Doğduğumdan beri Türkçe, 11 yaşımdan beri İngilizce, 17 yaşımdan beri de Fransızca öğreniyorum... Bu ülkede anadilinde sadece düşünme ve konuşma değil aynı zamanda okuma ve yazma ayrıcalığına da sahip o mutlu çoğunluğun bir üyesiyim. Tahmin edeceğiniz üzere "beyaz Türk'üm" ben...
Mutluluğum bununla da bitmiyor. İngilizce eğitim verilen bir Türk üniversitesinin Mütercim-Tercümanlık bölümünde anadilimi ve bahsettiğim diğer dilleri hür bir şekilde kullanarak eğitim gördüm. Baktım ki belli bir yaştan sonra öğrenilen dil çok kolay oturmuyor, Fransa'ya gittim altı aylığına. Fransızcamı ilerletmeye...
Oradayken en çok neyi özledim biliyor musunuz? Türkçe konuşabilmeyi, kendi kendime değil birileriyle... Türkçe sinirlenebilmeyi, kızmayı, sevinmeyi... Yolda yürürken duyduğum sesleri bir uğultu gibi algılamamak için kulak kesilmek zorunda kalmamayı... Elime tutuşturulan evraklara "ya bir şeyi yanlış anlarsam" korkusuyla bakmamayı...
Türkçe yaşamayı özledim kısacası. Diyeceksiniz ki altı ay ne ki... Gerçekten ortalama bir insan ömründe altı ay ne ki... Hiçbir şey... Ama ben özledim işte, "merci"nin yanında "sağol" diyebilmenin ne kadar farklı bir şey olduğunu en basitinden...
Kürtçe'nin bir dil olduğunu unutmuşum
Sonra döndüm ülkeme, dışarıda gezinirken başkalarının konuşmalarını anlamanın verdiği güvenle, Türkçemi yaşamaya başladım yeniden... Derken üniversite Adıyaman'a gezi düzenledi. Üç, dört gece kaldık... Otelde Türkçe konuşan yalnızca bizdik... Personel kendi arasında Kürtçe konuşuyordu, yolda insanlar, Nemrut'a çıkarken çocuklar... Garip geldi.
Ben ki beyaz Türk olma şansına sahip olmanın yanı sıra Türkiye'nin batısında doğup büyüme şansına sahip çocuk... Ben ki kendi şehrindeki "ötekilerin" cahillikten dolayı kötü bir Türkçe ile konuştuğuna uzun süre inandırılan çocuk... Ben ki doğduğu şehirde minibüste kendi aralarında Kürtçe konuşanlara ters ters bakan insanların arasında büyümüş çocuk... Kürtçenin bir dil olduğunu unutmuştum belki de, Kürtçenin de yaşandığını...
Derken Fransızca eğitim verilen bir Türk üniversitesinde yüksek lisans yaptım, zorlana zorlana Fransızca bir tez yazdım. Türkçe yazıyor olsam harikalar yaratmayacaktım ama o kadar zor oldu ki Türkçe düşündüklerimi başka dilde ifade etmek, anlaşılır kılmak...
Kaldı ki ben tercümanlık okumuştum, zorlanmamam gerekirdi. Yakınmadım ama durumumdan, bu benim seçimimdi... Fransızcamı küflendirmemek için Fransızca okumak ve yazmak istedim.
"Anadilim Kürtçe ama..."
Şimdi de yüzde yüz İngilizce eğitime geçmeye hazırlanan bir Türk üniversitesinde İngilizce okutmanlığı yapıyorum. Bir öğrencim var, Kürt. Adı "Ali" olsun. İngilizce dersinde ne ben Ali'yi anlıyorum rahat rahat, ne Ali beni...
Ali'nin Kürt aksanı o kadar ağır ki Türkçe bir şey sorduğunda arada bazı sesler yakalıyorum o kadar, Ali tekrar ediyor hep söylediklerini. Benim İngilizcem de o henüz başlangıç düzeyinde olduğu için ona ağır geliyor zannediyordum... Oysa ki Ali'nin durumu biraz daha farklı...
