Anaların, vefasızlık gösteren çocuklarına karşı kullandıkları yaygın bir deyim vardır: “Sana ne emekler verdim!..”
Hani haksız da sayılmazlar. Acı çekerek doğurdukları, emek ve fedakârlıkla besleyip büyüttükleri çocuklarından bir parça vefa beklemek onların hakkı.
İnsan Ana, hiç olmazsa kendini ifade ederek hüznünü ve tepkisini dışarı atabiliyor ve bunun sonucunda bir parça da olsa rahatlayabiliyor.
Ya, Doğa Ana?...
Milyar yıllarla ölçülen yaşına rağmen doğurganlığını sürdüren, durup dinlenmeden çalışan Doğa Ana, birçok hususta İnsan Ana ile benzeştir aslında.
Sadece ayrıldıkları bir nokta vardır: İnsan Ana menopoza girerken Doğa Ana girmez.
Doğa Ana’nın emeği ölçülemez. En mükemmel canlıyı yaratana ve büyütene kadar neler yapmadı ki. Sadece dünya için 4,5 milyar yıl çalıştı, didindi. Dinlenmek nedir bilmedi; yemedi, içmedi, uyumadı.
Mükemmel çocuğunu yaratmaya yeminli gibiydi; bunun için sayısız defa deneyler yaptı. Yaptı bozdu, yaptı bozdu, yaptı bozdu.
Elindeki oyun hamuruyla sayısız defa şekiller yaptı, istediği mükemmelliği elde edemeyince yine bozdu, ta insan isimli mükemmel çocuğunu yaratıncaya kadar.
Bu çocuğu yaratırken, onu yaşatabilecek koşulları sağlamayı da ihmal etmedi. Yedirdi, içirdi, giydirdi, kuytuluklarına alarak onu soğuktan ve sıcaktan korudu.
Ona, kaba çocuklarından nasıl korunacağını da öğretti. İnsanı yaratmaya yeminli olan Doğa Ana, onu yaşatmaya da yeminli gibiydi. Zira birçok çocuğunu gözden çıkarmasına rağmen insanı korudu. Onu, diğer tüm çocuklarından daha fazla sevdi.
Bunun nişanesi olarak, kilitli sandıkta koruduğu en büyük sırrını insana verdi. Diğer bütün çocuklarından esirgediği bu sırrını insana vererek yorulduğunu, artık tacı bu çocuğuna bırakarak köşesine çekilip dinlenmek istediğini mi ifade etmek istemişti bilinmez ama çocuğun, anasını kenara çekilmeye zorladığını görmemek mümkün değildi.
Yaratıcılık.
Çocuğuna yaratıcılığın sırrını vermişti Ana. Doğa Ana eşsiz bir yaratıcılığa sahipti. Cansız varlıklardan tek hücreli canlılara, oradan insana kadar uzayan varlıklar silsilesinin – ki her birinin biçimi, rengi, kokusu, sesi, vs. birbirinden farklıdır – muazzam bir hayal gücü ve yaratıcılığın eseri olduğu izaha yer bırakmayacak kadar açıktır.
Nitekim çocuk da yaratmaya başladı. Obsidyenden yapılma ilkel bıçaklardan tutalım uzay boşluğunda yol alan araçlara, derme çatma barakalardan tutalım gökdelenlere kadar çok şey yarattı.
Ve büyük bir hızla yaratmaya devam ediyor; soluksuz ve sabırsızca. Ana, yavaş ve sabırlıydı ama çocuk, hızlı ve sabırsızdı. Çünkü Ana’nın rakipleri yoktu ama Çocuk’un rakipleri vardı.
Çocuk, sonunda Ana’yı da kendine rakip görmeye başladı. Özellikle Sanayi Devrimiyle birlikte ona mevziler kaybettirdi ve kaybettirmeye devam ediyor. Mükemmel Çocuk, Ana’sının mevzilerini bir bir elinden alıyor. Mevzilerini günden güne kaybeden Ana’nın diğer çocukları bir bir ölüyor.
Ama çocuk için de yolunda gitmeyen bir şeyler var. Kazandıkça kaybediyor. Ana’sı gibi iyi idare edemiyor çocuk. Bu, onu saldırganlaştırıyor. En çok da Ana’sına, yani yaratıcısına karşı. Bir İnsan Çocuk’un, onu doğuran, yedirip içiren ve büyüten İnsan Ana’sına karşı gösterdiği vefasızlık örneğindeki gibi.
Doğa Ana sabrediyor, dayanmaya çalışıyor. Zaten oldum olası sabırlıdır. Ama sabrı hiç mi hiç sınanmaya gelmez. Sabrı taştığı takdirde gözünü kırpmadan çocuklarını bile yer. Bu, insan ismindeki mükemmel çocuğu bile olsa.
Ana, belki de sırrını insan isimli çocuğuna açtığına pişman olmuştur. Zira kendisinin 4,5 milyar yıl idare ettiği Dünyayı, Çocuğu dört beş yüzyılda yaşanmaz hale getirmek üzere.
Ama o da ne?
Bir torun! Doğa Ana, torun sahibi oluyor. Zira Çocuk, kendi çocuğunu yaratıyor. Biyolojik değil, teknolojik çocuk.
Sanal zekâyla donatılmış, birçok beceriye sahip, metalden yapılma insan biçimli torun günden güne gelişip serpilmekte. Zekâ, beceri ve kapasitesi durmaksızın ilerlemekte.
Belki de Ana, öfkesini Çocuk’a kusmadan önce Torun onun bu arzusunu yerine getirecek. Zira şimdiden Torun’un kontrolden çıkarak Çocuk’a egemen olabileceği senaryoları dolaşımda. (AB/APK)