Türkiye’de Üniversitelere yönelik baskıların arttığı görünen gerçektir, somut gerçektir.
Türkiye, Lima bildirgesi gibi ulusalüstü belgelerde yer alan “akademik özgürlükler” konusunda baskıcı ve sorun yaratan bir iklimin hâkim olduğu sistem içine sürüklenmiştir.
Hiçbir güvencesi olmayan öğretim üyelerinin haklarını yok sayan, her protestoyu terör sayan, üniversite kapılarını kelepçeleyen, öğrencileri gözaltına almayı görev sayan, tutuklayan ve haklarında ceza davaları açma yoluyla yargıyı cezalandırma tehdidine katan bir sistemin egemen kılındığı kara bir deliktir.
Daha dünkü yıllarda ve günümüzde “terör” ve “terör örgütü” kavramlarının çok kullanıldığı siyasal söylemlerle mahkûm edilmeye çalışılan ve bir zamanlar öğrencileri olan hakimler tarafından yargılanan akademisyenlerin yargılandığı davalarla akademik özgürlükler üzerinde baskı sıradanlaştırıldı.
Bir gece yarısı yayımlanan kararnamelerle atanan profesörlerin seçilmiş olmayı “kabul eden” ve çok sevinerek kendi meslektaşları ve öğrencileri üzerinde “buyurganlık” hakkını hemen benimseyen, hemen uygulayan, öğretim üyelerinin halleri çok hazindir.
Medyanın bu atanmış malumatfürüşları teşhir edilebilir meta olarak her türlü konuda ekran müdavimlerine dönüştürmesi sıfatlarıyla yaşayan profesörlerin çoğaltılması ve üniversitelerin içinin boşaltılmasına hizmet etmektedir.
İstisnaları hariçtir… Ve zaten istisnalar mücadelesini sürdürüyor. Ama süründürülüyorlar. Haklarında idari soruşturmalar açılıyor. Maaşları kesiliyor. Kadroları verilmiyor, kısıtlanıyor. Ekonomik baskılarla yıldırılmak isteniyor ama durdukları yerde duruyorlar, işten atılsalar bile…Her şeye rağmen bilim insanı olmanın onuruyla öğretim üyesi olarak kimselere aldırmadan yola devam ediyorlar. Üniversiteleri ayakta tutan onlar, buyurganlara kafa tutuyorlar…
Çünkü onlar akademik özgürlüğü, üniversitelerin ve diğer yüksek öğretim kurumlarının üstlendikleri eğitim, araştırma, yönetim ve hizmet işlevleri için vazgeçilmez ön koşul olarak kabul edenlerdir. Lima Bildirgesinde belirtildiği üzere; akademik çevrenin tüm üyeleri herhangi bir ayrım yapılmaksızın ve devletten ya da herhangi bir başka kaynaktan gelebilecek müdahale veya baskı endişesi taşımadan işlevlerini yerine getirme hakkına sahiptir.
9 Nisan 2022’de ilk defa Kadir Has Üniversitesi tarafından düzenlenen Akademi Bilim Günü’nde, Bilim Akademisi üyesi Prof. Dr. Bertil Emrah Oder tarafından Türkiye’de Akademik Özgürlüklerin 2020-2021 yılı gidişatını içeren Bilim Akademisi Akademik Özgürlükler Raporu sunuldu.
“Sunuş” başlığı altında yapılan girişte; Bilim Akademisi Akademik Özgürlükler Raporu (2020-2021) Boğaziçi Üniversitesi’ne yapılan “rasyonel ve akademik gerekçelerle” açıklanamayacak müdahalelerin tespiti yer alıyor.
Dünyada tartışılır hale gelen üniversitelerin “özerkliğine müdahale” baskılarının çoğalmasındaki en önemli nedenlerden biri olarak çok sesliliğe, demokrasiye karşı duyulan tepki olduğuna, çoğulculuğun sözünün geçtiği yani siyasal iktidarların görüşlerinin geçerli kabul edildiği bir sistem amaçlandığına vurgu yapılıyor. Bu nedenle üniversitelerin düzene uygun tek tipleştirme yoluyla; tek tip bir örnek hale dönüştürülmesinin amaçlandığı ifade ediliyor.