Dedi ki bana "Hocam, benim için çok zor oluyor. Önce söylediklerinizi kafamdan Türkçeye çeviriyorum, sonra Kürtçeye... Yavaş konuşun Hocam." "Ali" dedim, "Niye araya Türkçeyi sokuyorsun, madem anadilin Kürtçe"...Dedi ki Ali "Hocam, Kürtçeyi hiç yazmadım ben, anadilim Kürtçe ama Kürtçem o kadar iyi değil".
Yukarıda da özellikle değindiğim üzere, çeyrek asırlık ömrümün yarısı (böyle deyince daha etkili geliyor) yabancı dillerle, tamamı da anadilimle haşır neşir geçti. Dil öğrenmek hakkında az çok fikrim var sanırdım.
Anadilin yabancı dil öğrenmede çok önemli olduğunu okur dururdum da, anadilin problemli olduğu durum nasıl bir şeydir hiç düşünmemiştim. Ali bana bunu düşündürtüyor epeydir, çare bulamıyorum. Diğer öğrencilerime kıyasla Ali'yle daha çok birebir ilgilenmekten başka çare bulamıyorum. Ali "Hocam kolay değil bir bilseniz" diyor "Vallahi, çok çalışıyorum, olacak İnşallah bir gün Hocam" diyor.
Bu çocuğun sıkıntısını görünce dil açısından ne kadar şanslı olduğumu anladım bir daha. Ben Türkçe konuşabildim, Türkçe yazabildim, okuyabildim. Türkçem ailemle oturduğum evin duvarlarına hapsolmadı. Türkçe benim bir parçam, kimliğim oldu... Benim anadilim üzerine inşa ettiğim benliğim yarım kalmadı, bölünmedi...
Yabancı dili öğrenirken, yabancı dili kendime meslek olarak seçerken belki de o yüzden çok güçlük çekmedim. Üstelik öğrendiğim yabancı dilleri unutmayayım diye bu devletin üniversitelerinde yabancı dilde okuyabildim, yazabildim.
Siz ezberleri korumaya çalışırken birileri parça parça oluyor
Şimdi garip bir suçluluk duygusu var üzerimde. Sırf bu ülkenin batısında Türk anne babadan doğdum diye anadil-okul dili karmaşası yaşamadım ben. Batı dillerinde okuyup yazmak istedim, pek de âlâ oldu... Ama neden Ali anadilinde okuyamadı, yazamadı? Neden bu çocuk okulda yazdığı-okuduğu Türkçe, evde konuştuğu Kürtçe arasında parçalandı... Neden seneye bölüm derslerini İngilizce alabilmek adına (!) arkadaşlarının iki katı bir mücadele veriyor?
Bu sorunun cevabı "Bu devletin resmi dili Türkçedir. Bu anayasanın değiştirilmesi dahi teklif edilemeyen maddesidir" olmasın lütfen. Bir insanın kimliğini ilgilendiren meseleye bu kadar teknik, bu kadar mekanik bir yanıt vermeyin lütfen. Korkmadan söyleyin "Çünkü Ali Kürt." deyin "Çünkü biz, yıllardır Kürt kimliğini inkâr ettik, şimdi dönemeyiz" deyin...
Bunu söyleyemiyorsunuz. Korkuyorsunuz, senelerdir titizlikle kurulan ezberler bozuluyor diye korkuyorsunuz. Fakat unutmayın, siz ezberleri korumaya çalışırken, bir yerlerde birileri parça parça oluyor. Sizin ezberiniz bozulmasın diye, birileri ya anadiline küsüyor, çocukluğuna, rüyalarına, kendisine ya da size...
Ben altı ay anadilimden uzak yaşadım, bana çok zor geldi... Siz bu coğrafyanın Kürtlerinin durumunu düşünebiliyor musunuz? Yaşadıklarının hiç kolay olmadığını? Peki bunun hiç kolay olmadığını bilseniz çalışıp da düzeltmek için uğraşır mıydınız bir şeyleri, aynı Ali'nin yaptığı gibi? (HB/BB)