"Cumartesi anneleri, barış anneleri, tutuklu anneleri vs. Önce can havliyle hareket eden kadınlar sonra bir araya geldiklerinde örgütleniyor ve politik olarak bilinçleniyorlar annelik hareketinde. Doğrudan müdahalede bulunamasalar da iktidarı zorluyorlar."
"Annelik ve Aktivizm: Türkiye'de Anne Hareketlerine Genel Bir Bakış" başlıklı sunumunda dinlediğim Boğaziçi Üniversitesi, Atatürk Enstitüsü'nden doktora öğrencisi Gözde Orhan böyle söylüyor:
Orhan, yüksek lisans tezinde çocukları bir şekilde devlet şiddetine maruz kalmış veya dağa çıkmış, F Tipinde ölüm oruçlarına katılmış ya da faşist saldırılara uğramış çocukların annelerinin hikayesini konu etmiş.
"Bu kadınların yola çıkması bir annelik güdüsüyle başladı ve politik bir bilince mi evrildi? Böyle bir tanımlama yapmak sosyal bilimler, feminist bir bakış, anneliğin yorumlanması açısından nerede durur? Hem bir taraftan feminist literatürden anneliğe bakmak hem de mobilize bir direnci anlamlandırmak için 'anneler' örneğini ele aldım."
Orhan, Türkiye'deki annelik hareketini dört dönemde ele almış:
İlki 1975-80 tarihleri arasında yapılan İlerici Kadınlar Derneği'nin (İKD) başlattığı "Evlat Acılarına son" mitingleri dönemi.
İkincisi 12 Eylül sonrasında cezaevi, kışlalar, hastaneler, morgların önünde bekleşirken bir araya gelen annelerin dönemi ki bu hareket daha sonra İnsan Hakları Derneği'nin (İHD) kuruluşuna da zemin oluşturuyor.
Ardından 1995-1999 tarihleri arasında, özellikle Kürt hareketinin yükselmesiyle kayıp kayınlarının, faili meçhullerin yakınlarının bir araya gelerek oluşturduğu Cumartesi anneleri dönemi var. Ergenekon davası yeniden harekete geçen anneler başından beri "Çocuklarımız kaybolmadı, kaybedildi" diyerek kayıplarını, faillerininse yargılanmasını talep ediyor.
Ve son olarak daha çok gerilla annelerinin demokratik çözümde buluşmak söylemiyle bir araya gelen Barış Anneleri hareketi dönemi.
Orhan, annelik ve onların direnişi anlamak adına üç temel teorik ayak üzerinden çalışmasını sürdürdüğünü anlatıyor: kamusal alan, direniş, annelik.
Kamusal alan: Kadınlar ilk kez annelik ve kadınlık kimliğiyle kamusal alana çıkıyorlar. Alışık olmadıkları bir alan. Birçoğu kırsaldan göçmüş, kısmen başörtülü ve kamusal alandan anladıkları pazara, komşuya gitmek olan kadınların bir anda politik alanın göbeğine çıkmaları kamusal alan tartışmasını önemli hale getiriyor.
Orhan, Habermas'ın "herkesin toplumsal statüsünü bir palto gibi çıkarıp ortak çıkarda buluştukları alan" tanımlamasına en çok feministlerin kadınlık hallerinden dolayı ortak çıkarın mümkün olmadığı gerekçesiyle karşı çıktığını ve onun yerine kendi çıkarları için bir araya gelenlerin oluşturduğu pek çok kamusal alanın aynı anda yarıştığı bir düzeni önerdiğini aktarıyor.
"Annelik hareketi açısından bu önemli. Cumartesi anneleri İstiklal Caddesinde bu alternatif alanı yarattılar."
Direniş: Aktif direnişin yanında James Scott'ın pasif direniş biçimleri olarak tanımladığı yani gündelik hayatta doğrudan olmayıp onun küçük kaçış noktalarını yakalayıp iktidarı bir şekilde zorlamalarını önemsiyorum.
Orhan, annelik direnişlerinin muhalefet alanında küçük ama önemli bir yer kapladığı görüşünde.
