Kısa vadeli arşiv
Savaş çığırtkanı Apoletli Medya, hem uluslararası alandaki siyasi ve kitlesel muhalefeti görmezden geldi, hem de uluslararası meşruiyet meselesini es geçti. Türk medyası, tezkere öncesinde Bush yönetiminin sözcülüğünü üstlenmişti. ABDnin ne kadar güçlü olduğunu, silah resim ve görüntüleriyle öve öve bitiremedi. Savaşın kaçınılmazlığını yazdı da yazdı. Bushun saldırganlığını gizleyip Saddamın vahşetini ön plana çıkardı. Ama bir ulus ve devlet olarak Irakın uğradığı haksızlıkları es geçti.
Dahası, bu koşullarda Ankaranın mutlaka savaşa girmesi gerektiğini döne dolaşa yazdı. Barış hareketinin gücü karşısında tam olarak teslim olmasa da savaş karşıtlarına, canlı kalkanlara her fırsatta çamur attı milliyetçi-militarist medya. Genel Yayın Yönetmenleri, televizyon kanallarının haber müdürleri, çok sayıda köşe yazarı ahlaken/siyaseten ikilemini benimseyip, Savaş istemiyoruz ama Türkiyenin ulusal çıkarları(Her derde devadır bu ulusal çıkar, her anlama geldiği sanılsa da herkesçe farklı algılanır dolayısıyla belki de hiç bir somut anlamı yoktur ya da sihirli bir deyimdir) söylemiyle garip ve karmaşık bir haleti ruhiye yaratmaya çalıştılar. En çok tekrar edilen gerekçelerden biri de Savaşın dışında kalmaktansa katılıp zararlarımızı en aza indirelim olmuştu.
Apoletli Medyanın tezkere konusunda aslında hiç de şüphesi yoktu. CHPnin oyları yetersizdi. Tek parti iktidarı AKP, tezkereyi Meclisten kolayca geçirebilecekti. Tezkere öncesi, hiç bir gazete, hiç bir televizyon, tezkerenin reddedebileceğini öngörmemişti. Yüz binler ise umutluydu sokaklarda. Sonuç açıklanmadan yazı işlerinde tezkerenin kabul edildiğine dair haberler yazılmıştı bile. Meclis sonuç olarak sıradan bir formaliteyi yerine getirecekti bizim kör-cahil, duyarsız ve kasıtlı medyaya göre.
Dahası Amerikan Dışişleri Bakanlığı bile TBMM oylaması sonuçlanmadan önce, ambargolu olmasına rağmen, bir bildiri yayınlayarak TBMMyi tebrik etmiş, Türk-Amerikan ilişkilerinin başarıyla sürdüğünü iddia etmişti. Bu açıklama metnini kıvırıp... Dereyi görmeden paçaları sıvamışlardı, ama derede boğuldu ABD ve onun medyası...Onlar şimdi şoke olmuş durumdalar. Ayılana Meclis kararı, bayılana savaş karşıtı gösteri!
Hakiki gerçek, medyatik gerçeği yerle bir etti
Artık medya konusunda Türkiyede hatta bütün dünyada temel bir kriter var: Hakiki Gerçek ile Medyatik Gerçek arasındaki ayırım. Son bir ayda, Türk egemen medyasında Iraka yönelik Amerikan saldırı hazırlıkları konusunda yayınlanan haber, yorum ve karikatürler Medyatik Gerçek idi. TBMMnin oylamasında somutlaşan savaş karşıtlığı ise Hakiki Gerçek! Medya, toplumsal ve siyasal gerçeği, gerçeklikleri değil, kendi çıkarlarını, bağımlı olduğu odağın, odaklarını istek ve çıkarlarını gerçekmiş gibi haberleştirince, doğal ve kaçınılmaz olarak hakiki gerçeği tahrif etmiş ve gizlemiş oldu.
Bu durum medyanın inanılırlığına ve güvenirliğine de büyük darbe vuruyor. Çünkü bugün Meclisin kararı, Türk Apoletli Medyasının yaklaşık bir aylık yayınlarının özünü tekzip etti. Siyasi, ekonomik, askeri iktidarı elinde bulunduranlar, fikri iktidarı hatta geleceğin fikri iktidarını bile yönlendirdiklerini sanıyor. Bu vehim, kendi yarattıkları medya canavarının yaydığı Medyatik Gerçekle iyice güçleniyor. Ama orta bile değil, kısa vadede bu Medyatik Gerçek berhava oluyor.
Medyatik Gerçekçiler
-Pazartesi günkü köşe yazılarını okuyun, çok komik, 85. dakikaya 4-0 galip giren, ancak son 5 dakikada 5 gol yiyen kalecinin konumunda. E kolay değil tabi, yalanla dolanla, baskıyla sahtekarlıkla savaşa girmeye çalış, herkesin kendin gibi düşündüğünü san, sonra da şak diye tezkereni reddetsinler...
