“Varoluş mekânsaldır”
Merleau-Ponty
Her rejimin kendi mekânıyla karakterize olduğunu iddia edersek çok yanılmış olmayız sanırım. Bu bağlamda Türkiye Cumhuriyeti’nin tarihini bir açıdan Kasapyan Bağevi’nden Kaç-Ak Saray’a dönüşüm olarak okumak mümkün. Yani kendi yurtlarında yabancı sayılanların her şeylerinin yağmalanıp yok edilmesinden, kırıntıları bulunan hukukun tümüyle tedavülden kaldırılarak toptan yok edilmesine...
Ve dahası bu okumaya, son on yılda çok daha yakından tanık olduğumuz üzere, dinsel tutkuların da “bencil hesapların buzlu suları”nda ranta ve metaya kurban edildiğini eklemeliyiz[2]:
Artık hepimiz değişim değerimize göre kişisel değerimizi belirliyor ve “tüketiyorsam varım” ideolojisi uyarınca yaşamaya çalışıyoruz. Ama zor soru şu: Böyle bir hayatta sağlıklı olmak, yani sadece hasta olmamak değil aksine fiziksel, sosyal ve ruhsal refah durumunda bulunmak mümkün mü?
Neyse geçelim bu soruyu ve devam edelim: Çok açık ki, bu neoliberal hayat, kendisinin alameti farikası olarak tanımladığı bir mekân konusunda da hepimizin rızasını aldı. İmajın gerçeği aştığı bu hayatta devasa imajlarla; yemekten eğlenceye, kitaptan sinemaya kadar envai çeşitlilikle; hiç üşünmeyen, hiç sıcaktan bunalınmayan, yağmurun yağmadığı, karın-tipinin-boranın içeri girmediği; son derece güvenli alanlar olarak hayatımıza girdi neoliberal dünyanın mekânı olan alışveriş merkezleri. Bilindiği üzere herkesin arzu nesnesinin peşine düşeceği, “boş zaman”larını özgürce tüketime ayıracağı ve bu mekânlarda bulunarak bir toplumsal statü kazanacağı mekânlar olarak tasarlandı bu alışveriş merkezleri.
Ancak alışveriş merkezleri, yalnızca tüketim ürünlerinin değil, sosyal ve kültürel aktivitelerin de tüketildiği birer “tüketim katedralleri” değillerdir. Bu merkezler aynı zamanda sağlık hizmetlerinin de tüketildiği bir yeni bir merkez tipine yani “tüketim hastaneleri”ne de rol model olmaktadırlar. Pek fazla sayıda kişinin dikkatini çekmedi ama dönemin başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’ın “kişisel projem” dediği ve kendisinin “hayali” olarak ülkesine pazarladığı “şehir hastaneleri”nden birisinin daha ihalesi birkaç gün önce sessiz sedasız tamamlandı[3]. İsterseniz tam da bu aşamada geleceğin sağlık ortamını, bu yeni hastanelere öncülük eden alışveriş merkezlerinin işleyişinden ilham alarak değerlendirelim ve öngörülerimizi yazalım -ki tarih de bizi bu satırlarla yargılasın.
