Türkiye’de siyasi iktidarlar geçmişten bu yana eğitimi, “toplumsal mühendisliğin laboratuvarı” olarak gördüler. Çünkü her iktidarın ilk amacı öğrencileri kendi ideolojik tornasından geçirmek oldu. Böylece eğitim kurumları bir yönüyle sorgulamadan biat edecek nesillerin inşasının merkezi haline getirildi. Tabii ülke olarak acı deneyimler yaşanmasına rağmen evrensel değerleri özümsemiş bilimsel ve demokratik bir eğitim sistemi hiçbir zaman yaratılamadı. Bu nedenle bugün eğitim konusunda uluslararası raporlara göre son sıralarda yer alıyoruz. Bu da bir şeylerin yıllardır ters gittiğini, yanlış veya eksik olduğunu çok net bir şekilde göstermiyor mu?
Öyle ki bugün 2017 – 2018 eğitim ve öğretim yılı beraberinde birçok sorun ve tartışma ile başlıyor. Bir tarafta müfredat değişikliği tartışmaları sürerken diğer tarafta daha birkaç yıl önce getirilen TEOG’un kaldırılması gündeme düştü birden. Tabii AKP İktidarlarında sürekli bakan değişikliğiyle en istikrarsız bakanlık Milli Eğitim Bakanlığı olunca haliyle eğitim sistemi de bir yapboza dönüştü. Eğitimde yapılan bir değişikliğin çıktısı için en az 15 yıla ihtiyaç varken bizde eğitim yamalı bohçaya dönüştürüldü. Oysa hem siyasal hem de toplumsal muhalefetin yer aldığı, sendikaların aktif çalıştığı ve akademinin katkı sunduğu köklü bir reformla sorunlara kökten kalıcı çözümler aranmalıydı.
Bu tablodan dolayı eğitim konusunda artık net bir karar vermemiz gerekiyor.
Nasıl bir eğitim?
Sorgulamayan, eleştirmeyen, biat eden bir neslin yetiştirildiği bir nesil mi?
Evrensel değerleri kendi değerleriyle buluşturup eleştirel düşünebilen ve sorgulayan özgür bireyler mi?
Ülkenin gelişip ilerlemesi ve toplumun yaşam kalitesinin yükselmesi için tabii ki özgürce düşünüp üretebilecek beyinlere ihtiyacımız var. Ama bugünkü tablo ile bunun gerçekleşmesi biraz zor görünüyor. Özellikle muhalif eğitim emekçilerine yönelik sürgünler, saygın akademisyenlere yönelik ihraçlar, sözleşmeli öğretmenlik uygulaması, felsefe ve bilim derslerinin azaltılması ve daha birçok problem, gelecek açısından olumsuz bir tablo ortaya koyuyor. Burada öncelikle nitelikli eğitimin; okul, masa ve sıra sayısı hesabıyla doğrudan bir ilişkisinin olmadığı kabul edilmesi. Çünkü bugün bile eğitime ayrılan bütçenin yüzde 80’nin personel giderlerine ayrıldığı bir yerde eğitim yatırımlarına ayrılan pay ne kadar olabilir ki?
Eğitimden dışlanan diller
Eğitim sisteminin ideal bir noktaya gelmemesinin en önemli nedenlerinden biri de anadilde eğitim hakkının tanınmamasıdır. Çünkü mevcut eğitim sisteminin en temel sorunlarından biri de bugüne ayak uydurabilen zihinsel bir dönüşüm gerçekleştirmemesidir. Buna bağlı olarak bugün Türkiye inanç ve kültür çeşitliliği bakımından zengin olmasına rağmen anayasa, kanun ve mevzuatlar adeta bu coğrafyayı homojen olarak görüyor. Bu da bölgeler arası fırsat eşitsizliğe ve zenginliklerin yok olmasına neden oluyor. Böylece anadiline eğitimde yer verilmeyen çocuklar daha ilkokula başlar başlamaz 1-0 yenik duruma düşüyorlar. Örneğin bir Kürt çocuk ilkokula başladığında anda ilk önce Türkçeyi mi öğrensin yoksa fen ve matematik derslerini mi? Tabii ikisini de birlikte öğrenmek zorunda bırakılıyor.
Bugün anadilde eğitim hakkının tanınmaması ve anadiline ilişkin koruma tedbirlerinin alınmaması nedeniyle Kapadokya Rumcası, Mlahso ve Ubıhça dilleri yok olup gitti. Siirt’te Hertevince ve Van’da Urartuca şu an yok olma aşamasında. UNESCO verileri ise Türkiye’de 15 dilin yok olma tehlikesiyle karşı karşıya olduğunu söylüyor.
Bu coğrafyada insanoğlunun binlerce yıllık üretimi olan bu dillerin yok olması karşısında herkesin ürpermesi gerekmiyor mu?
Bu toprakların kültürel ve tarihsel mirası olan Kürtçenin, Lazcanın, Çerkezcenin, Süryanicenin ve diğer dillerin yok olmasından kim ne çıkar sağlayacak? Ulusların hafızası olan diller, insanlığın ortak mirası olduğu için kaybeden yine insanlıktır. Diller konusunda bunu böyle anlamak gerekiyor.
