teselli edecek sözcükleri sevgili küçüğüm, hala.
Babanın açlık grevi yaptığını, onun ve arkadaşlarının hakkını aradığını söylüyorsun, niye olduğunu bilmediğin halde baban olduğu için haklı buluyorsun. Babanın işten çıkarıldığını, hakkını verirlerse yeniden bir işi olacağını söylüyorsun. O zaman yeniden akşamları sofraya birlikte oturacağınızı ama en çok izin günlerinde o uzun kahvaltı sofralarının ya da deniz kıyısında yenilen simitin yarısının martılara atıldığı o eğlenceli günlerin döneceğini biliyorsun. Bunu istiyorsun. Baban seninle ve annenle birlikte sofraya otursun. Babana bir şey olmasın. Baban hastalanmasın, ölmesin. Babanın bir işi olsun ki, baban açlık grevi yapmasın.
Sen bu kadar net, bu kadar az cümleyle anlatıyorsun ya, anlıyorum Yaren. Ama o büyük yerlerde oturan büyüklerin, kendilerine ‘devrimci’ diyen büyük sendikacıların ne söylediklerini hiç anlamıyorum. Çünkü onların söyledikleri seninki kadar kısa, net, duru, açık değil. Hep bir laf kalabalığı, hep kafa karıştırıcı, hep bla bla bla.
Aslında Yaren, seni teselli edecek, seni neşelendirecek cümleler bulamıyorum dedim ama o büyüklere de sözüm yok benim. Onların kendilerini korumak için sonsuz düzenleri var. ‘Adaletin kestiği süt’ten etkilenebiliyorlar mesela ama adaletsizliğin bir çocuğun dünyasını nasıl tarumar ettiğinden habersiz-miş gibi yapabiliyorlar. Onlar için adalet çığlığı atıldığında duyuyorlar da baban ve baban gibi işinden edilenler için atılan çığlıkları, bir çocuğun ‘babama bir şey olacak diye korkuyorum’ feryadını duymazdan görmezden gelebiliyorlar…
Sana gelince küçük arkadaşım, yakın dostum, senin için hala söz arıyorum, sana ışık tutacak, sana teselli olacak, senin gözlerindeki kederi silecek umutlu bir kelime, sihirli bir cümle. Adı, adının anlamı, kendi güzel küçüğüm, bahtın da güzel olsun demekten başka bir şey bulamıyorum. Bulamadım…
*
Bilgi notu: 9 yaşında ‘açlık grevi’yle tanışan Yaren, İzmir Büyükşehir Belediyesi’ne kadro davası açtığı için 6 ay içinde çeşitli gerekçelerle işten çıkarılan 200’ün üzerindeki işçiden biri olan Mahir Kılıç’ın kızı. Tazminatsız atıldığı işine geri dönme talebiyle Büyükşehir’in Konak binası önünde başlattığı açlık grevi eylemi, 9 Ocak’ta iki ayı dolduracak. Kılıç, Büyükşehir Belediyesinin kendisini açlığa mahkûm ettiğini söylüyor, “Tarih boyunca haksız olduğuna inanan hiçbir insan bedenini açlığa yatırmaz. Yüzde 100 haklı olduğuma inandığım için açlık grevindeyim. Ya bu bankta can vereceğim ya da haksız, hukuksuz bir şekilde atıldığımız işlerimize geri döneceğim. Talebimiz bu kadar net, kimse siyasi bir amaç aramasın, işimi istiyorum” diyor. Çıkarılanlar arasında 25 yıldır hiçbir disiplin cezası olmayan Elif Sefer Esen ve Seval Gündüz ile 12 yıl engelli kadrosunda çalışırken işten atılan Barış Kaya da var. Kılıç’ı Konak Meydanı’ndaki bankta hiç yalnız bırakmıyorlar. Zaman zaman 1 günlük açlık greviyle de destek oluyorlar. Çıkarılan bir grup işçi olarak Ankara’ya CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’na gittiklerini, İzmir CHP milletvekilleriyle de görüştüklerini anlatan Esen ve Gündüz, ‘sadece dinlediler’ diyor. Kılıç'ın bağlı olduğu DİSK/Genel-İş Sendikası’ndan da bugüne kadar konuya ilişkin bir açıklama yapılmadı.
Belediye binasının önünde yağmura, soğuğa, ayaza rağmen açlık grevinde 2 ayı dolduracak olan ve 14 kilo kaybeden Mahir Kılıç, sık sık mide ve kas krampları, tansiyon düşüklüğü, ağız ve dilde uyuşma yaşıyor. Eşinin hamile olduğunu öğrendikten bir ay sonra işinden atılan Mahir Kılıç, 6 ay sonra ikinci kez baba olacak, Yaren’e bir erkek kardeş gelecek. Kirada oturan Kılıç ailesinin hiçbir sosyal güvencesi yok ve arkadaşlarının, akrabalarının yardımlarıyla ayakta kalmaya çalışıyorlar. (GS/HK)