Hakiki Gerçek ile Medyatik Gerçek arasındaki derin fark açıldıkça ve bu çelişkinin frekansı arttıkça, zaten prestijini yitirmiş olan Türk Medyası iyice batağa saplanacak. Tek tek yurttaşlar açısından bakıldığında da aynı ilginç durum söz konusu. Bu medya ne dediyse tersi oldu fikri her geçen gün daha çok yaygınlaşıyor, daha çok kanıtlanıyor.
Gizlenen gerçekler çıkıyor su yüzüne
Medya, Medyatik Gerçeği değil Hakiki Gerçeği yansıtmaya çalışsaydı, saldırı ihtimalinin başladığı andan itibaren, Amerikan saldırganlığının tarihi, gerekçeleri, savaş karşıtlığının siyasi, ekonomik, ideolojik temelleri, uluslararası meşruiyet meselesini, Saddam Hüseyin rejiminin çıkmazlarını, Irak halkının konumunu, Fransız-Alman muhalefetinin gerçek nedenlerini ayrıntılı, çok boyutlu, inanılır, güvenilir bir şekilde yani önyargısız bir şekilde, eğmeden bükmeden, gizlemeden, barışçı bir yaklaşımla yansıtabilseydi, hem Hakiki Gerçeğe yaklaşabilir hem de oylama sonrasında şoka girmekten kurtulabilirdi.
Onlar şimdi yeni tezkereden sözediyor. Yenilen pehlivan...Önünde sonunda istedikleri savaş çıksa, Türkiye bu savaşa katılsa da, tezkere yenilgisi unutulacak bir yenilgi değildir.
1925den bu yana...
Yakın gelecekte, kaçınılması zor, bir başka tarihi yenilgi daha görünüyor Türk Apoletli Medyasının seyir defterinde: Kürt meselesi.
Son dönemlerde, Kürtlerin, demokratların, İnsan Hakları savunucularının çeşitli mücadeleleri ve Avrupa Birliğinin zorlamasıyla kaydedilen sınırlı ve nispi gelişme ve iyileştirmelere rağmen, Türkiye devleti ve saz arkadaşları konumundaki Türk medyası, Kürt meselesi konusunda vahim bir sabıka dosyasına sahip.
Yakın geçmişte Genç Parti ya da İşçi Partisi gibi aşırı-sağcı, milliyetçi-militarist akımlar ve siyasi-askeri kompleksin bir kesimi, Amerikan saldırısına kendi siyasi-ideolojik doğrultularında karşı koymaya çalışırken temel gerekçe hatta leitmotif olarak Kuzey Irakta olası bir bağımsız Kürt devletinin ya da Kürt özerk bölgesinin kurulmasını tekrarladılar.
Kerkük-Musula girme hayalleri de hep bu gerekçe üzerine oturtuluyor bu çevrelerde. Kerkük-Musul petrolleri Kürtlerin eline geçerse, Kürt devletinin güçlü bir ekonomik-mali altyapısı oluşur endişesi var bu kesimlerde. Bu nedenle çözüm, Kuzey Iraka girelim, bu bölgede zaten tarihi haklarımız var, petrol gelirini biz alalım şeklinde açık ya da kapalı bir şekilde telaffuz edildi. Çünkü ABD, bu bölgenin zenginliğini Ankaraya altın tepside sunmaya hazır!
Klostrofobik ve paranoyak renkler taşıyan bu yaklaşım, ABDnin gerek Kuzey Irakta gerekse Güneydoğu Anadoluda Kürtleri desteklediğini, hatta Batının bu bölgede haritası zaten yıllardır dağıtılan Kürdistan devletini kurmak için çalıştığını iddia ediyor. Medyatik Gerçek! Bölgede yaşayan Kürtlerin büyük bir çoğunluğu ise, bağımsız devlet değil federal bir yapı ya da özgür yurttaşlık talep ediyor. Ankaranın bu koşullarda, olası bir kukla devletin ne derece başarılı olabileceğini bizatihi kendi deneylerinden bilmesi gerekir.
Global savaş perspektifinden yoksun bir strateji, Ankarada kendisini Kürt kelepçesiyle kısıtlamış durumda. Kürt tabusu, Kürt meselesine özgürlükçü yaklaşımdan yoksun bir strateji, Ankarayı en yakın müttefiki olan ABDden bile uzaklaştırıyor. Kürt düşmanlığı, sadece kendi vatandaşlarının temel insan haklarını uygulamaya koymayı engellediği yetmiyormuş gibi, İran, Irak ve Suriyedeki Kürt topluluklarını da kendine düşman ediyor.
Sosyolojik ve demografik bir gözlem
Oysa ki Ortadoğuda Arap ve Farslardan sonra, ulus-devletleri bulunmamasına rağmen, en büyük nufus olan Kürtlerin siyasi coğrafya ve demografi açısından çelişkili bir konumu var:
Kürtler, Türkiye, İran, Irak ve Suriyede yaşıyor. Bu ülkeler arasında, Türkiye, siyasi, ekonomik, kültürel ve hatta demokrasi açısından, her şeye rağmen ve tabi ki nispi olarak, en gelişmiş olanı. Türkiyenin Batı dünyası ile olan geleneksel ilişkileri de İran, Irak ve Suriyeninkiyle kıyaslanmayacak kadar gelişmiş durumda. Üstelik, Ortadoğuda en kalabalık Kürt nufusu Türkiyede yaşıyor.
