"Eğer aslanın dişlerini görüyorsan, sakın sana gülümsediğini düşünme" der Arap şair El Mutanabbi. Bundan 1000 küsur yıl önce bu civarda, Bağdat'ta ve Halep'te yaşamıştır.
Artık aslanlar yok, diyeceksiniz. Evet, ama avlar da bitmiş değil.
Londra'da yayınlanan Al Quds Al Arabi gazetesinde bundan birkaç ay önce kaleme aldığı yazısında Filistinli yazar Rashid Abu Shawer, "Bugün aslan ABD'dir" diyor ve "Aslanlarla ava gitmeyin" diye uyarıyordu Suriyeli muhalifleri.
Abu Shawer yine El Mutanabbi'yi hatırlatıyordu ama bir başka alıntıyla: "Kim ki avda aslanlara eşlik eder, avlanırken av olur." Ava giden avlanır, deriz biz Türkçede, aslanı hatırlamayız. Ama aslanı unutmayalım.
Sizi avlamasa bile aslan her şeyi kendine alır, hem geriye bir şey kalsa bile onları da hemen yanında bekleşen Fransa ve İngiltere gibiler kapar, size bir şey kalmaz, diyordu Abu Shawer. Suriyelilere mücadelelerini temkinli ve kontrollü yürütmelerini, hürriyet kavgasını dış müdahale talep etmeden örgütlenerek vermelerini salık veriyordu.
Ama biz aslana ve av arkadaşlarına dönelim. Aslan geçen sene Libya avındaydı ve Libya'yı 'özgürleştirdi'. Artık kimse bahsetmiyor Libya'dan. Neden acaba? Libya'da işler yolunda olsa Suriye'ye örnek göstermezler mi?
Gösterirler elbette, ama şu anda Libya'da vahşet insan aklının alabileceği sınırları aşmış durumda. Pepe Escobar geçen hafta Asia Times'da, Libya'da mini gulaglar oluşturulduğunu, bu mini kamplarda sistematik işkenceler yapıldığını yazıyordu.
Sınır Tanımayan Doktorlar Misrata'yı terk ettiler. Çünkü bir zamanın "isyancılar"ı işkence ettikleri muhaliflere tekrar işkence edebilmek için doktorlardan muhalifleri tedavi etmelerini talep ediyorlardı.
Libya özgürleşmedi. Libya'ya demokrasi de gelmedi. Ama Petrol yeniden pay edildi, Aslan payını aldı. İstikrar bekleniyor. İstikrarı sağlayanın işkenceci ya da katil olması kimsenin umrunda değil.
Libya petrolü eskisi gibi değilse de akmaya başladı. Görünüşe göre de Temmuz 2012'de tam randıman akmaya başlayacak: Çünkü AB 1 Temmuz 2012'den itibaren İran'a ambargo kararı aldı. Çünkü İran'a ambargo uygulayabilmesi için Libya petrolünün akmaya başlaması gerekiyor.
İran ilerideki hesap, önce şu Suriye'yi halletmek gerekiyor. Aslan bu aralar Suriye avında ve av arkadaşları da hepimizin malumu: NATO'yu saymazsak, Körfez ülkeleri (yani özünde Suudi Arabistan ve Katar), Britanya, İsrail, Fransa ve Türkiye.
Bazen böyle aslanın peşine takılınıp ava gidildiğinde ganimetten hak ettiği payı alma derdindeki av arkadaşları arasında küçük didişmeler, senkronize hırlaşmalar yaşanır. Ama bunların hiçbiri nedensiz değildir ve ava zarar vermezler, veremezler.
Sınır aşıldığı anda aslan dişlerini gösterir ve Arap edebiyatını hatmetmiş av arkadaşları da aslanın gülümsemediğini şıp diye anlarlar.
Mesela, bundan birkaç ay evvel İsrail ve Türkiye epey bir hırlaşıp didiştiler. İsrail, Kıbrıs'ın güneyindeki petrol bölgesi; dedi; Türkiye, 1978 model sismik takasını gönderdi vs. Sonuç, özünde gayet başarılı bir jeostratejik koreografiye sahip bir gösteri izledik:
Türkiye'ye füze kalkanı yerleştirildi, Füze kalkanının kumandası olduğu söylenen Amerikan USS Monterrey gemisi İskenderun'a demirledi.
