Bazı sesler vardır ki, doğduğu coğrafyanın izlerini taşır. Dağların hırçın rüzgârını, denizin coşkulu dalgalarını, sislerin arasında kaybolan eski masalları fısıldar. Ayşenur Kolivar’ın sesi işte tam da böyle bir ses.
Ben onu, bilmediğim Hemşincenin izini sürerken tanıdım. Ama sadece Hemşince değil, Karadeniz’in ve Anadolu’nun kaybolmaya yüz tutmuş pek çok diliyle de onun sayesinde tanıştım. Lazcanın, Ermenicenin, Rumcanın unutulmaya yüz tutmuş kelimeleri, onun sesiyle ulaştı bana.
Mega kentin sokaklarında haber peşinde koştururken, üniversite sıralarında ders dinlerken, hiç farkında olmadan bana bu toprakların sesini taşıyanlardan biriydi…
Şarkılarını dinlerken onu hiçbir zaman sıradan bir müzisyen olarak değil halkların dillerini, kadınların hafızasını birbirine taşıyan bir yolcu olarak hissettim.
Onu bir kez dinleyen biri anlar ki, o sadece şarkı söylemez, tarih anlatır. Hemşincenin yankılandığı taş duvarlı eski evlerin, Laz kadınlarının hüzünlü şarkılar söylediği kayıkların, rüzgârın getirdiği ağıtların diliyle konuşur. Bence onun müziği sadece bir melodi değil, kaybolan bir dünyanın hatırasıdır.
Köklerine dönüşün şarkısı
Ayşenur Kolivar, Karadeniz’in Hemşinli bir ailesinde dünyaya geldi. Çocukluğu, Şenoz'un yeşil vadilerinde, ninelerinin anlattığı masalları dinleyerek geçti. O zamanlar farkında değildi belki ama, o masallar ve ninniler müziğinin temelini oluşturacaktı. Doğa, onun için sadece bir manzara değil, ruhunun bir parçasıydı.
Onun müzik yolculuğu folklor çalışmalarıyla başladı. Boğaziçi Üniversitesi Folklor Kulübü ve Kardeş Türküler, onun için bir okul oldu. Karadeniz halklarının dillerini, şarkılarını, ritimlerini araştırdı. Laz kadınlarıyla, Hemşinli yaşlılarla buluştu, yıllardır kimsenin söylemediği türküleri derledi, onları yeniden canlandırdı. Her şarkısı, yok olmakta olan bir kültüre nefes oldu.
Ama o sadece sahnede değil, akademide de mücadelesini sürdürüyor. İTÜ Müzikoloji ve Müzik Teorisi Bölümü’ndeki çalışmalarının ardından bugün başka bir üniversitede yol alıyor.
Onun için müzik, sadece notalar ve sözlerden ibaret değil, bir halkın tarihi, acıları, sevinçleri ve kimliğiyle iç içe bir hafıza. Eşsiz bir hafıza.
Yıllarca Grup Helesa’nın solisti olarak Doğu Karadeniz müziğini icra etti. Dalepe Nena (Kızkardeşlerin Sesi) projesinde Laz kadınlarının sesini duyurmak için çalıştı. Onun için şarkı söylemek sadece bir performans değil, bir direniş, bir hafızayı koruma çabası.
Kaybolan dillerin hüznü ve umudu
Ayşenur Kolivar için Hemşince sadece bir dil değil, bir dünya aslına bakarsan.
UNESCO’nun yok olmakta olan diller listesine aldığı Hemşinceyi müziğiyle yaşatmaya çalışıyor. “Belki şarkılarım bu dili kurtaramaz, ama en azından kaybolmadan önce son kez yankılanmasını sağlayabilirim” diyor.
Onun söylediği her şarkı aslında bir köprü. Bir dilin yok oluşuna tanıklık eden biri olarak, müziğin sesiyle kaybolanları geri getirmeye çalışıyor. Bir aşk şarkısını Hemşince, Lazca ya da Ermenice söylediğinde, yalnızca o şarkıyı söylemiyor, o dillerin önyargılarla boğulmasına karşı bir direniş de sergiliyor.
Ve onun söylediği her şarkı, bizim de içimizde bir şeyleri uyandırıyor.
Bir kötülük yapıldığında…
Ayşenur Kolivar, sadece müziğin değil, toplumun da bir sesi. Hrant Dink’in öldürülmesi, onu derinden sarsan olaylardan biri oldu. O gün hissettiği duyguyu şöyle anlatıyor:
"Bir kötülük yapıldığında insan, 'Umarım bunu benim halkımdan biri yapmamıştır' diye düşünür ya, ben de Hrant Dink’in ölüm haberini aldığımda, umarım Karadeniz’den biri değildir dedim. Ama sonra düşündüm, keşke o topraklarda şarkılar söyleyebilseydik, önyargıları müzikle kırabilseydik..."
İşte onun müziği tam da bu yüzden önemli. Sınırları, dilleri, önyargıları aşan bir ses olduğu için.
Bir eve dönüş hikâyesi
Bazen Ayşenur Kolivar’ı, Kazım Koyuncu’yu, Hikmet Akçiçek’i ve Karadeniz’in onlarca müzisyenini dinlerken düşünüyorum: Neden bu şarkıları dinlemek bana bu kadar iyi geliyor?
Sanırım onların şarkıları, benim için görünmez bir köprü.
Yani, benim gibi kendi köklerinden koparılmış, mensubu olduğu halkın dilini öğrenememiş, kültürüne yabancılaşmış, yabancılaştırılmış herkes için, o şarkılar bir eve dönüş hikâyesi.
Çünkü insan, ancak kendi dilinde, kendi kültüründe, kendi şarkılarında gerçekten var olabilir. Kendi gerçekliğini buluyor, gerçekte yaşıyor.
(EMK)