Tek tip üniversiteler, tek tip sesler, tek tip yönetim, tek tip düzene uygunluk…
Ama olmuyor!
Bilim Akademisi Raporunda 2019’da Avrupa Konseyi, Yüksek Öğretim Uluslararası Konsorsiyumu, Sivil Sorumluluk ve Demokrasi, Amerika Devletleri Organizasyonu, Magna Charta Gözleme Kurumu ve Uluslararası Üniversiteler Birliği’nin yaptığı ortak deklarasyondaki tespitlerin Türkiye için önemi vurgulanıyor ve bazı bölümleri aktarılıyor…
“Eğitim, yükseköğretim de dahil olmak üzere, bir yandan bilgiyi geliştirmek ve yaymak diğer yandan etik ve yetkin vatandaşlar yetiştirmek için vardır. Bu nedenle modern demokratik toplumlarda çok önemli bir rol oynar. Eğitim, demokrasi kültürünü geliştirmenin, sürdürmenin ve muhafaza etmenin anahtarıdır. Bu kültür olmadan demokratik yasaların, kurumların ve seçimlerin işlemesi mümkün değildir. Eğitim, çatışmaları diyalog yoluyla çözmeye çalışan; çoğunluk karar verirken, azınlıkların bazı devredilemez haklara sahip olduğunu kabul eden; farklı görüşlere veya farklı arka planlara sahip olmanın bir tehditten ziyade bir güç olduğunu algılayan görüş ve davranışları destekler ve geliştirir. Bu nedenle her düzeyde eğitimin, demokratik toplumların dayandığı ve terörizme ve şiddet içeren aşırılıkçılığa karşı direnci güçlendiren değerlerin, ahlakın ve düşünce biçimlerinin geliştirilmesine yardımcı olmada kritik önemi vardır.”
Akademik özgürlük ve kurumsal özerklik, sanatsal yaratıcı uygulamalar dahil olmak üzere öğrenme, öğretme ve araştırma kalitesini geliştirmek için esastır. Kalite ile kastedilen, akademik disiplinlerin standartlarını gözetme ve geliştirmenin yanı sıra yükseköğretimin demokrasi, insan hakları ve hukukun üstünlüğüne katkı düzeyidir.
“Akademik özgürlük ve kurumsal özerkliğin yokluğunda demokrasinin geleceği, tıpkı basının veya sivil toplum kuruluşlarının zayıfladığı ve taviz verdiği durumlarda olduğu gibi risk altındadır. Günümüzde bu özgürlükler ve kurumlar giderek daha fazla tehdit edilmekte ve zarar görmektedir. Fakülte, personel ve öğrencilerden oluşan birlik ile yükseköğretim liderleri, özerklik ve hesap verebilirliği, araştırma ve öğretme özgürlüğünü ve toplumsal sorumluluklarını bir arada düşünmelidir.”
“Akademik özgürlük, var olan bilgi ve araştırma standartlarıyla sınırlı bir ifade özgürlüğü olarak anlaşılabilse de akademik topluluğun üyelerinin çifte görevi vardır: var olan bilgi ve anlayışa yüksek kaliteli araştırma, öğretim ve sorgulama yoluyla meydan okumanın yanı sıra akademik özgürlüklerini toplumlarımızın ortak amaçlarının ve kazanımlarının gelişimi için kullanmak.
Kampüsler, tüm insanlara yardım etme arzusu tarafından yönlendirilen, güçlü bir tartışma ortamının bulunduğu ve gerçeğin dürüst bir şekilde arandığı forumlar olmalıdır. İfade özgürlüğüne ilişkin herhangi bir sınırlamanın yegâne amacı başkalarının haklarının korunması olmalıdır (örneğin, ayrımcılığa veya hakarete karşı koruma gibi). Buna karşılık oportünizm veya tek bir siyasi ideolojiyi yaygınlaştırmak bir gerekçe olamaz.”
