Dünyanın her yerinde totaliter-baskıcı rejimlerde yaşamak zorunda kalan halkların çektikleri acılar genellikle birbirine benzemektedir. Bu tür rejimlerde yaşayan halklar ya asimile edilmeye çalışılır ya da sürgün edilir; ya oldukça fakirleştirilir ya da katledilir. Bunun sonucunda da yerinden yurdundan koparılan halkların acıları, yüzyıllar boyu sürer gider. İşte bu yüzden ezilen bütün halkların “acılarını ortaklaştırarak” birbirilerine sahip çıkmaları gerekir.
Bu anlamda vatanından koparılma-sürgün edilme noktasında 14 Kasım 1944 yılında Ahıskalıların yaşadıklarına değinmek gerekir. Ahıska, bugün Gürcistan’ın sınırları içinde kalan ve Ardahan iline çok yakın bir yerleşim birimi. Türkiye sınırına o kadar yakın ki bazı Ahıskalılar, Türkiye köylerinde okuyan ezanın sesini duyduklarını söylerler. Ahıska merkez olmak üzere diğer önemli şehirler olan Aspinza, Adigön, Ahılkelek ve Bogdanovka gibi şehirlerde Türk, Kürt, Ermeni ve Gürcüler birlikte yaşıyorlardı.
Birlikte yaşamın kenti
Kırgızistan’da yaşayan Ahıskalı Kürtlerden İsmail Paşaev babasının anlattıklarıyla bu durumu “Ahıska’da bütün milletlerle çok iyi yaşarlarmış, bütün Ahıskalıların durumu çok iyiymiş. Hepsinin sürüleri, hayvanları varmış. Bir gün hiç beklemedikleri sürgünle karşılaşmışlar. Ansızın vatandan kopmaları bir gün içinde gerçekleşmiş” sözleriyle anlatıyor. Özellikle ikisi de Müslüman halk oldukları için Gürcülerin gözünde Türkler ve Kürtler aynı kabul edilmiş. Ki bu yüzden bazı Kürtlerin kimliklerinde “Türk” yazılmıştır.
Birbiriyle huzur içinde yaşayan bu iki halkın yurtlarından sürülmesi, onlar için zor günlerin habercisi olur. Ki bundan önce de zaten 2. Dünya Savaşı’na Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği (SSCB) saflarında savaşmak üzere 40 bin kişi alınmıştır. Ahıska’nın cesur insanları SSCB için cephede savaşırken diğer taraftan bu askerlerin geride bıraktıklarının sürgün edilmesine yönelik planlar yapılmaktaydı. Bu sürgün planına gerekçe olarak da Ahıska’da yaşayan halkların kolektif olarak “bölücü, işbirlikçi” oldukları iddiası yer almaktaydı.
Sürgünün keskin yolu
Bu sürgün planı çerçevesinde 24 Temmuz 1944’te SSCB Halk İçişleri Komiseri Beriya, “Tamamen gizli” ibaresiyle Stalin’e gönderdiği raporda şunları diyecektir:
“(…) Nüfusun büyük bir kısmı, Türkiye’deki akrabalarıyla temas kurarak kaçakçılık yapmakta, Türk istihbaratı için çalışmaktalar. SSCB sınırının Gürcistan kısmında sınır güvenliğini temin etmek amacıyla Halk İçişleri Komiserliği Ahıska, Adıgön, Ahılkelek, Aspinza ve Bogdanovka rayonlarıyla Acaristan Özerk SSCB’ye bağlı bazı köy topraklarından Türk, Kürt ve Hemşinli olmak üzere 16.700 hanenin toplam 86.000 kişilik nüfusunun Kazakistan, Özbekistan ve Kırgızistan SSCB’ye tahliye edilmesini uygun görmektedir (…).”
Beriya’nın raporuna Devlet Savunma Komitesinden verilen gizli cevapta; Türk, Kürt ve Hemşinlerden oluşan 86.000 kişilik halkın 40 bininin Kazakistan’a, 30 bininin Özbekistan’a ve 16 bininin de Kırgızistan’a 1944 Kasım’ında tahliye edilmesi istenir.
