"canımdan can yolundu yiğidim sırda benim
dalı dikenler bürüdü filizim darda benim"
Nihat Behram
Siz hiçbir yakınınızı kaybettiniz mi? Yok hayır, bir trafik kazasında, bir hastalık sonucunda bu memlekette adet olduğu üzere darbecilerin idamıyla yahut faili belirsiz ya da faili belli bir saldırıda yaşamını yitirmekten bahsetmiyorum.
Hepsi elbette kor düşürür yüreklere, doğrudur; ateşe değen bilir. Ama ölüm bile çeşit çeşittir bu ülkede.
Benim sözünü ettiğim kaybetmek, "kişinin bir şekilde hayatının sona erip, yitip gitmesi" değil. Benim sözünü bahsettiğim "kaybetmek " bir devlet politikası. Toplumu ve muhalifleri, devrimci ve demokratları sindirme operasyonu.
İnsanların devlet eliyle toplu olarak kaybedilmelerinin ilk örneği 1941'de Nazi Generali Wilhelm Keitel'in emriyle başlatılmış. Operasyonun adı, "Gece ve Sis".
Yıldırım Türker "Onu Unutma- Gözaltında Kayıp" adlı kitabında şöyle diyor: "Gece ve Sis, faşizmin şiirinde, geceleyin kayıp et ve belirsizliğin sisiyle sarmala anlamına geliyordu." Doğru, "Gece ve Sis " kulağa ne kadar da şiirsel geliyor.
İsmail de şiir yazardı. Onun şiirleri ise başka türlüydü. Türker, aynı kitabında onu "Ölüme nişanlı kardeş" olarak tanıtmıştı. Evet, İsmail inandığı dava uğruna ölümü göze almış, devrim için ölebileceğini ilan ediyordu bir şiirinde.
"...Ölürsek eğer
aşkı, kardeşliği, doğruluğu ararken
ölürsek eğer...
Sanmayın gerçekten öldüğümüzü
aslında...
...ölümün sonsuzluğunu yok eder
Yaşamın sürekliliğini kazanırız
ve ölürken..
... umutlu ve gururlu ölürüz
bir tanrı gibi;
ölümü yok etmenin
sevinciyle ölürüz."
Çoğunuz bu şiiri çocukça, fazla romantik bulup gülümsediniz. Elbette onun gibi düşünmeyebilirsiniz, onun seçtiği yöntemi eleştirebilirsiniz. Ama insanların birbirine günahlarını bile karşılıksız vermediği bir dünyada "aşk, kardeşlik ve doğruluk" ararken hayatını ortaya koymak saygı duyulası bir şey olmalı. İsmail'i ölümüne bir inanca sahip olduğu için kim suçlayabilir ki?
Ölüm dedik ama her ölünün bir cesedi, bir mezarı olurdu değil mi, sevdiklerinin katılacağı bir cenaze töreni... İsmail "gözaltında kaybedilince" bir "ölü" bile olamadı aslında. Dolayısıyla bir mezarı ve bir cenaze töreni de... Sahi, bir insan "kayıp olduktan" kaç yıl sonra düşer nüfus kütüğünden?
Ne çok ölümüz var bizim, ne çok yanıt bekleyen sorumuz
Nüfus kütüğünden düşürüldü mü bilinmez ama biz bu yazıya not düşelim. 24 Aralık 1994'te henüz 26 yaşında gözaltında kaybedilen İsmail kimdir? Onu anlatalım biraz size.
İsmail 1980 darbesinden yıllar sonra İstanbul'da kurulan ilk öğrenci derneği olan Marmara Üniversitesi Basın Yayın Yüksek Okulu Öğrenci Derneği'nin (MÜBYÖD) başkanlığını yapmıştı. İnatçıydı, gururluydu, mağrurdu.
Bir o kadar da sevgi doluydu, espriliydi İsmail. Eli kalem de tutardı; şiir yazardı, karikatür çizerdi. Ben bilmem ama başka arkadaşları en sevdiği türkünün "Mahsus Mahal " olduğunu söylerdi. Sizin gibi, benim gibi, hepimiz gibi biriydi işte.
İsmail daha önce de defalarca gözaltına alınmış, cezaevine girmişti. Ve bu devrimci duruşu nedeniyle de gözaltında kaybedildi. Emniyet gözaltına alındığını hiç kabul etmedi. Zaten böylesi olaylarda suçun kabul edildiğini görmedik hiç.
Gazeteci Metin Göktepe haber izlerken gözaltına alınıp işkenceyle öldürüldüğünde devletin ilk açıklaması ne olmuştu? Askeri mahkemece yargılanıp 10 Haziran 1981'de Gaziantep E Tipi Cezaevinde idam edilen Veysel Güney'in ailesine verilmeyen cenazesi yıllardır neden kayıp? Daha üç yıl önce öldürülen Hrant Dink için devletin Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne (AİHM) verdiği savunmada neler yazıyordu? Ah ne çok ölümüz var bizim. Ne çok yanıt bekleyen sorumuz...
İsmail'in hikayesi de bunlara benziyor. "Görmedik, duymadık, bilmiyoruz!" Ancak, apolitik bir mahalle arkadaşının işyerinin basılıp ona İsmail'in sorulması, gözaltına alınan kişilere "sizi de onun gibi kaybederiz" denmesi iddiaları güçlendiriyordu. O dönem yalnızca İsmail değil, pek çok başka insanın gözaltında kaybedildiğini biliyoruz.
