Rivayet odur ki Dışişleri Eski Bakanı İsmail Cem, yurt dışı gezilerinde yanında Kürtçe yayın yapan Azadiya Welat gazetesini götürürmüş. 1997- 2002 tarihleri arasında 55, 56 ve 57. Hükümetlerde Bakanlık yapan Cem, bu gezilerde kendisine, “Türkiye'de Kürtçe üzerinde yasak var” dendiğinde, Azadiya Welat’ı çantasından çıkarıp “Öyle diyorsunuz ama Türkiye'de Kürtçe yayın yapan bir gazete var” mealinde cevap verirmiş. Aynı şeyi Koma Amed’in “Dergûş” kasetiyle ilgili de anlatanlar oluyor.
Yani hükümet, Kürtçe’nin kamusal alanda kullanımının önünde engeller olmasına rağmen, Türkiye’de Kürtçe yasağının olmadığının delili olarak Kürtçe gazete Azadiya Welat’ı gösteriyordu.
Azadiya Welat Gazetesi eski Genel Yayın Yönetmeni Tayyip Temel ile aynı gazetenin eski Yazı İşleri Müdürü Vedat Kurşun’un iki ayrı tarihli toplantıda naklettiği bu anekdotun kaynağı nedir, bilmiyorum ama geçmiş hükümetlerin “Türkiye’de Kürtçe’nin yasak olmadığına delil göstermek için “kullandıkları” Azadiya Welat gazetesini, AKP Hükümeti, 15 Temmuz 2016 tarihindeki darbe girişimi sonrasında kapattı. Üstelik her platformda “Kürtçe üzerindeki yasakları ben kaldırdım” diyerek.
Şubat 1992’de Welat adıyla haftalık olarak yayın hayatına başlayıp 1994’te “Welatê Me” adını alan gazete, 1996’da ise Azadiya Welat olarak yayın hayatına devam etti. Yaptığı haberler dolayısıyla çeşitli sebeplerle savcılıklar eliyle geçici süreliğine kapatılan, çalışanları sürekli yargı ve güvenlik güçlerinin tacizine uğrayan, gözaltına alınan ve tutuklanan gazete, 2006’da günlük yayın yapmaya başladı. Bundan dolayı, Türkiye’de günlük yayın yapan tek Kürtçe gazete unvanını taşıyordu. 2016’ya kadar da bu unvanı taşımaya devam etti.
Azadiya Welat, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın “Allah’ın bir lütfu” olarak nitelendirdiği 15 Temmuz Darbe Girişimi sonrasında, kapatılan onlarca yayın organından biri ama tek günlük Kürtçe gazete olması dolayısıyla, bir başka öneme haizdi.
Azadiya Welat’in kapatılmasını sağlayan KHK ile ayrıca Türkiye’nin tek kadın haber ajansı olan JINHA, yerelde Kürtçe ve Türkçe çift dilli yayıncılık yapan yerel televizyon kanalları ve yine Türkiye’nin tek Kürtçe çocuk kanalı olan Zarok TV, Kürt gazeteciler tarafından kurulan Dicle Haber Ajansı (DİHA)’yı da kapatıldı.
Darbe Girişimi’nin olduğu akşamki konuşmasında “Bu tertemiz olması gereken TSK’nın temizlenmesine vesile olacak bir harekettir” diyen Erdoğan ve AKP hükümeti, “bu lütfu”, Gülen Cemaati ile bir süredir sorunlu olan ilişkisini sonlandırmanın bir gerekçesi kadar, Kürtler başta olmak üzere diğer muhaliflere yönelik “bir cadı avını başlatmanın” da bir gerekçesi yaptı. O yüzden Gülen Cemaati’ne yakın pek çok basın kuruluşunun yanı sıra, sol sosyalist basın ve Kürt basınından da pek çok gazete, televizyon, internet haber sitesi, dergi ve yayın evi kapatıldı. Sadece yayın organları kapatılmadı. Bir gecede yüzlerce gazeteci ve medya çalışanı işsiz kaldı. Basın organlarının şirketlerine ve bunların sahibi olduğu teknik malzemelere el konuldu.
Bunların hepsi 15 Temmuz Darbe Girişiminin ardından, 20 Temmuz 2016 tarihinde ilan edilen Olağan Üstü Hal (OHAL) sonrasında, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan tarafından yayınlanan Kanun Hükmünde Kararnameler (KHK) ile gerçekleşti.
Binlerce insanın KHK’ler ile işinden edildiği bu süreç için “sivil ölüm” tabiri kullanılıyor. Kürt toplumu ve Kürtçe yayıncılık açısından düşündüğümüzde ise, “sivil ölüm”e ek olarak ayrıca “dil kırımı” politikalarının da hayat bulduğu bir dönem olduğunu söylemek mümkün.