Rapor kapsamında sürgün edilen Ahıskalılardan biri de Kırgızistan’da yaşayan Recep Dede’dir. Ahıskalı bir Kürt olan Dede o günü “14 Kasım’da evimizin önüne askerler geldi. Bizi Orta Asya’ya sürgün edeceklerini ve gerekli eşyalarımızı toplamamız için üç saat mühlet verdiklerini söylediler. Bu haber karşısında ne olduğunu anlayamadık. Bizim köyde beş aile Kürt’tü. Birkaç aile de Türk… Diğerleri hep Ermeni’ydi. Ermenilere kimse bir şey demedi, sadece Türklerin ve Kürtlerin sürüleceğini söylediler. Her evde üçer asker vardı. O gece hepimizi hayvan vagonlarına doldurdular. Aramızda öyle çocuklar vardı ki ne anası vardı ne de babası... Babaları savaşa gönderilmişti; onların çocukları bile vagonlara sıkış tepiş dolduruldu” sözleriyle anlatıyor.
Bir buçuk ay süren bu sürgün sırasında tren vagonlarının kapılarının günde bir defa açıldığı, erkeklerin yanında tuvaletini yapamadığı için idrar keseleri patlayarak ölen kadınların olduğu belirtiliyor. Her istasyonda Rus askerleri, ölen Ahıskalıları dışarı attıkları belirtilirken bu sürgün sürecinde çoğunluğu çocuk ve kadın olmak üzere 30 bin insan öldüğü rapor edilmiştir.
Fergana olayları
Orta Asya ülkelerine dağıtılan bu Ahıskalı Kürtler ve Türkler, “özel sürgün” koşullarından dolayı 1944-1956 yıllarında sınırları belirlenmiş alanlarda yaşadılar. Öyle ki bir köyden diğer köye gitmek bile izne tabi tutulmuştu. Bunun dışında evlenme vb. gibi işler için de izin almaları gerekiyordu. Yükseköğretim, seçme-seçilme hakları yoktu. Stalin’in ölümünden sonra bu uygulamadan vazgeçildi.
Bununla birlikte yerli halkla entegrasyonları hızlanmış ve kısa zamanda Ahıskalılar zenginleştiler. Geçmiş yıllarda görülen Kırgız-Özbek çatışmasına benzer şekilde 1989’da da Özbek-Ahıskalılar çatışması yaşandı. Burada Özbeklerin Ahıskalıların evlerine kırmızı işaretler koyup “Türklere ölüm” yazılı pankartlar açtıkları dile getiriliyor. Olayın başlangıcı olarak kimi KGB’nin Özbekleri bilinçli olarak Ahıskalılara saldırttığını söylerken kimi de o dönemde Özbekistan’da pamuk tarımındaki yolsuzlukların bir şekilde gizlenmek için bu kargaşanın planlandığını dile getiriyor. Fergana Olayları olarak tarihe geçen bu olaylarda yüzlerce Ahıskalı yaşamanı yitirmiştir.
Fergana olaylarından sonra 100 bin Ahıskalı bu sefer Özbekistan’dan sürgün edildi. Bunun üzerine bazı Ahıskalılar Azerbaycan’a yerleşmiş, bazıları da bölgeyi ziyaret eden Rus yetkililerin verdikleri sözler üzerine Rusya’daki başka bölgelere gönderildiler. Tabii yine de Ahıskalıların kendi topraklarına dönüşüne izin verilmedi.
Rusya’nın Krasnador bölgesine yerleşen Ahıskalılara yönelik sistematik bir baskının olduğu ifade edilmiştir. Bu kapsamda Ahıskalıların her şekilde geri bırakılıp fakirleştirilmesi amaçlanırken sürekli olarak da “Ne zaman burayı terk edeceksiniz?” gibi sözlerle ayrımcı bir politikanın uygulandığı belirtilmektedir. Bunun sonucunda birçok Ahıskalı, ABD’ye göç etmek zorunda kalmıştır.