Türkiyenin bir başka özelliği daha var: İran, Irak ve Suriyede Kürt nüfusunun büyük bir çoğunluğu, esas olarak söz konusu üç ülkenin kuzey kuşağındaki bölgelerde yaşıyor. İran, Irak ve Suriye Kürdistanı adı verilen bölgelerde. Yani Kürtlerin, Doğu, Güney ve Küçük Güney dedikleri bölgelerde. Üç ülkedeki Kürt nüfus, vatandaşı oldukları üç devletin asli unsurları olan Fars ve Arap nüfusuyla pek kaynaşmamış, pek birleşmemiş. Karma evlilikler az, Tahran, Bağdat ve Şamda yerleşik Kürt nüfus nispeten az.
Oysa Türkiyedeki Kürt nüfusunun artık çoğunluğu Doğu ve Güneydoğu Anadolunun dışında yaşıyor. Özellikle 1925den bu yana süren isyanlar nedeniyle olsun, bölgesel dengesizlikler olsun, çeşitli siyasal ve ekonomik nedenlerle, Türkiye Kürtlerinin büyük bir kısmı Metropol tabir ettikleri ya da Batı dedikleri bölgelerde yaşıyor. Avrupaya göç etmek zorunda kalanlar ayrı bir sorun. Türkiyedeki Kürtlerde, Türklerle karma evlilik oranı, diğer üç ülkedeki Kürtlere oranla çok yüksek.
1984-98 dönemindeki kesintideki azalmalara rağmen. Dünyanın en kalabalık Kürt nüfusunu barındıran kentin adı ne Erbildir, ne Mehabadtır ne de Kamışlı. Bugün yaklaşık 3 milyon Kürt, İstanbulda yaşıyor. Bu durum, Ankaranın bölünme fobisini boşa çıkarabilecek olgunlukta. Ama tek başına yeterli değil.
Barış içinde bir arada yaşamak, yurttaşlık temelinde özgür yaşayabilmek için son derece olumlu sosyolojik bu altyapıya rağmen, Türkiyedeki Kürtlerin temel haklarının örneğin Kuzey Iraktakinden daha ileri olduğunu kimse öne süremiyor. 3 Ağustos reformlarına rağmen, Kürt dili ve kültürü, Kürtlerin siyasal hakları, bölgenin siyasi-ekonomik-demokratik olarak en gelişmiş ülkesi olan Türkiyede henüz ve hala diğer üç ülkeye oranla daha iyi bir durumda değil.
Hem kendi Kürdünü hem başkasının Kürdünü...
Ankara, işte bu gerçeğe rağmen, kendi yurttaşlarının temel haklarını, siyasal, ekonomik taleplerini yerine getirmeye yönelik siyasetler uygulayacağına, Kuzey Irakta yeni ve cazip bir seçenek doğmasını engellemeye çalışıyor. Oysa ki, Osmanlı dönemi dahil, Molla Mustafa Barzani dönemi hariç, Ortadoğudaki tüm Kürtlerin gözü esas olarak Anadolu ya da Türkiye Kürtlerine çevrilmişti.
Türk medyası, bu tür gerçekleri güncel haber, röportaj, söyleşi, dizilerle açıp yayacağına, Kürdofobik bir yaklaşımla, Kürtlerin hatta Barzanilerin Yahudi olduğunu yazıyor, Barzani ve Talabaninin barış isteklerini Türkiyeyi tehdit olarak sunuyor.
Türk medyası, kısa vadede Kuzey Irakta, orta vadede Türkiye dahil tüm bölge ülkelerinde Türkiye-ABD-Kürtler üçgeninde gelişebilecek çatışmaları öngörüp, anlaşmazlığı en aza indirebilecek yayın politikaları izlemeli. Bunun yolu da Kürt tabusunu yıkıp, barışçı ve özgürlükçü bir yaklaşımı benimseyip, Kürt kimliğine saygı duyan yayın politikaları geliştirmekten geçer.
Apoletli Medyanın Kürt meselesinde bugüne kadar izlediği Medyatik Gerçekçi yaklaşımın sonuçları vahim meyveler verdi: Üç-beş çapulcudan global bir soruna çıktı Kürt meselesi.
Hakiki Gerçekçi yöntem aslında Medyatik Gerçekçi metottan çok daha kolay: Washingtona, Ankaraya, Barzani-Talabaniye, PKK/KADEKe ve bölgedeki diğer tüm iktidar odaklarına eşit uzaklıkta durabilecek misiniz? Hiç birinin sözcüsü olmayacaksınız! Kürtlerin, bölgede yaşayan tüm insanların, tüm toplulukların temel hak ve özgürlüklerini savunacaksınız. Güçlünün değil güçsüzün safında olacaksın. Eline, kalemi, mikrofonu, kamerayı aldığında önyargın olmayacak, bilgiyi, olguyu eğip bükmeyeceksin, hiç bir şeyi gizlemeyeceksin, ve en önemlisi bağımsız ve özgürlükçü olacaksın. Kısacası sadece gazetecilik yapacaksın.(RD/EK)