Türkiye’de yıllarca anlaşılmaz bir şekilde garip garip dil politikaları uygulandı. Farklı diller öcüleştirildi adeta. Eğitimden ve kamudan dışlandı diller. Peki eğitimin kalitesi yükseldi mi? Tabi ki hayır. Bilakis anadilin eğitimi dili olarak verilmemesi, çocukların zihinsel ve duygusal gelişimini adeta parçalayarak eğitim süreçlerinden kopmalarına neden oldu. Çünkü akademik çalışmalar da anadili eğitim dilinin dışında bırakılan çocukların; sosyalleşmede eksiklik, kimlik bozulması, çevreden izole olma, ötekileştirilme ve dışlanma, öğretmeni anlayamama ve kendini ifade edememe, alay konusu olma ve hor görülme, okul programını geriden takip etme vb. sorunlar yaşadıklarını ortaya koyuyor. Anadilinde eğitim hakkından yararlanamadığı için çocukların ve öğretmenlerin çektikleri eziyeti anlamak için “İki Dil Bir Bavul” filminin izlenmesi bile yeterli olacaktır.
Anadili yasağının sonucu
Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü’nün (OECD) yayınladığı PISA sonuçlarına göre Türkiye, 72 ülke içerisinde okuma becerilerinde 50’nci sırada yer alıyor.
Bu ne anlama geliyor? Yani okuduğunu anlayamama. Acaba bunun bir nedenlerinden biri de Kürt çocuklarının kendi anadillerinde eğitim alamaması olabilir mi? Ki PISA sonuçlarına göre Kürtlerin yaşadığı yerlerde durum daha kötü. Çünkü Batıda ders üniteleri biterken bölgede birçok çocuğun daha Türkçe bile öğrenemediğini biliyoruz. Ki bu çocuklar sonradan Türkçe öğrenebilse bile kendi anadillerindeki kavram dünyası parçalanmış olacaktır. Bununla birlikte Türkçeyi de tam öğrenememiş bir halde eğitim sürecinde sürekli sorunlar yaşayacaktır.
Yine her yıl ülkelerin İngilizce konuşma becerilerini ve dil öğrenme yeteneklerini yayınlayan Education First’e göre de Türkiye 72 ülke arasında 51’inci sırada yer alıyor. Yani İngilizce de konuşamıyoruz. Oysa daha ilköğretimden itibaren İngilizce dersler var. Bunun anadile bakış mantalitesiyle ilgili olduğunu düşünüyorum. Çünkü Türkiye’de farklılıkların zenginlik olduğu bilincinin aşılanarak dil öğrenme becerisinin kazandırılmadığı bir sistemde sadece gramer ezberletiliyor. Oysa dilbilimciler, anadilinde eğitimin ikinci dilin öğrenilmesini kolaylaştırdığını ifade ediyorlar. Dolayısıyla Kürtçe anadilde eğitim verilebilseydi, aralarında dil mesafesinin (Language Distance) kısa olduğu İngilizce de kolayca öğrenilebilirdi. Bugün BM üyesi gelişmiş ülkelerin çiftdilli ve çok dilli eğitim sistemleri geliştirmesinin nedeni bunun yararını test etmiş olmaları değil mi?
Anadilde eğitim şart
Türkiye’de anadili meselesi artık bireylerin sosyal hayatta kendi aralarında anadillerini konuşabilmesinin yeterli olduğu aşamasını çoktan geçti. Dolayısıyla anadilde eğitim şart. Çünkü okullarda eğitim dili olarak kullanılmayan dillerin, gelişen teknoloji ve modernizm ile doğal bir asimilasyona uğradığı çok net görülüyor. Dolayısıyla Kürtçe başta olmak üzere her dil mutlaka okulda eğitim dili olarak kabul edilmeli. Eğer bir dili sadece bilmek ve sosyal hayatta kullanmak yeterli olsaydı, bugün ilkokula başlayan ve zaten Türkçe bilen bir Türk çocuğuna en az 10 saat zorunlu Türkçe ders verilmezdi. Bu nedenle eğitimde de fırsat eşitliği ve adaleti sağlamak gerekiyor. BM Çocuk Hakları Sözleşmesi başta olmak üzere birçok metinde de belirtildiği üzere eğitimde esas alınması gereken şey “Çocuğun Üstün Yararı” ilkesidir. Dolayısıyla oynadığı oyuncakların, kullandığı araç gereçlerin, odasına asılan bir resmin bile çocuğun zihinsel ve ruhsal gelişimi üzerindeki etkisi ortadayken çocuğun anadilinin eğitimde yasaklanmasının etkisi doğru anlaşılmalıdır.
Tabii “çocuğun üstün yararı” ilkesinin esas alınması, kapitalist modernitenin ince metotlarla bir insanı kendi anadilini terk etmeye zorlamasından daha adilcedir. Çünkü her ulusun anadili değerlidir ve imkanlar verildiğinde gelişmeye açıktır. Bu nedenle eğitimde anadilini yok saymak, çocuğu yok saymaktır. Eğitimde öğrenciler nesne olmadığı için ona anadilini vererek onu özne yapan bir sistem geliştirilmelidir.
Bunun için de ilk önce anadilde eğitim hakkı meselesi politik sığ tartışmalardan kurtarılarak pedagojik bir açıdan ele alınmalıdır. Bununla birlikte kamusal, parasız, demokratik, nitelikli ve bilimsel değerleri ölçüt alan ve çocukların hiçbir tarafın “arka bahçesi” olmayacağı bir sistemin inşa edilmesi gerekiyor. Bunun yolu da yeni bir zihniyetin yapacağı köklü bir reformla mümkündür. (İG/HK)
* Fotoğraf: Fecri Barlık - Siirt/AA