Görsel imajı iyi hastaneler
Muhtemelen ilk söylememiz gereken; bu yeni “hastane” modelinin fiilen özel sektör aracılığıyla halen kullanımda olduğu ve yakın zaman diliminde sayılarının hızla artacağı olacağıdır. Görebildiğim kadarıyla bu konudaki en yakın örnek girişimcilikte örnek il olan Kayseri’den geldi[4]:
Ancak hiç kuşkusuz devletin var edeceği “şehir hastaneleri”, özel sektörün tasarladıklarından çok daha büyük ve çok daha donanımlı olacaktır. Ama ne olursa olsun bu yeni “hastane” modelinin en önemli özelliği, tıpkı alışveriş merkezleri gibi görsel olarak çok iyi imaja sahip olacak olmasıdır. Görsellik ve büyüklük bu hastanelerin en önemli yönünü oluşturacaktır. Bir de bu hastanelerde hasta odalarının ısısı, akıllı klimatize sistemler sayesinde müşterilerinin isteğine göre belirlenebilecektir. Elbette eşyanın tabiatı gereği bu hastanelerin güvenliği, taşeron işçiler çalıştıran özel güvenliğe teslim edilecek ve tıpkı alıveriş merkezlerine girer gibi bu hastanelerin kapılarından içeri girenler de özel ve güvenli bir yere ulaşıldığı hissiyatını yaşayacaklardır. Hatta muhtemelen bu hastanelerde “check-up”, “kontrol” ya da “sağlıklı ol” başlıkları altında hiçbir yakınması olmayan insanların da “boş zaman”larını değerlendirebilecekleri ve “sağlık gezileri” yapabilecekleri turlar düzenlenecektir. Ve tabi ki, bu hastanelerin imajlarının yaratacağı toplumsal statü, müşterileri “zaman içerisinde sağlıkta ne kadar büyük ilerlemeler olduğuna” ikna edecektir.
7/24 tüketilmeli
Zannederim bu hastaneler, tıpkı alışveriş merkezleri gibi “içe dönük” olacaktır. Yani bir sağlık kurumu olarak dışarıdan gelen müşterinin ne yediği, nerede yaşadığı, işi olup olmadığı ya da işi varsa nasıl bir ortamda çalıştığı gibi sağlığın temel belirleyicilerini görmeyip, bu faktörleri “dışarı”da bırakarak, merkeze gelen her bir müşteriyi toplumsal yapıdan azade olarak sağlık tüketicisi bir kişi ve birey olarak algılayacaktır. Dahası bu merkezlerde, muhtemelen tıpkı alışveriş merkezlerinde olduğu gibi sonsuz bir bahar ve sonsuz bir gündüz yanılsaması yaratılacaktır. Öyle ya tüketim cennetinde 7/24 hep birşeyler tüketilmeli ve boşa geçirilecek biran bile geride bırakılmamalıdır. Adım gibi eminim, bu alışveriş hastanelerinin mekânsal dizilimi, tıpkı alışveriş merkezlerinde olduğu gibi içerideki malı göstermeye ve bu sayede onu cazip kılarak tüketmeye teşvik edecek biçimde tasarlanacaktır. Hani nasıl bugün alışveriş merkezlerinde vitrinler ve çeşitli kampanyalarla mallar hepimize tükettirilmeye çalışılıyor ya, yarın bu alışveriş hastanelerinde de beyaz önlüklü çalışanların aracılığıyla var edilecek vitrin ve kampanya faaliyetleriyle benzer bir süreç sağlıkta da yaşanacaktır. Hatta muhtemelen kimi klinikler, toplu indirim kampanyaları bile düzenleyebilecektir: örneğin bir dalak ameliyatı geçirene safra kesesi operasyonu ya da bir göz muayenesi bedava… Ve dahası tahmin ediyorum ki, bu alışveriş hastanelerinde tıpkı alışveriş merkezlerinde olduğu gibi katlar ve üniteler arasında gidiş geliş çok kolay olacaktır. Muhtemelen elde bir araba ya da daha iyisi müşteriler arabalara bindirilerek o klinikten bu kliniğe -bugün olduğunun aksine- hiç çaba sarf etmeden ulaştırılacaktır.
Hasılı kelam alışveriş hastanelerine gelecek müşterileri güzel bir gelecek bekliyor. Ama bu “alışveriş hastaneleri”nin küçük bir kusurcuğu da olacak elbette: Burada herkes kolaylıkla kontrol edilmeye ve bilginin tahakkümüyle kolayca yönlendirmeye tabi olacaktır. Çünkü bu merkezler, devlet tarafından değil bizzat ticari şirketler tarafından hem de ticari başarı elde etmek için işletilecektir. Hiç çekinmeden ifade etmek isterim ki; bu merkezlerde tıpkı alışveriş merkezlerinde olduğu gibi atlıkarınca, buz pateni pisti, panaromik asansörler, yürüyen merdivenler, kemerler, kubbeler ve köprüler olabilir. Çünkü bu merkezlerin “etkili alışveriş makineleri”ne dönüşmesinin yolu bu tür ilüzyonlar sayesinde “gerçeküstü mekânlar” haline dönüşebilmelerinde saklıdır.