Gürcistan da bağımsız olduktan sonra AGİT, Avrupa Konseyi üyesi olması sürecinde ve Ulusal Azınlıklar Çerçeve Sözleşmesini imzalarken Ahıska Türklerinin geri dönüşlerini sağlayacağını belirtmişse de bunun gerçekleşmediği ifade ediliyor. Bazı Ahıska dernekleri, Gürcistan’ın kendilerini dillerini unutmaları karşılığında kabul edeceğini belirttiğini dile getiriyorlar.
Ahıska Kürtleri yok sayılıyor
Fergana olaylarından sonra gündeme gelen Ahıska Türkleriyle Turgut Özal da ilgilenmiş ve onların Türkiye’ye iskanı için çaba göstermiştir. Bu amaçla da 02.07.1992 tarihli, 3835 Sayılı Ahıska Türklerinin Türkiye’ye Kabulü ve İskanı Kanunu kabul edildi. Bu kanunun çeşitli maddelerine göre Türkiye’ye gelecek Ahıska Türkleriyle hangi kurumların ilgileneceği, kendilerine ödenecek ödeneklerin miktarı, vergiden muaf tutulma, göçmenlerin üretici duruma getirilmesi vb. gibi maddeler yer almaktadır. Tabi bu maddeler tam işletilemediği için Ahıskalıların birçok sorunları tam olarak giderilemedi. Yine bu kanun kapsamında başta Bursa olmak üzere, İstanbul, İzmir, Antalya, Aydın, Çanakkale, Denizli gibi şehirlere 50 bine yakın Ahıska Türkü göç etmiştir. Şuanda da Türkiye’de yaşayan birçok Ahıska Türk’ü kendilerine kimlik verilmediği şikayetini dile getiriyor.
Tabi işin acı tarafı Ahıska Türklerine sağlanan bu olanakların hiçbirinin Ahıska Kürtlerine tanınmamasıdır. Oysa bu iki halk aynı nedenlerden dolayı sürgün edildiler. Gönül isterdi ki Türkiye bu iki halka da eşit muamele etseydi. Ama sözde etnik amaçlı olmayan “Türklük”ten dolayı sadece Türk olan Ahıskalılara kucak açıldı.
Oysa Kürtler 1937’de de Azerbaycan ve Ermenistan’dan Orta Asya’ya sürgün edilmişlerdi. Bugün Orta Asya’da sahipsiz kalan Kürtler, Kırgız-Özbek gerginliğinde saldırıya uğrayabilmekteler ve kendilerine mikrofon uzatıldığında sahipsiz olduklarını haykırıyorlar. Oysa Türkiye, Kürtlere de eşit davranıp onları da gözetebilirdi. Yukarıda sözlerine yer verdiğimiz Recep Dede’nin torunu Said “Geçen sene Türkiye’ye gittim oraları çok beğendim. Irak’a da gittim, Irak’ı daha çok beğendim. Kürdistan’ı çok beğendim. Oralarda yaşamak isterim. Gelecekte ailem ve akrabalarımla beraber Kürdistan’da yaşamak isterim” sözleriyle duygularını dile getiriyor.
Ahıskalı Kürtlere yaklaşıma bakılırsa Türkiye’de Kürtlere yönelik inkar politikasının dış politikada uygulandığı görülebilir. Sadece Ahıskalı Kürtlere ilişkin ayrımcı politika bile “Türk kelimesi etnik değildir” argümanını çürütüyor. Bugün de Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın talimatıyla yürürlüğe giren 677 ailenin iskânlı göçmen olarak kabul edilmesi bile bu politikanın bir devamı olarak görülebilir. Böyle bir tablonun ortadan kalkması için bir an önce Türkiye’yi yönetenlerin dünyanın her köşesinde yaşayan Kürtlere dostluk elini uzatması gerekiyor. Çünkü Kürtlere yönelik dürüst bir politikanın hem Ortadoğu’da hem de uluslararası kamuoyunda Türkiye’yi güçlendireceği apaçıktır. (İG/EKN)