Türkiye fırkateynleri Piri Reis'i koruma bahanesiyle Doğu Akdeniz'de devriye gezmeye başladı. Aynı şekilde İsrail uçakları da petrol platformunu koruma bahanesiyle devriye gezmeye başladı.
Şimdi Türkiye- Fransa dalaşı başladı. İsrail'le kıvılcım Palmer Raporu'ydu, Fransa'yla ihtilaf konusu ise Soykırım Yasası. Peki gerilimin bu yasayla bir ilgisi var mı? Hiç yok.
Görünüşe göre, gerilim Fransa'nın adamı Burhan Ghalioun'un uzayan başkanlığı ve Suriye Ulusal Konseyi içi dengelerle ilgili. Konseyde Fransa'nın desteklediği sekülerler ve Türkiye'nin desteklediği Müslüman Kardeşler'in ağırlıklarıyla ilgili.
Operasyon ciddiye bindikçe siyasi ibre Paris'e kayıyor. Türkiye yine askerlerle kalıyor, yine tetikçi pozisyonuna hapsediliyor.
Bu arada her şey normal seyrinde devam ediyor: Fransız şirketi Eutelsat Roj TV'nin yayınını durdurdu. NATO Genel Sekreteri'nin ülkesi Danimarka'da Roj TV'nin hesaplarına el koyuldu. ABD Ankara Büyükelçisi açıklıyor: "Roj TV sustu, Türkiye için yapabileceğimiz her şeyi yapıyoruz.''
Karşılıksız değil tabi, Türkiye de ABD için yapabileceği için her şeyi yapıyor. İskenderun'a Libya'dan silah ve paralı asker sevkiyatları yapıldığından bahsediliyor. Bunların İskenderun'da İngiliz ve Fransız askerleri tarafından eğitildiğinden.
Türkiye'ye sürekli Libyalı hasta askerler geliyor ama iyileşip evlerine döndüklerini okuyamıyoruz. Bu yaralı Libyalı askerlerin tedavi gördüğü diğer ülkenin de Suriye'nin güney komşusu Ürdün olması ise bir başka garip tesadüf.
Rusya ve Çin'in BM'deki vetosunun ardından ABD Dışişleri Bakanı Clinton ABD'nin Filistin aleyhine yüzlerce 'iğrenç' vetosunu unutup vetoyu 'iğrenç' buldu: "Müttefikleriyle beraber BM dışında formüller bulacaklarını" söyledi ve nedeni de açıkladı: "Suriye'nin daha iyi bir geleceğe sahip olması için."
Bundan böyle ortaklarıyla beraber iki katı çaba göstermeleri gerektiğini belirtti. "Ortak" kelimesi çok yerindebir kullanım; çünkü hepsi yatırımcı, Suriye operasyonuna büyük paralar yatırdılar. Suriye onlar için bir "iş". İş uzadıkça zarar ediyorlar ama bir BM vetosuyla da vazgeçecek değiller.
Türkiye açısından ise şunu söylemek lazım. Ekibin en zayıf halkası Türkiye. Aldığı bütün garantilere rağmen zararlarını tazmin etmekte zorlanacak olan, en çok ödün vermek zorunda kalacak olan, BM dışı olası bir yeni senaryoda öne sürülecek olan, herhangi bir sıcak çatışmada ilk pençeyi yiyebilecek olan ve ava giderken avlanma ihtimali en yüksek olan av arkadaşı Türkiye.
Gerisi; içinde demokrasiden, özgürlükten, 'iyi bir gelecek'ten zerre olmayan bildik av masalı: Afganistan, Irak, Libya ve Suriye. Avlar değişiyor, av arkadaşları da değişebiliyor ama Aslan hep aynı: Hep dişlerini gösteriyor. Avcılar manasını biliyor, biz hep gülümsüyor sanıyoruz. (BK/HK)