Bütün bu hatırlatmalar Türkiye’de üniversitelerin içine sürüklendiği uçurumlardır…
Muktedirler ve güç sahipleri Üniversiteleri tek tipleştirmek amacıyla güçlerini seferber etmişler. Adeta Üniversitelerin özerkliğini ortadan kaldırmak için savaş açmışlar…
Yapabileceklerini ellerinden geldiğince yapmaya çalışıyorlar. Kendileriyle iş birliği yapan ve amaçlarına hizmet etmesi için seçtikleri kapolarla birlikte!
Sonra Boğaziçi Üniversitesinde olup bitenleri hatırlatıyor Rapor…
“Sonuç olarak, son derece verimli bir şekilde çalışan bir kurum, dışarıdan yapılan bu müdahale ile altüst edilmiş, üniversitenin paydaşları bilim üretmek, öğretmek ve öğrenmek yerine antidemokratik uygulamalara tepki vermek ve kurumlarını korumak için vakit ve enerjilerini harcamaya zorlanmıştır. Bu Türkiye’nin kaybıdır, var olan ve gelecek nesillerden çalınan bir değerdir.”
Buna bağlı olarak yapılan en iç acıtıcı tespit şöyle: “Türkiye, nice başka ülkede de şahit olduğumuz, üniversiteleri ‘muhalif’ olarak görme ve her türlü muhalefeti yok etme anlayışı ile üniversiteleri de zapturapt altına alma eğiliminin artık ayyuka çıktığı bir ülkeye dönüşmüştür. Bilimle ve bilim kurumları ile çatışan bir hükümet emir komuta zinciri içinde bilim üretilmesinin mümkün olabileceği inancıyla ülkenin kaynaklarını israf etmekte ve üniversitelerin verimli çalışmasını engellemektedir.”
Bilim Akademisi Akademik Özgürlükler Raporu (25 Ekim 2021) bitirilirken ne denilmiş?
“…belki de daha vahim olan durum, raporda örneklenen ve akademi ile ilintili bürokrasinin ortaya koyduğu liyakati ve yetkinliği dışlayan, sindirici ya da cinsiyetçi anlayış ve yönetişim biçimlerinin Türkiye Üniversitelerindeki yönetici kadrolarının davranış kodlarına da yansıdığının gözlemlenmesidir. Söz konusu müdahale ve uygulamalar, Üniversitelerimizde özgür, özerk, katılımcı, eşitlikçi ve akılcı kurumsal ortamın ortadan kalkmasına neden olmaktadır, bu durum, olumsuz davranışların direkt muhatabı olmayanlar dahil, devlet/vakıf farkı olmaksızın tüm Üniversitelerimizdeki öğretim üyeleri ve öğrenciler tarafından hissedilir hal almıştır. Ülkemizin iyi yetişmiş insan gücünün enerjisini, araştırmaları ve eğitimleri yerine iletişim kanalları açmaya yöneltmelerine neden olmaktadır.”
Hissedilir halin sindirmelerine karşı çıkmak sadece öğrencilerin, öğretim üyelerinin görevi değildir.
Boğaziçi Üniversitesi öğretim üyelerinin protestoları 477 gündür devam ediyor.
Üniversiteler emir komuta zincirine bağlanamaz.
Zapturapt altına alınamayacağı gerçeğini protestoları ile kamuoyuna duyuran Boğaziçi Üniversitesi öğretim üyelerinin yalnız bırakılmaması şarttır.
Bu şart herkesin nasıl bir gelecek istediği sorusuna vereceği yanıtın görev ve sorumluluğudur.
Çocuklar soruyor; onlar protesto eylemini sürdürürken sen ne yaptın anne, ya sen baba?
Dayanışma uğruna mücadele verilen geleceğin barikatlarıdır. (Fİ/RT)