Alıveriş hastanesi
Elbette bu mekânlarda Baudrillard’ın ifade ettiği gibi “hemen hepsi aynı anda” yapılacaktır. Yani bir kalp doktoru sizin damarınıza bir katater sokmuşken, kızınızın ciğerine bir üst katta boru sokulacak, aynı anda evin babası merkezdeki petrol istasyonundan arabasına sağlıklı olsun diye kurşunsuz benzin satın alacak, kardeşini beklerken sıkılan evin küçük oğlu kafedeki internet oyununa takılacak, evin çok okuyanı ise merkezdeki marketten “başarmak size bağlı” isimli kitabı 9.90TL’ye satın alacaktır. Merak etmeyin canım, akşam ya da birgün sonra sağlık hizmetini tüketen müşteriler olarak eve dönerken, alışveriş hastanesinin özel otoparkından çıkma aşamasında görevlinin bilgisayarında ödediğiniz faturanın miktarı görünecek ve alışveriş hastanesinde yeterince yüksek faturalı alışverişler yapmışsanız otopark ücreti jest olarak müessesenin ikramı sayılacaktır.
“Şehir Hastanesi” adı verilen bu alışveriş merkezlerinde çalışacak olanlara söyleyebileceğim tek söz ise bugünün alışveriş merkezlerinde çalışan insanların haline bakmalarıdır: çünkü birkaç yıl sonra beyaz önlüklüler olarak onlarla aynı kaderi paylaşacaklardır.
Eğri oturup doğru konuşalım ve özgürlük gerçeğini unutalım: Çünkü neoliberal politikanın emrine girmiş tıbbın tek amacı bu biyoiktidar uygarlığında kişileri “itaatkâr” ve “üretken” müşteri konumuna getirmektir. Ama emin olun geleceğe umutla bakıyorum. Çünkü Gezi direnişi, “iktidar hayatı hedef aldığında, hayat(ın) iktidara direniş ol”duğunu ve hayatlarımızı ranta satmayacağımızı gösterdi. Daha önemlisi bu yeni alışveriş hastaneleri, hepimize yurtdışından ucuz sağlık hizmeti almak için gelecek bir dolu yeni dostu da kazandıracaktır. Yani “Çin'den İspanya'ya, Ümit Burnu'ndan Alaska'ya kadar / her mili bahride, her kilometrede(ki) dostum”uzla birlikte “aynı ekmek, aynı hürriyet, aynı hasret için” savaşabileceğiz. Görelim ki; sınıfsal, cinsel, ırksal,.. tüm eşitsizlikler, neoliberal barbar bir biyoiktidar uygarlığın kaybedenleri olarak yan yana getiriyor hepimizi. Yeter ki, bu düzenden bize yarar gelmeyeceğini, bize benzer bir kaybedenin sırtına basarak yükselemeyeceğimizi, aksine ancak birbirimizin derdine derman olabileceğimizi görelim.
İşte yeni bir yıl daha kapımızda. Milli Piyango biletleri yalanından usanmadık mı daha? Emin olun şans oyunlarının umut hırsızlığı karşısında, bu yeni yılda tüm yoksunlar ve yoksullar olarak küresel bir isyanı örgütlemek daha yüksek ve daha gerçek bir ihtimaldir. Yeni yılımız ve isyanımız kutlu olsun. (OE/HK)
[1] Adnan Menderes Üniversitesi Tıp Fakültesi öğretim görevlisi