Ortadoğuda Tunus'la başlayan son olarak Lübnan'da devam eden iç savaş ve ekseri Arap başkaldırışının, nihai olarak nereye evrileceği üstüne "temenni" yüklü yorum/yaklaşımlar görülmekte.
Küresel kapitalist sistemin sömürge ülkeleri ve bu sömürge ülkelerin kukla rejim/egemenlerinin, domino taşları türünden (dekadans) çöküşü yaşıyor oluşu karşısında özellikle iki eğilim göze çarpmakta.
Bunlardan birincisi liberal eğilim, ikincisiyse Marksist eğilimdi. Arap başkaldırışı başladığı günden bugüne değin, liberaller Ortadoğu'da yaşananların tek müsebbibinin sadece diktatörlük olduğunu vurgulamaktaydı. (Sanki bu diktatörler, vaktiyle politik konjonktür gereği Batının ve ABD'nin doğal müttefikleri değilmişçesine; sanki Ortadoğuda olası bir uyanışa, isyana karşı bu diktatörler, emniyet supabı değilmiş gibi.)
Liberal çevrelerin, demokrasi, diktatörlük kavramına yüksek perdeden yaptıkları her vurguyla Arap emekçilerinin isyanının neoliberal politikalara, dolayısıyla küresel kapitalizme karşı olduğu gerçeğini maniple etmekte.
Her ne kadar liberal yaklaşım, Ortadoğudaki isyanı sadece diktatörlük sorunsalı olarak görse de tedrici olarak isyanla, kukla diktatörlerin düşürülmesiyle ortaya çıkan boşluğun, neyle/nasıl doldurulacağına dair bir kaygı taşımakta. Taşıdıkları kaygının özü ise olası bir kaos ortamında yönetim/yönetimlerin Müslüman Kardeşler, Taliban gibi radikal İslamcı unsurların eline geçmesiydi.
Daha da önemlisi yukarda bahsi geçen radikal İslamcı unsurların antiamerikancı, milli reflekslere sahip, antiemperyalist duruşuydu aslında liberalleri kaygılandıran. Zizek'in Batılı liberallere istinaden "Arapların devrimci ruhundan neden korkalım" sorusu bu yüzden anlamlıdır.
Ortadoğudaki Arap başkaldırışına karşı sosyalist solun bir kısmı, hayırhah bir tutum sergileyerek, Arap isyanını heyecanla selamlarken; sosyalist solun bir kısmı ise Ortadoğudaki gelişmelere daha mesafeli ve küçümseyici bir tutumla izlediği görülmektedir. Bu yazı da ise solun neden böylesi bir tutum aldığı irdelenecektir.
Prematüre devrim
Sosyalist solun, Ortadoğudaki Arap isyanına neden mesafeli duruyor sorusunun cevabı: isyanın kendiliğindenci, plan, programdan yoksun olduğu argümanına dayanıyordu.
Kuşkusuz dışarıdan bakıldığında Arap halkının isyanında; açlık, yoksulluk./yolsuzluk, işsizlik, özgürlük taleplerinin olduğu ve isyan sonrası düşürülen iktidarlarla birlikte değişenin sadece işçi ücretleri ve sosyal yardım programlarında iyileşme olduğu görülmekte.
Yine bu bağlamda Arap isyanının renginin olmayışı, isyan sırasında yükselen sesler arasından alternatif bir sistem/düzen söyleminin görülmemesi sosyalist solun bir kısmında "Devrim " sözcüğünün cömertçe sarf edilmesi için henüz erken olduğu algısı yaratmıştır.
Yukarıdaki gerekçelere dayanarak eleştirel bu tutumu haklı görmek mümkün. Fakat bu durum son kertede yiğit Arap halkının isyanının önemsiz, beyhude olduğu anlamına gelmez. Solun Arap isyanına böylesi bir tutum davranış sergilemesinde Marksist geleneğin izlerini görmek mümkün.
Ortadoğudaki güncel gelişmelere tarihsel bir projeksiyon tutulduğunda; Marksistlerin hatta Marx'ın kendisi de dahil olmak üzere kendiliğindenci her halk hareketine ekseriyetle mesafeli yada soğukkanlı bir tutum aldıkları görülür.
1848 devriminde Marx, bu ayaklanmanın kaybetmeye mahkûm olduğunu söylerken, diğer yandan olacak olan devrimin prematüre olduğunu söylüyordu. Yine 1905 devrimi arifesinde Lenin, Hıristiyan sosyalist işçi lideri Papaz Goplan, ve onun öncülüğünü yaptığı hareketin, Çar sarayına doğru ayaklanışını erken bulmuş ve başarısızlığa mahkum etmişti.
Örgütsüzlük ve hareketin teorik plan, programdan yoksunluğu Marx ve Lenin'in mahkûmiyet gerekçeleri oluyor. Neticede Marx ve Lenin'in öngörüleri/saptamaları doğru çıkmış, önceden başarısızlığa mahkum olmuş işçi hareketi yıllar sonra kısa süreli de olsa Marx'la komün, Lenin'de de ete kemiğe bürünmüş haliyle Sovyet devleti deneyimini yaşamıştı.
Bugüne gelindiğindeyse her ne kadar Arap başkaldırışının rengini göremiyor, sosyalist devrime evrildiğine dair bir alamete rastlamıyor; hatta varmak istedikleri amaca katılmıyor olsak da bir ya da birkaç kuklanın devrilişi, Arap halkında farkında olmadığı gücün, farkına varmasını sağlamasıyla bizlere, Arap emekçilerinin ne zamandır yitirdikleri güveni, yıllar sonra kazandığını göstermekte.
Arap isyanı, bizlere aynı zamanda verdikleri mücadele sonunda elde ettikleri kazanımlarla (ücretlerin bir nebze de olsa iyileştirilmesi gibi) özellikle bilinçte ileri doğru bir sıçrayışın en güzel örneğini verdiler.
Her isyan/başkaldırı özünde en iyiyi, en güzeli aramanın kapısıdır. İnsanlık sosyal mücadeleler tarihinde isyan ettikçe, başkaldırdıkça kazanımlar elde ederek özgürleşmiş, esaretin zincirlerini kırmıştır. Marx'ın "her karşı devrim bir devrim, her devrimse bir karşı devrimdir" sözünü böyle okumak durundayız.
Sonuç olarak Ortadoğudaki isyan kendisini, "insaflı kapitalizmde" barış içinde yaşamla sınırladığı görülse de; devrimin aşamalı, bir o kadar sancılı olduğunu unutmadan, bugün Arap başkaldırışına önem atfetmeyi abartı saymamak gerekiyor.
Yakın zamanda yukarda bahsi geçen bir tutuma sahip bir arkadaşım, Arap başkaldırışı üstüne "kaos bir kumardır, kumarı oynatan kazanır" sözüyle durumu izah etmişti. Evet bu sözün doğruluğuna inanırım ama bir farkla. Bu kez kumarı oynatan Arap halkıydı, kazananında Arap halkı olacağın inanıyorum. (AHA/BB)
* Akın Hakkı Akyüz, gazeteci