Kürtçe gazetecilik, Türkiye’de sadece bir iletişim aracı olarak görev görmüyor. Kürtçe gazeteciliğin, Kürt dilinin yasaklığı olduğu Türkiye’de okul olma görevi de bulunuyor. Bundan yıllar önce Celadet Bedirxan’ın “Hawar” dergisi için söylediği “Hawar dengê zanînê ye” (Hawar bilginin sesidir) gibi, Azadiya Welat ve ardılları da “zanîn”in sesidir. Bu gazetelerden Kürtçe öğrenen bir nesil olduğunu belirtmek, daha da açıklayıcı olabilir.
Elbette sadece Kürtçe okul olma görevi yoktu, Kürt basınının. 1990’ların çatışmalı ortamında merkez ve yaygın medyanın “iliştirilmiş gazetecilik” pratiklerini düşündüğümüzde, Kürt gazetecilerin “bölgede” yaşananları aktarma ve sesi duyulmayanların sesi olma işlevi çok önemli bir noktaya tekabül ediyordu. Söz konusu Darbe Girişimi sonrası yayınlanan OHAL KHK’si ile kapatılan Dicle Haber Ajansı’nın devamında Mezopotamya Ajansı kuruldu. MA’nın çalışanlarından Abdurrahman Gök’ün, 2017 Amed Newroz’u sırasında Kemal Kurkut’un polis kurşunuyla öldürüldüğünü fotoğraflarla belgelemesi, bu durumu anlatan önemli örneklerden biridir.
Roboski Katliamı, 12 yaşında 12 kurşunla polisler tarafından öldürülen Uğur Kaymaz cinayeti, Kürt belediyelerine atanan kayyumların yolsuzlukları, Musa Orhan’ın cinsel saldırısı sonrasında hayatına son vermek zorunda kalan İpek Er’in yaşadıkları ve daha nicelerini KHK’ler ile kapatılan söz konusu gazeteler, ajanslar, televizyon kanalları ve buralarda çalışan gazeteciler aracılığıyla kamuoyu öğrenmiş oldu.
KHK’ler ile basın yayın organlarının kapatılması sonucunda, basın özgürlüğü, haber alma hakkı, ifade özgürlüğü ihlal edildi ve Kürt toplumunun sesini duyurabileceği iletişim araçları ortadan kaldırıldı.
Elbette Kürt basınına yönelik baskı o dönemle sınırlı değildi. Öncesinde vardı ve sonrasında da aynı baskı ve yasaklamalar, engellemeler devam ediyor. Mezopotamya Ajansı’nın, JINHA’nın devamı olarak kurulan JINNEWS’in sitelerinin onlarca kez erişiminin engellenmesi, Azadiya Welat yerine kurulan tek Kürtçe gazete olan Xwebûn’un sürekli yargı ve polis-jandarma tacizine maruz kalması, Kürt gazetecilerin gözaltına alınması, onlarcasının tutuklanması, bu politik yaklaşımın devam ettiğini gösteriyor.
İsmail Cem’in “Kürtçe yasak değil” savını delillendirmek için yanında taşıdığı Azadiya Welat’ın ya da ardıllarının varlığına, AKP hükümetinin ihtiyacı yok gibi görünüyor. Zira AKP hükümeti, KHK’ler ile kapattığı Kürt(çe) gazete, televizyon, dergi, internet haber sitelerinin yerine kendi eliyle açtığı TRT Kurdî kanalını delil olarak gösteriyor. Kamu yayıncılığı yapması gereken TRT’nin, hükümetin ve resmi politikaların aktarıcılığı görevini yerine getirdiğine dair yaygın kanıyı düşündüğümüzde, TRT Kurdî’nin bu aktarıcılığın dışında tutulamayacağı daha net görülmüş olur.
Tarihçi Mehmet Bayrak, Türkiye Cumhuriyeti devletinin Kürtlere ilişkin ideolojik ve politik tutumunu anlatırken, “Devlet aklı resmi planda ret ve inkarcı, gizli planda itirafçi ve kabulcu” diyor. Bu politik tutumu “Şark Islahat Planı”nın bir yansıması olarak değerlendiriyor Bayrak. Ancak devlet aklı, İsmail Cem’in örneğinde görüldüğü gibi, gerektiğinde kimi yerlerde Kürtçeyi, Kürtlerin varlığını kendi çıkarları için kullanabiliyor. AKP Hükümeti ise “Kendi Kürtçesini, Kürdünü yaratarak”, devletin bilinen politik ve ideolojik tutumunu başka bir boyuta taşıdı ve taşımaya devam ediyor. (FD)
*Bu yazı, Hêlîn Bozarslan'ın hazırladığı ve "OHAL Uygulamaları ile Kapatılan Kürt / Muhalif Kurumlar Çalışması Diyarbakır Örneği" alt başlığı ile yayınlanan "Bîrgeh Bellek Almanağı" kitabından alındı.