"İktidar her zaman daha uzun stratejilerle insanların karşısına çıktığı için insanların iktidara karşı müdahale etme şansları yüksek olmuyor. Genelde küçük müdahalelerde yani taktiklerde bulunuyorlar. Annelerin yaptığı iktidarı zorlama olarak yorumlayabiliriz. Darbe sonrası cezaevine konulan çocukların annelerine onlarla görüş izni verilmese de kadınlar her hafta o cezaevinin önünde bekliyorlardı. Müdahale edemeseler de zorluyorlardı. Yani annelik hareketinde her zaman doğrudan göremiyoruz."
Daha önce kadınların nasıl direndiğine üzerine 1980'lerde ortaya atılan görüşlerden birini Orhan şöyle anlatıyor:
"Kadınlar iki şekilde hareket ediyorlar. Biri 'eşit işe eşit ücret' gibi feminist taleplerle diğeriyse daha pratik bir şekilde "krize, kıtlığa, açlığa karşı çocuğuma yemek" gibi taleplerle annelik üzerinden. Bu ortaya atılan feminist tespit sonradan diğer feministlerce 'Bunlar iç içe geçmiştir' diye eleştirilse de ben de temelde bu tespiti önemli buluyorum. Yani kadınlar önce can havliyle yola çıksalar da sonradan politik bir bilince evrilebiliyor. Konuştuğum kadınlar önce kadınlık rollerini sorgulamazken sonra sorgular oluyorlar."
Annelik Kurumu: Motherhood ve mothering olarak ikiye ayırıyor antropologlar. Annelik kurumu ve annelik edimini ayırıyorlar. Yani annelik edimini bir tür bakıcılık hizmeti olarak görüp annelik kurumunu kadınla özdeşleştiriyorlar. Anneler çocuk yapmak zorunda çocuklar da anneye muhtaçtır algısı fedakar anne mitiyle de besleniyor.Milli Mücadele döneminde de sırtında mermi taşıyan mitler bizlerinde tarihten aşina olduğumuz mitler. (EZÖ)
Orhan 1970'lerde feminizim eşitlik mücadelesi üzerinden yürüdüğünü ve bu yüzden anneliğin eşitliğin önüne geçebilecek bir engel olarak düşünüldüğünü, anneliğin aslında kadının tarihsel olarak ikinciliğinin bir nedeni olarak görüldüğünü, ancak '70'lerin ortasında daha özcü bir yaklaşımla kadının doğurganlık özelliğine tansrısal bir misyon yükleyen bakış açılarının geçerli olduğunu söylüyor.
"Kadının hayatı koruyan kollayan, kendini bir başkasının yerine koyabilen dolayısıyla şimdiye kadar yapılan savaşların şiddetin bir nedeninin de kadının ikidarda yer alamamasında olarak görüyorlar. Ama böyle bakınca 'demek ki tarihte kadınların hiç etkileri olmamış, tarihe müdahalede bulunamamışlar'a geliyor ki farklılıkları ön plana çıkarmakla her zaman kadınları iyi bir yerde konumlandıramıyorsunuz. Annelik kurumu hem bir güç çünkü her zaman çocuğunuza ilk elden müdahale edebiliyorsunuz hem de annelik kurumu güçsüzlük çünkü erkeğin belirlediği alanda çocuğunuzu şekillendiriyorsunuz.
"Annelik hareketleri boyunca kadınlara 'doğaları gereği' barış çağrıları yaptırma hali erkeklerce çok kullanıldı. Erkeğe kültürel kadına biyolojik yaklaşımdan kaynaklanıyor. İkilikler yaratırken kadını bedene, pasif olana, doğaya konumlandırmak zorunda kalmaktan. Hem kadının el üstünde tutulduğuna hem de onun ikilcilliğine temas eden bir manzara ortaya çıkıyor. Anne hareketlerini incelerken ne biyolojik ne de eşitlik söylemlerine temas etmek gerekiyor. Annelik hareketlerinde toplumsal cinsiyet odaklı bakmak gerekir." (EZÖ)
* Türkiye'deki annelik hareketleri deneyimleri ile devam edecek.