1990'lı yıllar gözaltında kayıpların, faili meçhul cinayetlerin neredeyse her gün yaşandığı ve büyük medyada hemen hiç yer almadığı yıllardı. Ali ve Ayhan Efeoğlu kardeşler, Soner Gül, Düzgün Tekin, Ayşenur Şimşek ve daha nice genç bu yıllarda gözaltında kaybedildi.
Kimi örgütlü mücadele ediyordu, kimi okuldaki öğrenci derneklerinde çalışıyordu, kimi sendikalı işçiydi. Ne yaptıklarının da çok önemi yoktu aslında.
Zaten amacımız da onların siyasal tercihlerinin ne kadar doğru, izledikleri yolların ne kadar haklı olduğunu anlatmak değil. "Yaşam hakkı elinden alınmış insanların" nasıl bir politik görüşte olduğunun önemi yok zaten. Önemli olan İsmail ve onun gibi yüzlerce insanın yargısız, mahkemesiz, savunmasız cezalarının kesilmesi. Hayatlarının karanlık bir kuytuda kaybedilmesi.
Günler geçti, aylar geçti, yıllar geçti. Hiçbiri bulunamadı.
Ve anneler... İsmail'in annesinin yüreğindeki ateş de hiç sönmedi. Diğer analar gibi, Galatasaray Lisesi'nin önünde geçirdi yıllarca Cumartesi günlerini. Meclisin kapısına dayandı gün geldi. Zamanın İnsan Haklarından Sorumlu Bakanı yüzüne karşı "Ne bileyim ben senin oğlunun nerede olduğunu. İşkence edip atmışlardır bir kuyuya" diye yanıt verdi. İnsan evladının mezar taşına sarılmak ister mi? O şimdi bunu istiyor.Tüm kayıp anaları gibi onun da her gün "can yolunuyor canından".
İsmail Bahçeci'yi unutmadık, unutturmayacağız
Biz, İsmail Bahçeci'nin arkadaşlarıyız. Gözaltında kaybedilmiş bir insanın arkadaşlarıyız. Arkadaşımıza ne olduğunu bilmek istiyoruz.
Bugünlerde emekli paşalar "faili meçhuller bir devlet politikasıydı" diyor. Eski istihbarat daire başkanları "O dönem işkence bir yöntemdi" diye itirafta bulunuyor. Hükümet "demokratik açılımdan " söz ediyor, hatta eski defterlerin açıldığını 1980 darbesiyle hesaplaşıldığını iddia ediyor.
Biz de sorumluların ortaya çıkartılıp yargılanmalarını istiyoruz. O nedenle bu yıl İsmail'in eski okul arkadaşları olarak bir araya geldik. Cumartesi günü de İsmail'in kardeşi ve diğer kayıp aileleri ile buluşacağız. Biz gerçeği istiyoruz, biz adalet istiyoruz. Aşağıda arkadaşları olarak kaleme aldığımız yazıda söylediğimiz gibi... İsmail Bahçeci'yi unutmadık, unutturmayacağız!
İnsan ne zaman kaybolur?
İnsan ne zaman kaybolur?
Bir gün varken, bir gün yok oluverince mi ?
Bir sabah evden çıkıp akşam dönmeyince mi?
Kimselere ses vermeyince mi?
Kimselerden ses almayınca mı?
Ne zaman kaybolur insan?
Su içmeyince, yemek yemeyince mi?
Öldüğüne inanılınca mı?
Toprak altında vücudu çürüyünce mi?
Varlığı da yokluğu da ispatlanamayınca mı?
Ne zaman kaybolur insan?
Devlet "yok" dediğinde mi?
Ne zaman nefesi kesilir?
Ne zaman kalbi atmaz olur?
Aranmaktan vazgeçildiğinde mi?
Bulmaktan umut kesilince mi?
Kaç gün sonra?
Kaç ay, kaç yıl sonra?
Annesi "Bari ölüsünü verin" diye bağırdığında mı?
Sarılacak bir mezar taşı istediğinde mi?
İnsan ne zaman kaybolur?
Tam 16 yıl oldu.
Arkadaşımız İsmail Bahçeci kayıp.
Tarih 24 Aralık 1994'dü. O daha 26 yaşındaydı.
İsmail politik bir kişilikti. O bir devrimciydi.
Daha önce de defalarca olduğu gibi gözaltına alındı. "Burada yok" dediler.
Gözaltına aldıkları insanları "Sizi İsmail Bahçeci gibi kaybederiz" diye tehdit ettiler.
İsmail'e ne oldu?
Dönemin ve bugünün devlet yetkilileri onun akıbetini açıklamak zorunda.
Arkadaşımızı unutmadık, unutturmayacağız!
"Evrensel İnsan Hakları Beyannamesi 3. Madde
Yaşamak, özgürlük ve kişi güvenliği herkesin hakkıdır."
İSMAİL BAHÇECİ'NİN MÜBYÖD'den arkadaşları
Süleyman Kalyon, Esin Gedik, Candan Çömlekçi, Ebru Ertonguç Yücel, Dursun Ege Göçmen, Battal Salih Eribol, Cafer Kurt, Candan Yıldız ,Hülya Kaçar Aydın ,Yaşar Aydın, Binnaz Demirbaş, İbrahim Taş, Serdar Eren, Olcay Nacar , Bülent Özdoğan, Belgin Bektaş, Tuba Topal (DEG/BB)