Bazı fotoğraflar vardır, bakamazsınız. Baktığınızda içinizi acıtır, gözünüzü kaçırmak istersiniz ama bakmaktan da kendinizi alamazsınız. Gerçeği tüm çıplaklığıyla yüzünüze vurur. Sizin gözünüzü kaçırmanız o gerçeği değiştirmez. Geçen yıl ki Newroz'da çıplak bedeniyle, "neden?" diye soran gözlerle bakan, vurulduğu anda çekilen Kemal Kurkut'un fotoğrafı gibi.
Kemal Kurkut
Bakamadığım fotoğraflara bir yenisi eklendi. Son ana kadar toprağını terk etmeyip direnen ve son kertede çıkmak zorunda kalan Efrin halkının görüntüsü. Toz bulutu arasında ellerinde ve kucaklarında çocuklarıyla, can havliyle içerisine tıkıştırdıkları hayatlarını, umutlarını sırtlayarak yürüyen insanların fotoğrafı. Yüzlerde acı, öfke ve tedirginlikle bir bilinmezliğe doğru yol alışları.
Efrin'den göç edenler...
Diyarbakır'da kilometrelerce öteden alana girişin trafiğe kapatıldığı yolda insanlar tarla yolunda ilerlerken o fotoğraf tekrar geliyor gözümün önüne. Her yıl olduğu gibi coşkuyla değil, bu kez öfkeyle yürüyorlar. Efrin'deki kardeşlerinin yaşadıklarının paydaşı olduklarını ve Efrin halkının yalnız olmadığını göstermek istiyorlar.
Kontrol noktasına doğru ilerlerken Kemal'in vurulduğu yere takılıyor gözüm. Yine gözümü kaçırıyorum. Üç arama noktasından geçerek, didik didik aranırken, insanlar öfkelerini kontrol etmeye çalışıyor. Beraberinde getirdikleri termoslardaki çayları, çay bardakları, kalemleri, makyaj malzemeleri, çakmakları, neredeyse çantalarında ne var ne yok büyük çöp poşetlerinin içerisine atılıyor. Alana çıplak gelinsin isteniyor. Çıplak gelense vuruluyor. Kemal'in çıplak bedenini hatırlıyorum yine.
Polisler kontrol noktasının dışında, sahne arkasında da varlıklarıyla can sıkmaya devam ediyor. Sahne civarında 600 kişilik ekip konuşlanmış, kulis tarafında ise sanatçılardan çok onlarla karşılaşmak mümkün.
Demirci Kawa'nın yaktığı ateşin dumanı...
Saat 11 itibariyle alan dolmaya başlıyor. Önceki yıllarda yer kapmak için yarışılan protokol ve basın kısmı ise oldukça tenha. Diğer yıllara nazaran çok fazla genç nüfusun olduğu bir Newroz. Birazdan Efrin'de heykeli yıkılan Demirci Kawa'nın yaktığı ateşin dumanı yükseliyor. Alanda halay çekene de rastlıyoruz, namaz kılana da. Duadan çok beddua işitiyoruz analardan. Kürt halkına bu zulmü reva göreneydi bedduaları. Ve belki de Tanrı da zalimden yanaydı.
Atılan sloganlarsa tıpkı 8 Mart'ta ve HDP kongresinde olduğu gibi Efrin ve her daim değişmeyen aktör Öcalan ile ilgili daha çok. Polisler anons yaptırarak tertip komitesinin belirlediği sloganlar dışında sloganların atılmamasını duyuruyor. Tertip komitesinin belirlediği sloganlar ise yıllardır ayrı bir muamma. Kimsenin bu sloganların ne olduğuna ilişkin herhangi bir bilgisi yok.
Hani belki belirlenen sloganların ne olduğunu bilseler atacaklar ama onlar yine de en iyi bildiği sloganları atmaya bu yıl da devam ediyor.
Bu alan nelere tanıklık etmemişti ki? 2013 Newrozu'nda Öcalan'ın gönderdiği mektup okunurken binlerce kişinin pür dikkat dinlediğini anımsıyorum. Bambaşka bir umut yeşermişti herkeste. Başka bir evreye dönüyordu. Çok değil 5 yıl içerisinde her şey alt üst olurken, Kürtlerdeki bu duygu durum bozukluğuna nasıl bir çare bulunacak bilinmez.
"Bu renklerin ne anlama geldiğini biliyor musun?"
Diriliş, barış, umut içeren mesajlara pek de prim verilmiyor. Gençlerin içlerinde biriktirdiği öfke bir anda polis bariyerlerini aşarak sahnenin bulunduğu platformda patlıyor. Ahmet Türk geliyor sahneye. "Öfkenizi anlıyorum" diyor.
Geçen yıl alana girmeye çalışırken öldürülen Kemal Kurkut'u anıyor ve "Kemal bizim Newroz şehidimizidir" diyor. Gençleri indirmek için epeyce çaba sarf ediliyor. Ortam giderek geriliyor. Çözüm ise programın erken bitirilmesinde bulunuyor. İran'ın Sîne kentinden Newroz heyecanıyla 24 saatlik meşakkatli yolculuğun ardından sahneye çıkamadıklarına üzülen sanatçılara ilişiyor gözüm. Mecbur kabulleniyorlar durumu.
Buruk ve öfkeli biçimde, sloganlarla istemeden de olsa alan çıkışa doğru yol alınıyor. Çıkış noktasında kafasına "sarı, kırmızı, yeşil" renklerin bulunduğu fular bağlayan bir genç kadını polis kolundan tutarak kenara çekiyor. Eline aldığı fuları kadına göstererek, "Bu renklerin ne anlama geldiğini biliyor musun?" diye soruyor. Kadın cevap vermiyor. Yanında bekliyorum, gözaltına alınmasından korkuyorum. Sonra kadını azarlayarak "Bas git" diyor ve fuları çöp poşetine atıyor. Genç kadına çıkışta soruyorum olanları. "Bana renklerin ne anlama geldiğini sordu. Ben de o Kürdistan'dır dedim" Belli ki içinden öyle cevap vermişti.
Sonra polislerle göz göze gelmemeye çalışarak, umutlarıyla birlikte biriktirdikleri öfkeyle dağılan kitleye bakıyorum. Sessiz haykırıştan yüzlerine yansıyan ifade, bakamadığımız yeni bir fotoğrafa dönüşüyor. Belki de hepsi birden tıpkı o genç kadın gibi içlerinden... (BD/PT)